İKD Danışma Kurulu Üyesi Tülin Tankut’tan 8 Mart yazısı
Bizleri buluşturmak için de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü önemli bir fırsat!
Tülin Tankut
“Kederler düşüncelere dönüştüğünde; bize acı çektirme gücünü yitirirler” *
Biz kadınlar; son yıllarda işsiz, kayıt dışı çalışan, tarım çalışanı, emekli, ev kadını olmak üzere ezilen cins olduğumuzu unuttuk, öncelikli olarak hayatta kalma mücadelesi derdine düştük. Yoksulluk, ayrımcılık, şiddet gibi aciliyeti olan somut ihtiyaçlarımızın karşılanması da artık rastlantılara kalıyor!
Denilebilir ki, “sosyal yardımlar var.” Ama bununla düne kadar iyi kötü iş gören sosyal devletten söz etmiyoruz. Sosyal yardımlar, bizim toplumdaki cinsel rolümüze resmiyet kazandırıyor; bizi sorunlarımızla baş başa bırakıyor.
Kuşkusuz yaşamsal sorunlar her kesimi farklı biçimlerde etkiliyor. Ancak tüm sömürülen, ezilen, toplumdan dışlananların yazgısı birbirine bağlı; bu yüzden “gemisini kurtaran kaptan” türü aldatmacılar bizi kandırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Peki, ya kendi kendimizi kandırıyorsak?
Biz sanırız ki, “kendine özgü” kadın dünyasını kendi isteğimizle, irademizle oluştururuz. Bu dünyanın bizi dış dünyaya karşı koruduğuna inanmak isteriz. Tıpkı çoğumuzun, erkeğin kadın üzerindeki üstünlüğünü, doğuştan gelen bir hak olarak kabul eden önyargıya inandığı gibi. Eğer bu önyargı değilse, en basitinden şu soruyu soramaz mıyız kendimize: Neden “utangaç” kadın makbuldur da utangaç erkek değil? Masumiyet, el değmemişlik neden kadında aranır? Örnekler sayılamayacak kadar çok… Öte yandan eğer baba, ağabey, eş, sevgili, koca, akraba v.b. erkeklerin himayesinde değilsek; “sahipsiz” bir kadın olarak dış dünyadaki tehlikelere karşı hazırlıklı olmamız gerekir.
Peki, o kadar çaresiz miyiz?
Çare bulmanın yolu, kendimizle yüzleşmekten geçer. Denir ki “Bir konu hakkında bilgimiz yoksa, merakımız da yoktur.” Bilgilendikçe gerçekliği eleştirel olarak değerlendirmekte daha başarılı oluruz. Kadın olarak yaşadığımız deneyimlerin farkında olmadığımız boyutlarını keşfederiz. Sömürü ve baskıya ait yaşamımızda deneyimlediklerimiz, somut olaylardan çıkıyor çünkü. Sözgelimi, kadınlar yurttaşlık haklarını kullanmakta neden zorlanıyorlar? Aslında yasal olarak erkeklerle eşit haklara sahibiz. Okulda, devlet sektöründe cinsiyet ayrımcılığı yoktur, uygulamada ortaya çıkar. Uygulama neden farklıdır?
Sözün özü, kapitalist sistemde kadın – erkek eşitliğinin tam olarak sağlanabilmesi bu sistemin doğasına aykırıdır. Sistemin başta sınıfsal eşitsizlik olmak üzere tüm eşitsizliklerden beslendiğini kavrayamazsak önümüzü göremeyiz. Hele var olan durum kanıksanmışsa, kanıksandığı ölçüde de göze batmayan bir hale gelmiş demektir.
Özetle ufkumuz, gündelik yaşamımızın sınırında son bulmamalı.
Bağımsız bir kişilik geliştirmekse, neoliberalizmin çöküşe geçtiği günümüzde, yalnızca bizim ülkemizde değil, ileri kapitalist ülkelerde de zorlaşıyor. Kadın düşmanlığına varan cinsiyet ayrımcılığı, siyasal iktidarlara yakın olan çevrelerde; milliyetçi, dinci söylemlerle, çeşitli biçimlere bürünerek yeniden üretiliyor.
Kapitalizm, günümüzdeki biçimiyle neoliberalizm, gelecek için kadınlara ne vaat ediyor? İş? Çocuklar için ücretsiz yuva, kreş, okul? Sosyal güvence? Değil kadınlar, dünya için bir gelecek tasavvuruna sahip mi? Düne kadar insanın yok oluşu kaygısı vardı; artık dünyanın yok oluşu kaygısı öne çıktı. Dolayısıyla bizi bekleyen gelecek, ev kadınlığı ve anneliğe indirgenmiş bir yaşam ve onun getirdiği yaşamsal sorunlardır. O sorunlar olduğu gibi durduğu için de aynı konuları yineleyip duruyoruz. Sözgelimi, ev içi şiddet neden önlenemiyor? Şiddeti uygulayan bizzat erkekse bunun erkek himayesiyle önlenmesi beklenebilir mi? Ama erkek egemen kapitalizmin kadından ev ve bakım emeği, aile bireylerinin cinsiyetlerine uygun olarak yetiştirilmesi gibi hem maddi hem ideolojik çıkarları olduğu için her ne pahasına olursa olsun, ailenin çözülmesine izin vermeyecektir. (“Kadın da kırsın kazığını otursun”, bulduğuyla yetinsin!)
Ancak gözden kaçırılmaması gereken bir nokta var. Geniş kadın kitlelerinin zorluklar karşısındaki anti- kapitalist refleksleri tüm dünyada güçleniyor. Erkek egemen kapitalizmin gücünü zayıflatmak için kadınların çeşitli alanlarda ve aynı anda mücadele verdiklerine tanık oluyoruz. Kadınlar dış dünyaya güvensizliği, buna karşılık dayanışmanın verdiği güveni fark etmeye başladılar. Bütün mesele buna uygun bir politik dayanışma içine girebilmelerinde.
Elde ettiğimiz koşullu özgürlük de bize yetmiyor, bunu yaşayarak görmüyor muyuz? Davranışlarımız kısıtlanıyor, susturuluyoruz. Tabi olma konumundayken zaten başka türlüsü nasıl mümkün olabilir?
Peki, iş başındaki yönetimler gücünü küresel medyadan alıyor, zihnimizi kapitalizmin işine yarayacak sahte (fake) haberlerle doldurmaya çalışıyorlarsa, biz niçin özgürlüklerimizi genişletmek için iletişimi kolaylaştıran araçlardan yararlanmayalım ? İnternet, sokağa çıkmanın zorlukları karşısında sözümüzü ekranlarda duyurma, aynı zamanda sorun yaşadığımız alanların mercek altına alınıp sorgulandığı kanallara ulaşma olanağı -sağlıyor.
Sonuç olarak sömürülmemizden, ezilmemizden erkek egemen kapitalist sistem sorumludur. Gerçek anlamda özgürlüğe kavuşmamız da ondan kurtulmamıza bağlıdır.
Başka bir dünya hayalini hayata geçirmek için kolları sıvamanın tam zamanı!
Bizleri buluşturmak için de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü önemli bir fırsat!
* (Marcel Proust; “Simone de Beauvoir Aramızda”, Julia Kristeva, sf. 105, Sel Yayıncılık/ Kadın Kitaplığı)