İntihar ekonomisi
Ekonomik kriz derinleştikçe fiyatlar ve istihdam aynı yönde hareket etmektedir. Yani, işsizlik yükselirken fiyatların da yükseliyor olması, bireysel ve toplumsal sorunları derinleştirmektedir. Böylesi sıkıntılı durumlarda sendika, mahalle kültürü ya da devletin sigorta sistemi vb gibi bireye destek sağlayacak kurumların bulunmaması ya da kıtlığı, doğal olarak insanları bazı güç kararlar almaya itebilmektedir.
Ekonomi yazımında kalkınma ekonomisi, sanayi ekonomisi, tarım ekonomisi, hatta futbol ekonomisi gibi birçok inceleme ve tartışma alanı vardır. Her bir alanda yaşanan soruna ve içinde bulunulan koşullara bağlı olarak, sorunların çözümlenmesinde ve çözüme giden yolda ekonomik araçların nasıl kullanılacağı üzerinde durulur, çözüm yolları araştırılır. Toplumsal olayların irdelenmesinde temel belirleyici ekonomi olmakla beraber, bunun yanında sosyoloji, psikoloji vb gibi bilim dallarından da yararlanılır. Başlıkta kullanılan ifade, bu bağlamda, şaşırtıcı değil, açıklayıcı olmalıdır, diye düşünüyorum. Zira intihar olayı genellikle toplum tarafından, özellikle de siyasilerce psikoloji ile bağlantılı görülmekte ve ekonominin intiharla ilişkisine kuşkulu bakılmaktadır. Oysa münferit olaylar dışında, genel toplumsal olaylarda temel tetikleyici ekonomidir, psikoloji ve özellikle de sosyoloji ikincil faktörler olarak devreye girer. Ne var ki, özellikle de sosyoloji, siyasilerce oldukça koyu perdeleyici işlev görebileceğinden, ihmal edilmeden sıkça kullanılabilmektedir.
Hiç tereddüt etmeden bir noktayı derhal aydınlığa kavuşturayım ki, intihar olayının bireysel psikolojiyle alakası kesinlikle vardır, ancak, kimi siyasilerin adeta kabahati perdeler gibi, intiharı psikolojiye bağlayıp, arkasını irdelememeleri saflığın ötesinde, çok ciddi bir toplumsal saptırmadır. Evet, intiharlar ile psikoloji arsında bağlantı vardır. Ancak burada psikoloji ana sürükleyici süreç değil, olayı sona sürükleyen süreç olarak toplumsal ve/veya bireysel ekonomik koşulların etkisinde oluşan ara mekanizmadır. Bireyin intihara sürüklenirken içine düştüğü psikolojik süreç tamamıyla yaşanan olumsuz ve kötüleşen ekonomik ve ona bağlı olarak oluşan toplumsal koşulların bir sonucudur. Ne işsizliği gençlerin iş beğenmemeleri ile açıklayabiliriz, ne de intiharları psikolojik bozukluk ya da dinsel inançların zayıflığı gibi sudan sebeplerle geçiştirebiliriz. Yaşanan ekonomik sıkıntılar ve sıkıntılar karşısında siyasilerin güttüğü politika, halka karşı kullandığı dil ve davranış kalıpları insanların en kırılgan halinde onları intihara sürüklemektedir. İntihar olaylarının giderek yükselmesi karşısında psikolojide görülen bozulmaların sebebinin psikolojiyi derinden etkileyen toplumsal çevrede aranmasını gerektirmektedir. Bu bağlamda birey psikolojisini bozan en etkili toplumsal çevrenin yaşanan ekonomik koşullar olduğu ortadadır.
Yaşanan ekonomik ortamın birey üzerinde etkili ikili cephe önemlidir. Bunlardan birincisi, birey ile toplum arasındaki ilişkiyi koparan neoliberal politikalar, ikincisi ise bu ortamda bireyin karşı karşıya kaldığı ekonomik sıkıntılar ve çözümsüzlük halleridir. Neoliberal politikalar, yaygınlaştırdığı bireysellik politikalarıyla bireyi toplumdan, örgütlerden, hatta ailesinden kopartarak dalgalı denizin ortasında kaptansız bırakmaktadır. Önceleri özgürlük olarak algılanan bireyselleştirme politikası, örgütsüzleştirilen emeğin işsizlik karşısındaki çaresizliğinde deva olmak bir yana, derin çöküşe sürüklenmesine yol açtı. Zira artık her insana bir işletme gibi bakan sistem anlayışı, başarı ve başarısızlığından bireyin sorumlu olduğu duygusunu aşılayıp, yükselen sermaye hâkimiyeti karşısında bireysel yalnızlık ve güçsüzlüğünün en ücra dokulara kadar algılanmasını sağladı. Çıkış yollarının tıkandığı durumda insan çaresizdir ve bu ağır durumun yükü altında ezilerek, yükten kurutuluşun tek yolu olarak hayatına son verme çare olarak karşısına çıkar. Bu durum, uykuda yaşanan kâbustan uykuyu sonlandırarak kaçışa analojiktir.
Birey, yaşanan ekonomik sıkıntıları anlık değil de, geçmişte yapılan hataların birikimli sonucu olarak görmeye ve devamlı yaşamaya başlayınca, düşünüldüğünün aksine, duruma alışmaz, tam tersi, derin bir açmaza sürüklenir. Çözümsüzlüğün çözüldüğü yer ise, psikolojik algılama ortamının, yani yaşamın sonlandırılmasıdır.
Ekonomik kriz derinleştikçe fiyatlar ve istihdam aynı yönde hareket etmektedir. Yani, işsizlik yükselirken fiyatların da yükseliyor olması, bireysel ve toplumsal sorunları derinleştirmektedir. Böylesi sıkıntılı durumlarda sendika, mahalle kültürü ya da devletin sigorta sistemi vb gibi bireye destek sağlayacak kurumların bulunmaması ya da kıtlığı, doğal olarak insanları bazı güç kararlar almaya itebilmektedir.
İnsan ve eğitim planlamasının yapılmadığı ekonomimizde, her mahallede açılan gecekondu üniversitesinde okuyan gençler, okudukları kurumun kendilerine fazla bir yararı olmayacağını düşünerek, daha işin başında sıkıntı yaşamaktadırlar. Onun da ötesinde fazla işe yaramayan bu kurumlara yüksek ücretler ödeyerek, yaşam boyu külfete katlanmak, kapitalist sömürüyü en ücra hücrede duymaktır. Bir de bunun üzerine tuz biber misali, iftihar edilecek bir konu imiş gibi, siyasilerin her üniversite mezununun iş bulmasının söz konusu olamayacağı itirafı, bireyin sisteme ve siyasi kadro başta olmak üzere, topluma nefretinin yükselmesine, kendisinin böyle bir toplumla aidiyet bağının kopmasına yol açmaktadır.
Toplumsal sıkıntılar salt bireye yansıyan sorunlardan kaynaklanmaz. Genel toplumsal huzursuzluklar, siyasilerin toplumsal meselelere bakışının yansıması, ülkedeki adalet ve güvenlik sisteminin bireysel güveni sarsacak düzeye indirilmesi, toplumun adeta açık hapishaneye dönüştürüldüğü algısı yaratacak yönetsel sistem salt toplumsal sorun olarak algılanamaz, tüm böylesi sorunlar farklı bireysel yapılarda farklı olarak, her bireyde psikolojik sorunlara, depresyonlara yol açar. İstatistikler giderek anti-depresan ilaçlarda kullanım sıklığının arttığını göstermektedir. Bu gidişat tıp mensuplarını tedavi yönünden, siyasetçileri ise halk sağlığı yönünden ilgilendirir. Tıpçılar bu sorunları hafifletmek durumunda iken, siyasetçiler ortadan kaldırmak zorundadır. Yani, doktorlar sorunu tedavi edici, siyasetçiler ise sorunu ortadan kaldırıcı işlevle yükümlüdür. Diğer bir deyişle, tıp mensupları olaya dışsal olarak bakarken, siyasetçiler işin içinde, kazan dairesindedir. O nedenle, hiçbir siyasetçinin yükselen intihar olaylarını psikolojik bozukluk ya da inanç eksikliği ile açıklama lüksü yoktur. Ne var ki, sistemin yönetsel aracı konumundaki siyasetçi de kapitalizmin boyunduruğunda topluma bu zulmü uygularken, durumu saptırma ve meşrulaştırma görevi ile de yükümlüdür. Kapitalist sistemin siyasetçisi olmak, ahlak ölçüsü dışında kalır; zor zanaat olsa gerek!