Hayal satmak serbest!

Cemaat ruhunu oluşturmaya yönelik “Eti senin kemiği benim” anlayışıyla eğitiliyorlar.Cehennem korkusu, cennet vaadiyle yetiştiriliyorlar. Okula gönderilmiyorlar; çocuğun dini duyguları üzerinde zayıflatıcı etki yapar kaygısıyla olsa gerek… Ama bu tutum hem çocuğa hem de topluma zarar veriyor.

Tülin Tankut

Neoliberalizmle başlayan hukuk sistemi ve görece demokrasinin içi boşaltılarak erozyona uğratılması, tüm dünyada yönetimlerce farklı biçimlerde sürdürülüyor. Batıl inanç, hurafeler, dogmatizmin her türlüsü yalnızca siyasete değil, üniversitelere bile girebiliyor. Sömürü düzenini meşrulaştırmak ve yeniden üretmek için bilimi maniple etmekten dini öğretileri devreye sokmaya kadar her yola başvurmak mübah! Sonunda demokrasinin beşiği olarak anılan Fransa’da da Cumhurbaşkanı Macron, “laikliğin yumuşatılması” baskılarına dayanamayıp liberal laiklik anlayışına (1) teslim olduğunu itiraf etti.

Güçlü bir demokrasi geleneğine sahip olmayan ülkemizdeyse gidişat daha sancılı ilerlemekte.

“İrrasyonel” unsurların kamusal alanda kendine yer bulması, siyasete eklenmesi yönünde yapılan faaliyetler çoktandır biliniyordu. Süreç içerisinde toplumu tedirgin eden dinci kadrolaşmalara, görece demokratik ortamdan yararlanıp siyasal güç sahibi olma peşinde koşma çabalarına, tüm bu girişimlerin de din ve devletin kurumsal ayrılığına gölge düşürdüğüne tanık olduk.

Doğaldır ki bu arada neoliberalizmle birlikte canlandırılan cemaat yapılarına da gün doğdu; kamusal alanda görünürlüklerini artırdılar; toplumsal tabanlarını genişlettiler.

Bazıları toplumsal yarar sağlama anlamında ana akım medyanın gündemine gelemezken öğrenci yurtları, Kur’an kursu gibi kendilerine ait kurumlarda yaşanan çocuğa yönelik cinsel istismar vak’alarıyla artık gündemden düşmez oldular. Bunlardan sonuncusu, herkesin bildiği ve kamuoyunda infial yaratan, halen yankıları sürmekte olan altmışına merdiven dayamış bir tarikat şeyhinin yediği herze…

Ana akım medya vak’a karşısında fincancı katırlarını ürkütmeyen bir tutum benimsedi. Bazıları, vak’ayı basitleştirip kişiye ceza keserek (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaptığı gibi) tek yanlı yorumlarla olan biteni geçiştirmeye çalıştı. Ancak kişiyi teşhir etmekle çocuğa yönelik cinsel istismarın üstesinden gelinmiş olunmaz. Tarihsel-toplumsal olguları “hastalık” ya da “suça sığdırmanın” bir sonuç getirmediğini deneyimler göstermiştir.

Bireysel kötülüğü sorgularken eşitsizliğe dayalı toplumsal bağlamların gözden geçirilmesi gerekir. Tersi durumda olayı saptamadan öteye gidilemez.

Önce “vak’anın istisna (ayrıksı) olmadığının üzerinde durmaya çalışalım: Sözgelimi şeyh unvanıyla tanınan, kırk bin müridinin olduğu iddia edilen istismarcı, amacına ulaşırken hangi itkiler ve güdümlerle hareket etmiştir?

Tarikat, cemaat, vakıf v.b. oluşumlar şeffaf bir yapıda olmadıkları için yalnızca bağımsız gazeteci ve medya mensuplarının araştırmalarına dayanarak bazı yorumlar yapmakta güçlük çekilmiyor.

İslam dini tüm tek tanrılı dinler gibi, inananlara nefsiyle mücadeleyi emretmiştir. Bütün kutsal kitaplar da cinsel istismarı yasaklamıştır. Nefse hakimiyet cemaat yapılarında müritlere de hakimiyet anlamına geldiğinden şeyh (dini lider) için olmazsa olmaz bir özelliktir. Sorun da buradadır: Nefse hakimiyetin, “kendini tutmanın” ülküselleştirilmesi.

Laik yaşam tarzında da cinselliğin baskılanması söz konusudur. Ancak kişinin, karşısındakine zarar vermemesi için arzuya teslim olmaması beklenir; çünkü bireysel sorumluluk bunu gerektirmektedir.

Söz konusu şeyh ise koşullanmışlığı nedeniyle dinin öngördüğü düşünce kalıpları içinde hareket etmektedir. Koşullanma, kendi kendini doğrulama ve sürdürme temelinde gelişir. Dolayısıyla onu gözünde “vak’a” , yasaklanan, kınanan bir edim değildir. Ölçüsü vardır (!) Kutsallığa sığınarak niyetini, dinde günah olmayan “sıvazlamak” olarak nitelendirir. Aslında itirafını yaparken binlerce müride sahip, elini öptürme kuyruklarıyla trafiği aksatan bir şeyh değil, “kral çıplak” misali sıradan bir adam olduğu gerçeğini ortaya koyar. Kendini savunurken korkudan ne söylediğini bilmez. Gerçekleri, hasır altı edeyim derken açık ettiğini fark etmez. Oysa torunu yaşındaki kızı, hem emeğini hem cinselliğini sömürerek onu, belki de ömür boyu zihninden silemeyeceği çocukluğuna yabancılaştırıcı bir davranışa maruz bırakmıştır. Neyse ki küçük kız vak’ayı içine atmamış, babasıyla birlikte hak arayarak örnek bir davranışta bulunmuşlardır.

Şeyhin suçunu telafi etmek için bulduğu çözümler de inancının çerçevesinin dışına çıkmaz; çünkü evrenle ilgili görüşü rasyonellikten uzaktır. “Rüyalarını bilgi kaynağı olarak meşrulaştırmıştır.” (Küçük kızın babasına da gördüğü rüyadan mesaj aldığını, kızıyla evlenebileceğini, böylelikle kızının mehdi karısı olacağını ima eder.) Kısacası savunması tutarsız, temelsizdir. Zırva tevil götürmez!

Peki, bu sıradan kişi yapıp ettikleri konusunda bu cesareti nereden alıyor?

Sırasında pekâlâ “dünyevileşmeyi” biliyor. İş adamı gibi çalışıyor. Geniş arazilere sahip. Yurt dışında dergâhlar açıyor. Ama dokunulmazlığı varmış gibi ,suç oluşturacak faaliyetlerine göz yumuluyor. Sözgelimi kendini “mehdi” ilan ediyor. (Başka mehdiler olduğunu da öğreniyoruz.) Bazı şeyhler gibi o da “kendine insanüstü vasıflar atfediyor, cennette en ön saflarda bulunacağını” söylüyor , dolayısıyla yanında müritlerine de yer açacağı sözünü veriyor. (Hayal satmak da üstüne yok! )

Peki, ya para kaynakları? Yolsuzluk, hukuksuzluk? Soruşturma geçirmiş mi? Bu konuda şeffaflık olmadığından bilgi edinemiyoruz.

Bu örnekten de anlaşılacağı gibi, din alanı da zamanın ruhundan etkileniyor. Koşullara ayak uydurulabilmesi için (küreselleşme, serbest piyasa, dijitalleşme) din – dışı düzenlemelere baş vuruluyor. Değişimde güç ve çıkar ilişkileri, siyaset rol oynayabiliyor. Cemaat yapılarını yönetenler hakkında kendilerine bağlılık duyan saf, inançlı insanların iyi niyetlerini maddi- manevi, kötüye kullandıkları ; yoksullardan, emekçi müslüman kitlelerden bile para toplamaya tevessül ettikleri yolunda iddialar duyuyoruz. Kendi aralarındaki çıkar çatışmasına dayanan rekabeti, anlaşmazlıkları medyadan öğreniyoruz. Ama devlet tarafından yeterince denetlenmedikleri kesin.

En önemlisi de çocukların durumu. Altı yaşındaki kız ve erkek çocuklar Kur’an kurslarında eğitim görüyor. (Kaçak kurslar da var) Cemaat ruhunu oluşturmaya yönelik “Eti senin kemiği benim” anlayışıyla eğitiliyorlar.Cehennem korkusu, cennet vaadiyle yetiştiriliyorlar. Okula gönderilmiyorlar; çocuğun dini duyguları üzerinde zayıflatıcı etki yapar kaygısıyla olsa gerek… Ama bu tutum hem çocuğa hem de topluma zarar veriyor. Çocuğun bilim, felsefe, sanat, spor, müzik v.b. din- dışı alanlardan uzak tutulması, hayal gücünün baskı altında kalması, ketlenmiş cinsellik, tabular v.b. kısıtlamalar karşısında çocuk kendini gerçekleştirme olanağını nasıl bulsun? İnsan varoluşu, doğum- ölüm döngüsüne indirgenebilir mi? Hele de dine mal edilen hurafelerle insanlar nereye kadar yönetilebilir?

Kur’an kursunu bitirdikten sonra çocukların pek azı, yetişkinliklerinde iş bulabiliyor, o da eğitildikleri çevre içinde …Geri kalanlar laik eğitimden geçmedikleri için iş bulmakta zorlanıyorlar. Hal böyleyken aralarından kendini toplumda dışlanmış hissedenler, sorunlu kişiler çıkmayacak mıdır?

Çağdaş toplumda, miadını doldurmuş tarihsel-dinsel yapılara duyulan ihtiyaç abartılmış gibi görünüyor. Bu ısrar niye? Çağımızda tarihsel-toplumsal gelişmeden yalıtılmış bir devlet tahayyülü düşünülebilir mi? (2)

Eğer toplumda dinsel yol gösterici için talep olduğu gerekçesiyle ısrar sürecekse o zaman da bu yapılar hukuk çerçevesinde denetlenmelidir. Siyaset alanında güç odağı olmaları engellenmeli, dinin devlet işlerine alet edilmesine son verilmelidir. (3)

Unutmayalım ki kapitalizm, toplumdaki ırk, sınıf, cinsiyet v.b. çelişkileri bastırarak, kişinin nesnel bir seçim yapabilme olanağını ortadan kaldırır. Bu yüzden çağımızda dünyanın gerçek ihtiyacı, kapitalizm illetinden kurtulmak, yerine insana yaraşır bir düzenin kurulması için çaba harcamaktır. Bunun da ilk koşulu çağımızın koşullarına uygun yurttaşlar yetiştirmektir.

DİPNOT:
1) Laikliği bulandıran liberal laiklik anlayışı, “dinlerin kamusal alanda yerlerinin olması”görüşünde.
2) Bazıları, laikliğe karşı olduklarını, İslamı yaymayı ve yeryüzünde egemen kılmayı amaçladıklarını saklamıyorlar.
3) Dünyada ve bizde siyasi partilerin hemen hemen tümünün tarikat bağlantıları olduğu iddia ediliyor.