Kutsal davanın ideolojik aygıtları
Yeni Türkiye’de İmam Hatipler, Diyanet İşleri, dini vakıflar ve cemaatler iktidarın ayrıcalıklı ideolojik aygıtları olarak kamu kaynaklarını paylaşıyor.
Sekiz yıllık kesintisiz temel eğitim kaldırıldıktan sonra getirilen 4+4+4 sistemiyle birlikte ilk kez ortaokul düzeyinde eğitim vermeye başlayan imam hatipler, açılan ya da dönüştürülen okul sayısındaki artışa karşın öğrenci nüfusundaki azalmayı durduramıyor. İdeolojik hayallere uygun gençler yetiştirmek üzere ihya edilen imam hatip okulları, iktidarın beklentilerini karşılamakta yetersiz kalıyor. LGS’ye giren imam hatip ortaokulu mezunlarının yarısının imam hatip lisesini tercih etmediği; ilk tercihine imam hatipleri yazanların oranının ise yüzde 11,1’de kaldığı görülüyor[1].
Ensar Vakfı’na bağlı Değerler Eğitimi Merkezi’nin yaptığı bir araştırmada ise imam hatip öğrencilerinin yüzde 73’ü, “ikinci şansım olsa başka bir okul türünü seçerdim” diyor. Araştırmaya katılanların sadece yüzde 17’sinin din görevlisi ya da ilahiyatçı olmak istemesi [2] de AKP’nin imam hatip okullarını, ‘kutsal dava’sına hizmet eden ideolojik bir aygıt olarak sahiplendiğini gösteriyor. Kamuoyunda oluşturulmak istenen olumlu algıya karşın, imam hatip liselerinin üniversite sınavlarındaki başarı oranları da günden güne geriliyor[3]. Dolayısıyla başta fen liseleri olmak üzere diğer lise türlerinden mezun öğrenciler ‘yüzünden’ din devleti için gereken hukukçu, doktor, iktisatçı ya da mühendis yetiştirme hedefi akamete uğruyor.
İktidar, piyasacı ekonomiye göre formatlanmış kapitalist eğitim sistemini, dinsel ideolojik önceliklerine göre eğip büktüğü için imam hatip okullarından ve cemaatlerden devşirilen görece liyakatsiz yandaşlar, kolayca kamu kurumlarına yerleşiyor. Liyakat sahibi diplomalı işsizler ise sistem dışına itiliyor. Hoyratça harcanan kaynaklar ve yetişmiş insan gücü, ülkenin gerçek beka sorunu olarak günden güne büyüyor. AKP, on sekiz yıldır istihdama dayalı verimli bir ekonomik model yerine yerli ve yabancı yandaşları kayırdığı özelleştirme politikalarıyla hazırdan yemeyi ve faizle borçlanmayı tercih etti. Kutsal davaya göre yabancı finans kuruluşlarına ödenen faiz, alana haram verene caiz olarak kabul edildiği için, döviz cinsinden yüksek faizle borçlanma politikası hâlâ sürdürülüyor! Dinsel öğretinin dogmatik buyrukları, liberal ekonominin kurallarıyla çeliştiği zaman Erenler, faizin adını kâr payı olarak değiştirip huzura eriyor.
Batılı ülkeler laiklikle kavga etmiyor
AB ülkelerinde ve Amerika’da din dersleri, öğrencilere zorunlu veya seçmeli olarak okutuluyor. Hatta, okullardaki eğitim programları çoğunlukla Katolik, Protestan, Ortodoks ya da Anglikan mezheplerini temsil eden kiliselerin anlayışına uygun olarak düzenleniyor. Ancak hiçbir ülkenin hükümeti, anayasanın çizdiği seküler konumunun dışına çıkmıyor. Bizde ise 2008 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından laiklik karşıtı eylemlerin odağı olarak hüküm giyen AKP hükümeti, yıllara yaydığı anti-laik bir adli kadrolaşma hareketiyle dokunulmazlık zırhına sahip olabiliyor. Bu bağlamda, bir cemaat şeyhinin geçenlerde Youtube üzerinden yayın yaptığı televizyon kanalında müritlerine hitaben söylediği ibretlik bir kaç cümleyi anımsamak gerekir: “Hizmetten kopma yok, ticaretten kopma yok. Hele İslami devlet olsun; en güzel sarığı biz saracağız, en güzel cübbeleri biz giyeceğiz. Vakti, saati var her şeyin. Tayyip Bey ‘bekleyin’ dedi; Ayasofya’yı açtı”[4].
Çağdaş bir iletişim kanalı üzerinden çağ dışı bir İslami devlet için müritlere sabır telkin edilmesi, demokrasi cenneti bir hukuk devletinde ifade özgürlüğü kapsamına dahil edilebilir… Peki bu İslami devleti, icra makamının zirvesindeki tek adamın kuracağını ima eden kişi, savcılar tarafından saygın bir cemaat şeyhi olarak mı, yoksa bir meczup olarak mı kabul edilir? Cumhurbaşkanı’nı zan altında bırakan bir ifade için soruşturma açılması gerekmez mi? Dahası, iktidarın himayesini vurgulayan ‘hizmete ve ticarete devam’ mesajı da eklendiğinde yukarıda kısmen alıntılanan ifadelerin neredeyse tümü, soruşturma açılması yönünde hukuki bir değerlendirmeyi hak ediyor.
Demokratik sistem anti-laik olamaz
Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine göre laikliğin teminatı olarak yapılandırılan T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın temel amacı, din hizmetlerinin devlet eliyle verilmesini sağlamaktı. Böylelikle müminler, cemaat ve tarikatların tasallutundan korunacaktı. Ancak yıllar içinde bu tür inanç örgütlenmeleri oy deposu olarak görüldükleri için iktidarlar sayesinde palazlandılar. AKP hükümeti de yaşadığı Fetö deneyimine karşın farklı cemaatlerle yapışık kardeşliğini ısrarla sürdürüyor. Diyanet İşleri Başkanlığı ise kuruluş misyonunu yadsıyarak dinci cemaatlerdeki İslami devlet hayalini canlı tutuyor. Diyanet’in başındaki kişi, Katoliklerin ruhani lideri Papa’ya özenirmiş gibi ülkenin her yerinde süslü cübbesiyle boy gösteriyor. Yeni Türkiye’de Diyanet İşleri, İmam Hatipler, dini vakıflar ve cemaatler, iktidarın ayrıcalıklı ideolojik aygıtları olarak kamu kaynaklarını paylaşıyor.
Laiklik karşıtı Anayasa ihlallerini ne yazık ki muhalif kesimler bile kanıksamış görünüyor. Ana muhalefet partisi, kendinden çok daha küçük oy yüzdelerine sahip ‘dostlarını’ incitmemek için laiklik kavramını dile getirmekten özenle kaçınıyor. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan laik devlet ilkesinin gereği olarak siyasal iktidar, tüm inançlara ve inançsızlıklara karşı tarafsız olmalıdır. Dolayısıyla muhalefetin hem iktidara, hem Diyanet’e hem de cemaat şeyhlerine gür bir sesle yanıt vermesi anayasal sorumluluğudur. Güçlendirilmiş demokratik parlamenter sistem ideali için bir araya geldiğini söyleyen Millet İttifakı’nın bileşenleri, benimsedikleri laiklik anlayışını topluma açıkça anlatmalıdır. Anti-laik bir demokratik sistem olamayacağına göre Millet İttifakı ve diğer muhalif partiler, oy ve ittifak hesabı yapmadan kamuoyunu bu konuda bilinçlendirmelidir. Dinin dünyevi çıkarlar için kullanılmasına karşı çıkan imam hatipli öğrenciler arasında bile deizm ve ateizm konuları tartışılıyorsa muhalefet, devletin inançlar karşısındaki tarafsız tutumunu temsil eden laiklik sorunsalını acilen gündeme taşımalıdır.
1950’li yıllardan bugüne değin ABD destekli yerli popülist iktidarlar tarafından kışkırtılan dinci gericiliğe karşın toplumdaki milliyetçi damar, din devleti idealiyle barışmamıştır. Milliyetçilik, Türk-İslam sentezinin de ana eksenidir. Cumhur İttifakı’nın ‘yerli ve milli’ sloganı da bunu doğrulamaktadır. Liderlerin inisiyatifinde yürüyen iktidar ittifakı oy kaybettikçe çıkar ortaklığının işlevsizleşmesi ve İslamcı kanat ile Türkçü kanat arasındaki ideolojik çelişkilerin görünür hale gelmesi muhtemeldir. Oy artırmak yerine oy kaybetmemek için yürütülen siyasetin, muhalefete olmasa da er geç zamana yenilmesi kaderin cilvesidir…
[1] https://gazetemanifesto.com/2020/bakan-selcukun-reklami-da-tutmadi-imam-hatipler-bos-kaldi-376939/
[2] https://www.birgun.net/haber/simdiki-aklim-olsa-imam-hatip-secmem-312021
[3] https://www.dogrulukpayi.com/bulten/universiteye-yerlesmede-hangi-okullar-daha-basarili
[4] https://www.birgun.net/haber/tarikat-seyhinden-muritlerine-devletin-kontrol-mekanizmalarinda-olalim-cagrisi-312269