Masum görüntülü habis proje
Herkese, üniversal standartlarla, konumundan ve durumundan bağımsız olarak belirli miktarda kamusal ödeme yapılmasının planlandığı proje, kuşkusuz ve derinlemesine incelenmeden halka satılmaya çalışılmaktadır.
Marks’ın Bay Vogt başlıklı ufak bir kitabı vardır. Bu risale, kendisinin Allgemaine Zeitung’daki yazılarına yönelik tahkir edici kitapçığa yanıt olarak yazılmış. Kitabın alt başlığı ise fevkalade iğneleyici ve uyarıcıdır: “İşçi Hareketlerine Sızmış Bir Casus”! Bu hikâyeyi tüm dostların bildiği kesindir. Bu nedenle, ben bu yazıda ne Marks’ın kitabından ne de bu kitabın yazılmasına yol açan olaydan söz etmek istiyorum. Bugünkü konumuzu, Marks’ın söz edilen risalesinden esinlenerek, ancak projeyi ısrarla savunanlara saygısızlığa da yer vermeden, emek cephesine ve yoksul halk kesimine yedirilmeye çalışılan proje oluşturmaktadır: Temel Vatandaşlık Geliri!
Projenin yaftası olarak verilen Temel Vatandaşlık Geliri kavramı, Türkiye’ye uyarlamaya çalışılan modelin birçok adlarından biri olup, Türkiye’ye en çok uyduğu ya da anketlerde en fazla rağbet gördüğü ifade edilendir. İsim ne olursa olsun, pandeminin oluşturduğu fevkalade olumsuz ortamı ve, yetersiz miktarda da olsa, devletin uygulamaya koyduğu bazı yardımlar ortamını uygun zemin olarak saptayan güçler, geçmişte kısmen denenmiş bir uygulamayı bu kez yeniden pişirerek yeni ve ilk algılanmasıyla aldatıcı şekilde fevkalade olumlu görüntüde Truva atın misali halklara yutturmaya çalışmaktalar. Herkese, üniversal standartlarla, konumundan ve durumundan bağımsız olarak belirli miktarda kamusal ödeme yapılmasının planlandığı proje, kuşkusuz ve derinlemesine incelenmeden halka satılmaya çalışılmaktadır. Rastlantısal olarak bulunduğum ilk görüşmeler esnasında böyle bir projenin tüm sakıncalarını dikkate alarak dahi ancak tüm toplumu temsil yetkisi haiz parlamentonun uygulamaya koyabileceği itirazıma karşın, tam tersi, bu projenin bugünkü yönetim tarzına benzer tek kişi hâkimiyetinde devreye alınmasının gerektiği ileri sürülmüş idi. Böylesine ısrarla her ortamda hararetle savunulan projeyi derinliğine anlayabilmek için, giriş söylemlerini bir tarafa bırakarak, henüz detaylandırılmamış olmakla beraber, projenin kapitalist sistemde olası yapısal konumlanması üzerinde fikir tartışması yapalım. Bu yaklaşımda, projenin detayları bilinmeden kabul ya da ret edilemeyeceği gibi politik manevralarla karşılaşabiliriz. Ancak, bilinmeli ki, her iktisatçı genel hatları ortaya çıkmış bir projenin belirli koşullarda uygulanma sonucunu tahmin edebilir, hatta “niyet okuma” olarak ön tahminlerde dahi bulunabilir. Niyet okuma sürecinde tahmin edilen olası sonuçlara değil de, bizzat yönteme karşı muhalefet, girişimin olası sonuçlarının alenileştirilmesinin engellenmesinden başka bir sebebe dayandırılamaz. O nedenle, hiç çekinmeden, almış olduğumuz bilimsel etik davranış kodu çerçevesinde, niyet okuma dahi olsa, bu kapitalist projenin olası hedefini ve sonuçlarını ortaya koymaya çalışmalıyız.
Proje detaylandırılmadığı için bu yazıda kantitatif analizlere girilmeyecektir. Ancak, şu kadarını söyleyebilirim ki, 85 milyonluk bir ülkede herkese yaklaşık asgari ücret ya da ücretsiz izin parası kadar gelir dahi verilse inanılmaz bir meblağ karşımıza çıkmaktadır. Fakat bu ilk yaklaşım dahi bize projenin sinsi kanalları hakkında bir fikir vermektedir. Gayet açıkça söyleyebilirim ki, değil Türkiye, en ileri Bati ekonomisi dahi var olan sosyal harcamalarına ilaveten böyle bir yükü kesinlikle kaldıramaz. O zaman karşımıza hemen şu soru çıkmaktadır: tüm hizmetler piyasaya terk edilmiş olarak kamu sadece fert başına belirli ödeme yapmakla mı sorumlu olacaktır? Eğer proje böyle bir hedefe yönelikse toplumda inanılmaz bir yoksullaşma ve eşitsizlik ortaya çıkacaktır. Hatta denebilir ki, bu proje İkinci Paylaşım Savaşı ertesinden 1970’lerin ortalarına dek sürdürülen “pembe dönem” sosyal politikaları bir yana, hatta Wagner’in Otto von Bismarck’a kabul ettirdiği ilk sosyal politika uygulamalarından dahi daha sefil bir projedir. Kapitalizmin bu aşamasında, güç dağılımının bu tablosu karşısında başka çözüm zaten söz konusu olamazdı, aksi durum güç ve sömürür yönetimine aykırı olurdu!
Habis projenin Avrupa İnsan Hakları Beyannamesi gibi kimler tarafından ve hangi dönemde ve hangi amaçla yapıldığı konusuna, kaynağın sağlanma yerini tartışmaya açmadan, şimdilik aşağıdaki ana konulara parmak basmakla yetinelim.
Birincisi, proje ile birlikte halen var olan kamusal destek ya da sigorta da dâhil tüm hizmetler devam edecek midir, yoksa sağlık, eğitim ve genel sigorta hizmetleri de dâhil kamu fonlarından ya da parafiskal sistemle finanse edilen tüm hizmetler piyasaya mı terk edilecektir? Bir insanın olağan ya da çözülen kapitalizmde işsizlik, yaşlılık, sakatlık vb sigorta hizmetlerine ilaveten, sağlık ve eğitim gibi bedeni ve zihni gelişimi için alması gereken hizmetlerden oluşan ihtiyaçlarının makul düzeyde karşılanması durumunda bunlara ilaveten vatandaşlık geliri gibi detayı bilinmeyen bir gelir kaynağına ihtiyaç söz konusu olamaz. Bu sav geçerli olduğu durumda, hangi gerekçe ile söz konusu hizmetleri iyileştirip, geliştirmek yerine temel gelir diye bir kavramı gündeme getirmenin hiçbir gerekçesi yoktur. Kaldı ki, bir dizi ileri ülkede uygulandığı gibi asgari gelir düzeyini garanti eden negatif gelir vergisi sistemi ya da farklı tekniklerle uygulamaya sokulabilen gelir vergisi sistemi de teknik olarak bu konuda mükemmel bir araçtır.
İkincisi, hiçbir ayırım yapılmadan tüm fertlere yapılacak aynı miktar ödeme, farklı gelir guruplarında daha büyük bir adaletsizliğe yol açabilecektir. Zira eşitsiz koşullarda eşit muamele eşitsizliği daha da derinleştirir. Böylesi sabit sistem uygulamasında varsıl kişiler haklarını yoksullara devreder konuma gelirse, yoksul kamu ile mi yoksa varsıl ile mi karşı karşıya gelmiş olacaktır. Günümüzün sosyal güvenlik sisteminin insanları incittiği söylentisi bu durumda daha da şiddetli olarak sahneye çıkmış olacaktır. Projenin kaynağının az sayıda insanın sahip olduğu ileri teknoloji sermayesi ile sağladığı yüksek gelirlerden geliyor olması, arada yer alan devleti bir an yok varsaydığımızda, aslında bir avuç varsılın binlerce ve milyonlarca çağdaş köleyi sistemde tutabilmek için tüm ihtiyaçlarını karşılamaya asla yetmeyecek boğaz tokluğu geliri ile finanse ettiği savlanır.
Üçüncü olarak, temel kamu hizmetlerinin ve sigorta sistemlerinin ani veya tedricen vatandaşlık geliri ile ikamesi durumunda herkes sadece kendi geliri ile tüm ihtiyaçlarını karşılayacak durumda olacağından, sağlık vb sebeple yükselen ihtiyaçlar koşulunda birey ileri derece yoksulluğa savrularak, her işi köle gibi sadece boğaz tokluğuna kabul etmeye razı konuma gelebilecektir. Kapitalizmin bu aşamasında ve böyle bir sistemde emeğin özgürleşmesinin savunulması akla zarar bir yaklaşımdır. Özellikle emekten konuşurken, özgürlük adına ve sürekli olarak değişim değerini haiz meta (hizmet) üretiminde yer almayan emeğe tanımlanmış işsizlik sigortası gibi sistemler dışında ödeme yapılması benimsenemez. Böyle bir yaklaşım ne ana-akım ekonomi sisteminde ne de Marksizm’de kendisine olumlu bir yer bulabilir. Zira böyle bir ödenti, çalışan varsılların topluma değer üretmeyip sorumsuz davranış sergileyenleri finanse etmesi anlamına gelir ki, bunun özgürlüklerle ya da adalet ve insan hakkı ile bir ilgisi söz konusu olamaz. Ne Marksist anlamda emeğin özgürleşmesi, ne de Paul Lafargue’ın “tembellik hakkı” felsefesi buna uyar.
Dördüncü mesele ise, bu projenin işaret ettiği yönelişin sol akımları ve ideolojileri frenleyici ve sermaye yanlı olması ile ilgilidir. Gerek Bismarck gerek pembe dönemde uygulanan sosyal devlet politikaları özünde sol olmamakla beraber, hatta sol sisteme karşı kapitalizme kalkan işlevi görmüş olmakla beraber, belki de kapitalistlerin akıllarının günümüzdeki kadar cinleşmediği nedeniyle olsa gerek, kullandığı araçlarla kapitalizme değil, sol eğilimlere kapı aralamıştır. Şöyle ki, söz konusu politikalar, daha önceleri piyasa sisteminde sunulan eğitim gibi bazı hizmetleri “değerlendirilmiş mal” olarak devletleştirmiş ve kamusal hizmet olarak bedelsiz topluma sunmuştur. Bu uygulamanın telkin ettiği ideoloji sağ olmayıp, soldur. O nedenledir ki, sosyal demokrasi politikaları dahi günümüzde toplumlara yedirilmeye çalışılan temel gelir projesine göre daha sol ruhludur ve bu yönü ile daha üstündür. Hal böyle olunca, düşünülmesi gereken nokta, eğer genel halk özellikle de işsizliğin yaygınlaştığı ve derinleştiği dönemde emekçiler düşünülüyor idi ise, hangi gerekçe ile uygulanmış sosyal politikaların daha da geliştirilmesi ve iyileştirilmesi yoluna gidilmeyip, onun yerine yaftasında “gelir”, hatta “karşılıksız gelir” gibi insanı cezbeden söylemlerin bulunduğu yepyeni bir proje toplumların önüne getirildiği düşündürücüdür. Bu ısrarlı girişimin geçerli sebebinin emekçilerden çok sermaye lehine olduğunu ileri sürmek akla ve mantığa aykırı değildir. Hangi yafta ile anılırsa anılsın tüm sosyal politikaların katma değerden, daha doğrusu artık değerden pay aldığı, bu nedenle de sermaye birikimi aleyhine sonuç oluşturduğu bilinen bir gerçektir. Bu durumda, sermaye-devlet ilişkisi bağlamında temel gelir projesinin kamunun sunduğu sosyal hizmetler yerine devreye koyulacağı ya da tedrici olarak projeler arasında ikame yapılacağı oldukça nettir. Tabiatı yıpratan, doğayı tüketen azgın kapitalizm son hamlesini bazı parlak ifade ve albenili propagandalarla katma değerden emeğe ve genel halka sosyal yardım ya da destek faaliyetleri ile aktarılan paya da el koymaya çalışmaktadır.
Pandemi sürecinde ya da her koşulda kapitalist sistem içinde kalındığı sürece doğal olarak sosyal desteklerden yararlanılacak, hatta onların geliştirilmesine çalışılmalıdır. Ancak, atılacak her adımın, içinde bulunulan zorluk ne olursa olsun, sol araçlardan çok kapitalist araçlara yöneliş biçiminde olmamasına özel özen gösterilmelidir. Geçici bir süre için kabul edilebilecek reformist politikaların dahi mutlaka sol araçlar dokusunda olmasına, sağ eğilimlere kesinlikle ödün verilmemesine özen gösterilmelidir. Temel vatandaşlık geliri gibi, sol yönelimli araçları dışlayan ve sağ ideolojilere yönelik politikalara tüm albenilerine rağmen prim verilmemelidir.
Temel Vatandaşlık Geliri tartışılırken, her şeyden önce şu soru sorulmalıdır: Devletin eğitim, sağlık, genel sigorta vb temel kamusal refah harcamalarının devamı koşuluyla mı TVG uygulanacak, yoksa tüm kamusal hizmetler piyasaya terk edilip vatandaşlara belli miktarda para verilerek, bu para ile sınırlı olarak ihtiyaçlarını gidermesi mi telkin edilecektir?