Solun yeni yalancı baharı: Yetmez ama Biden
ABD hükümetinin yeni hegemonya stratejisi gereği birçok bölgede yavaşlatmak zorunda kaldığı saldırganlığı yeniden arttırma vaadine rağmen kendisini dünya barışı savunucusu olarak gösterebilen bir ABD başkanı ve bunu “Yetmez ama Biden” diyerek karşılayan hâkim bir kamuoyu ile karşı karşıyayız. Buradan çıkış Sol/Sosyalist muhalefetin kendisi ile imtihanı olacaktır.
Serkan Şimşek
Bu yazıyı ABD Seçimlerini kazanan adayın Biden olduğu kesinleştikten hemen sonra yazmaya başladım. Ancak yazmama sebep olan şey zamanlamanın kendisinden çok, her kesimden Sol/Sosyalist muhalefete hâkim olan iyimser hava ve en sonunda da bu seçim sonuçlarının sol siyaset adına olumlu bir ivme kazandırdığını düşünmeyenlere yönelik olarak bir radyo programında söylenen “nedir bu gizli Trump hayranlığı, canım?” lafını duymam oldu. Mesele Biden ya da Trump arasında hangisinin daha iyi olduğu ve geleceğe dair hangi seçeneğin daha kabul edilebilir ihtimaller doğurduğu tartışması değil. Bu konuda farklı fikirlerin olması, konuşulanların gelecek ile ilgili olmasından dolayı oldukça normaldir.
Mesele, Sol/Sosyalist muhalefette hâkim olan yöntem ve perspektif kaybının bir şekilde su üstüne her defasında kolaylıkla tekrar çıkacak kadar derin yerleşmiş olmasıdır. Sol’da, umutla siyaset yapmak isterken yalancı çoban durumuna düşmek sık sık karşılaşılan bir durumdur. Bu daha çok tekrarlı bir “hata” olarak adlandırılabilir. Ancak bu yazının başlığına ilham veren “Yetmez Ama Evet” garabeti (zamanında bu siyasete yönelik hemen bütün eleştirilere “gizli darbecilik” suçlaması ile karşılık verilmesi ile şimdi duyduğumda bende eski çağrışımları canlandıran “gizli Trump hayranlığı” cevabının arasındaki benzerliğin altını çizmek istiyorum) ve bunun farklı şekillerde kendisini sürekli göstermesi ise tahlil edilmesi gereken siyasi-patolojik bir tavırdır.
Burada sorunlu olan, tarihin akışında yatan fırsatların değerlendirilmeye çalışılması ve Sol/Sosyalist siyasete iyimserlik aşılama çabası değildir. Muhalif siyaset bu imkanların biraz da irade ve çaba ile yaratılmasını gerektirir. Konjonktüre müdahaleler, devrimci öznelerin sahip olması gereken iddialardır ve gereklidir, ancak her iddia gibi hataları da barındırır. Dünyanın her yerinde devrimci siyaset tarihi bu tarz “ilerici” hatalarla doludur. Ancak ABD seçimleri ile hâkim şekilde yeniden hortlayan ise “Yetmez Ama Evet” siyasetinde kendisini gösteren bir perspektif kaybıdır. Bu kayıp, Sol/Sosyalist muhalefeti imkânsız hale getirmeseydi ve geleceğe dönük bir yöntem sorununu kronikleştirmeseydi üzerinde durmaya değmeyecek bir ayrıntı olabilir, kişisel savrulmalar olarak kabul edilebilirdi. Her şekliyle emperyalist, gerici bir siyasetçi olan Trump’a karşıtlık üzerinden yine emperyalist, gerici bir siyasetçi olan Biden’ın meşru görülmesi, özdeşlik kurulması, desteklenmesi ve bunun sonucunda da doğal olarak emperyalizmin en güçlü merkezindeki bir yenilenmenin yüceltilmesi daha derinde yatan yapısal problemlere işaret edebilecek bir semptomdur. Perdenin görünen tarafındaki kişilerin bireysel karizmalarının arkasında yatan sistemin ve eleştirisinin bir kenara koyulması, söylenegeldiği gibi bir ümide sarılmak ve ışığı çoğaltmak iradesini değil, ilerici Sol/Sosyalist muhalefetin zorunlu olarak sistem içine çekilmesini ve orada hapsedilerek kendiliksizleşmesini sağlayacak bir siyasetsizlik tavrını işaret etmektedir. Sonucu ne olursa olsun, Biden ve Trump arasında var olan çekişmeye karşı Sol/Sosyalist muhalefetin yapması gereken şey; söylem alanında konuya dair bütün derin tahlillerle birlikte objektif mesafeyi kaybetmemek ve emperyalist-kapitalist sistemin kendisini yeniden nasıl düzenlediğini analitik bir şekilde takip etmektir. Sistemin siyasal ve ideolojik eleştirisine imkân oluşturacak sahneyi korumaktır. Sol/Sosyalist siyaseti geleceğe taşıyacak olan köprü budur.
Sorulması gereken soru; emperyalist-kapitalist sistemin merkezinde egemenlerin bu değişimi neden gerekli gördüğüdür. “Egemenler” derken en temelde mali-bürokratik-askeri sermayeyi elinde bulunduran sınıfları, “sistem” derken de bunların oluşturduğu çok merkezli hiyerarşilerin ve karmaşık etkileşimlerin oluşturduğu dinamiklerin (sadece siyasal, ekonomik, askeri değil aynı zamanda ve özellikle ideolojik) tümünü kastediyorum. Unutmamak gerekir ki burjuva demokrasilerinde kararı tekeller verir, bu karar halka onaylatılır. Halk, bu dinamiklerden bağımsız sınıf siyasetini üretemedikçe sistemin sadece parametresi olmaya devam eder ve nitelikleri değil nicelikleri belirler.
Bütün sistemler gibi emperyalist-kapitalist sistem de belli bir davranışla kendini genişleterek devam ettirmeye uğraşır. Karmaşık bir ağ yapı olan sistem (karmaşıklık konunun nesnel özelliğidir, kesinlikle postmodern bir yapı değildir) kendisini daha gelişkin koşullarda yeniden üretmeye çabalar. Bunu yaparken attığı adımlar ile yaşamın mümkün her noktasına sonsuz sayıda vektör oluşur. Bu vektörlerin taşıyıcısı aktörler siyaset sahnesinde yer alır ve bu karakterler ile tarih arasındaki meşhur diyalektik devam eder. Ancak her adım sisteme yeni biçimler verirken, o anda tali olan kapıları açık bırakır. Seçimler de bu açıklıkların yarattığı boşlukları doldurmak için işlev kazanır. Sistem iktidar değişikliklerine ihtiyaç duyar. Açık bıraktığı ve geri kalan diğer yerlerini onarmak ve ileri götürmek konusunda diğer taraftan kişiler sahnede görünür ve daha sonraki diğer atılımlar için bu sefer de diğer taraftan görevlendirilmişler gelir. Dolayısıyla Trump’ın Biden tarafından yenilgiye uğratılmasında; barış, demokrasi, özgürlük, eşitlik, dünya halklarının çıkarı gibi konularda sevinecek bir şey göremiyorum, tam tersine sistemin politik katmanlarında kendisini yeniden üretme yeteneğine sahip olduğunu, bir tıkanma yaşamadığını görüyorum.
Emperyalist-kapitalist sistemin merkezinde şu anda dönüşüm ne kadar gerekli? Buna ABD finans-kapital çetesi karar verir, doğal olarak seçim sonuçlarına da. Evet sistem içi bir çatışma var ancak bu birinin diğerini yok ettiği, ezdiği değil, klikler ve odaklar arası oldukça geçirgen bir çelişkiler yumağı şeklindedir. Seçim sonuçlarının bir türlü net olmamasının sebebi de bu karmaşadır. Fakat sistem içi bu yönelimleri iki adayda cisimleşmiş özelliklerin çatışması olarak görmek yanlıştır. Somutlamak gerekirse; Biden ile Trump arasındaki çekişmeyi; küreselciler – ulus devletçiler, demokratlar – diktatörcüler, liberaller – statükocular, kıyı aydınları – orta Amerika çomarları arasındaki bir ikilik olarak değerlendirmek yanlıştır. Adayların söylem farkları ve karizmaları üzerinden gerçeklilerini değerlendirmek liberal bir bakıştır ve bunlardan birini desteklemek Sol/Sosyalist siyaset için yöntemsel bir çöküştür. Burjuva siyasetinde söylemler perdedir, gerçek siyasetin üzerini örtmeye yarar. Siyaset söylemlerin arkasında yapılandır ve günlük bakışa kapalıdır. Elbette yine de analiz edilecek somutluğa sahip yegâne olgulardır; ancak gerçekliğin bir temsili olarak değil perdesi olarak ele alınmalıdır ve sistemin iç gerçekliğini anlamak için aralanmalıdır. Bu bakışla “dünyada güzel şeyler de oluyor” saflığından kurtulmalı ve Sol/Sosyalist siyaset açısından sorulması gereken sorulara odaklanmalıyız. Soruları biraz daha netleştirmek gerekirse: Yukarıda nitelikleri belirtilen karmaşık hiyerarşik yapının içerisindeki çelişkiler, iki adayda belirginleşen bu söylemleri neden üretmiştir? Emperyalist-kapitalist sistemin dünyada istikrar kaybeden hegemonyasını (ideolojik-iktisadi-askeri) yeniden kurmak için Sol’daki insanlara şaşırtıcı derecede hâkim olacak söylemlere geçişi nasıl hasıl olmuştur?
Bu yazının konusu bu sorulara cevap bulmaktan çok ilgili sorulara ulaşmak ve Sol/Sosyalist muhalefette asıl belirleyici analizin bu perspektifle yapılması gereğini önermektir. Söylem alanındaki bu ray değişikliği yeniden bir dönüşüme işaret etmektedir. İlginç olansa bu dönüşümün belli aralıklarda süreklilik arz etmesine ve yukarıda bahsedildiği gibi bir önceki atılımın açıklarını kapamak ve geliştirmek üzere yeniden üretilmesine rağmen her seferinde Sol’daki insanlarda benzer aldanmayı yeniden yaratabilmesidir. Sadece yakın tarihe bakıldığında baba Bush – Clinton – oğul Bush – Obama – Trump – Biden dönüşümlerindeki bu tekrarlı yapıyı iyi okumak gerekir. (Aynı yapıyı “Avrupa Demokrasisi” için de rahatlıkla önerebiliriz: Chirac – Sarkozy – Hollande – Macron gelgitleri. Bu benzerlikleri beraber düşünmek oldukça açıklayıcı olabilir.)
Bu tekrarların her seferinde insanlar aynı çukura düşmeye (özellikle Sol’daki insanlar) hâkim ideoloji tarafından tekrar tekrar nasıl ikna edilir? Basit: Sağduyu ile. Biraz önce sıralanan ikilikler bütün yapıdan kurtarılıp önünüze serilirse ve kontrolü kaybetmiş ümitsizlik içindeki insanlara somutlaşmış karakterlerle (sağduyu sahibi insanlar için “düzgün” ve “yamuk”) sunulursa onları ikna etmek kolay olur. Ancak önemle unutmamak gerekir ki sağduyu doğal değil inşa edilen ideolojik bir filtredir ve oradan bakmayı marifet sanmak sistemle konsensüs sağlamanın temelini oluşturur. (Eleştirel bir bakışla incelendiğinde hayatın her noktasında “sağduyu” ve “solgörü” arasındaki çelişkiyi rahatlıkla görebiliriz.)
Yeni hayal kırıklıkları yaşamamak için belirtmek gerekir ki; ABD seçimlerindeki iki aday da aynı derecede gerici ve düzenbaz bir siyasete adaydır. Mesela, sağduyu açısından “düzgün” profile sahip diplomat Obama dönemi nasıldı? Hatırlamakta fayda var. Sadece birkaç örnek bile yeterli olacaktır. Ortadoğu’nun merkezden yönetilen bir projeyle geldiği hal ortadadır. Suriye’nin içine düşürüldüğü iç savaş ve bu savaşın başrolünü çeken tarihimizin en gerici terör örgütü IŞİD’in Obama döneminde finanse edildiği ve inşa edildiği unutulmamalıdır. Ukrayna’da Donbass bölgesinde yapılanlar Obama zamanının dış politika eserleridir. Tarihin yine en gerici iktidarlarından birini temsil eden Nazi bayraklarını ABD bayrakları ile birlikte sallayan Ukraynalı milisler Obama iktidarı tarafından açık ve kapalı olarak fonlanmıştır. Odessa katliamının sorumlusu (unutanlar için; Odessa’da insanlar sendika binasının içerisinde yakıldılar, ülkemizdeki hangi olayları çağrıştırmaktadır?) bunlardır. Açık savaştan çekinmeyen Obama’nın politikalarını anlamak için bunlar yeterli olacağından, anti-Rusya politikasında kullanılmak üzere doğu Avrupa’da şimdiye kadar görülmüş en gerici (kürtajı yasaklamaya vardıracak kadar) iktidarları desteklemiş olduğu gibi “mikro” politikaları ayrıntılandırmıyorum. Örnekler rahatlıkla çoğaltılabilir. (Ancak okuyucuya, özellikle ilk siyah ABD başkanı olarak hâkim sağduyunun desteğini alan ve birçok muhalif aydına “insanlık için kendisini desteklemek gerekir” dedirten Obama’nın iktidar olduğu zamanlarda siyahlara yönelik ayrımcılığın nasıl devam ettiğini incelemeyi öneriyorum.) İşte egemen ideoloji, aygıtları ile inşa etiği sağduyu aracılığı ile insanlara şunu söyletir: “İnsan Hakları ve Demokrasi için Trump gibilere karşı Obama gibileri destekleyelim.”
Peki yazar “düzgün” bir başkana ait bu olayları neden hatırlatıyor? Yoksa gizli Trump hayranlığını sinsice açık etme peşinde mi? Madem ikisi de sistemin devinimi ile ortaya çıkan adaylar, sorun nedir? Bunları Trump ve Bushlar gibilerin (aynı zamanda Sarkozy, Macron) daha iyi seçenekler olduklarını savunmak için değil; Clinton, Obama, Biden gibilerin (aynı zamanda Chirac, Hollande) “düzgün” görünümlerinin arkasında, aslında en az diğerleri kadar iki yüzlü ve “yamuk” olduklarını söylemek için yazıyorum. Dünyadaki eşitsizliklerin, savaşların, açlıkların, ayrımcılıkların, insan hakları ihlallerinin ve nice sorunun yaşanmasına hali hazırda sürmekte olan emperyalist-kapitalist hegemonya kaynak oluşturmaktadır. İnsanlık için her daim önemli olan ve olması gereken kategoriler üzerinden rakibinin lehine Trump eleştirisi getirmek, otomatik olarak diğerlerinin o kadar da kötü olmadığı kabulünü getirir ve bu kabul sisteme dönük yaratılacak “rıza” için kritik öneme sahiptir. Dolayısıyla; Trump, diğerlerinin de özünde aynı olduğu bir yerde bu kategorilerle ayrıştırılamaz. Bu yapının hâkim merkez kuvvetini oluşturan aygıtının (görünen kısmının) başına geçecek (geçirilecek) kişinin retoriğine, bu retoriğin sanki hayatta karşılık bulma şansı varmış gibi memnuniyet beyanları ile yaklaşılması Sol/Sosyalist siyaset açısından yöntemsel bir çöküştür. Şu anda ABD’de Biden için kutlama partileri veriliyor, dünyada yeni ABD başkanına biat ediliyor, başarılı olması için dualar ediliyor. Trump zamanında zedelenen demokrasi retoriği ve kamuoyu desteği yeniden tazeleniyor dolayısıyla tüm dünyadaki sahte olmayan gerçek demokrasi mücadelesine açılan alan yeniden daralıyor. İşte bu sebeple Bushlar ve Trump gibi “yamuk” siyasetçiler oradalar. Aynen Clinton’da, Obama’da ve şimdi Biden’da olduğu gibi; hâkim finans-kapital çetesinin çıkarlarını sürdürebilmek için halkların emperyalist devlet aygıtına desteğinin yeniden sağlanması amacıyla. ABD emperyalizminin kendisini yenilemesi adına bir takılmayı, ilerletememeyi, kanırtmayı da temsil ediyor olabilirdi seçimler, asıl önemli olan bu imkandır benim için. Ancak şimdi “aman olsun neydi o Trump canım, böyle bir adam nasıl başkan olur? Artık “düzgün” bir başkan var” söylemleri hâkim. Evet artık yukarıdaki birkaç tanesi sıralanmış köleleştirme politikaları bir süre daha rahatlıkla devam edebilir. Ben bu gel-git mekanizmasında sevinilecek bir potansiyel değil, başarı ile işleyen ve başta ABD halkı olmak üzere dünya halklarını ikna projesi görüyorum sadece.
Özellikle Sol/Sosyalist muhalefetin Biden’ı memnuniyetle karşılayan kısmında; Biden’ın emperyalist-kapitalist bir başkan olduğunu kabul ettiklerini, ancak sertleşen siyasal iklimde “normalleşme” adına Trump’ın gitmesini yeğleme olarak ifade bulacak bir tavır hâkim. Trump’ın siyaset sahnesinden çekilmesinin, görece olarak en azından demokratik muhalefete daha rahat edilebileceği bir alan açacağını düşünüyorlar. Bu rüzgarla belli bir tip (Erdoğan, Sarkozy, Trump, Johnson) siyasetçi kumaşından kurtulunacak, lümpen otokrat dönemi sönümlenecek ve teknokrat diplomatlar döneminin önü açılacak. Bu düşünce en hafif tabir ile baştan sona saflıktır. Bu otokrat – diplomat değişimi olsa bile (ki dünya karmaşık bir dengeler bütünüdür; bir yerde biri başka yerde diğeri baş gösterir, sistem dağılmadıkça ya da dışına çıkılmadıkça bu denge sürekli yeniden kurulup bozulacaktır) emperyalist-kapitalist sistemin özünde bir değişiklik olmayacaktır. Ancak burada sadece bir öngörü hatası yoktur, eğer öyle olsaydı gelecek tahminlerinde farklılık der geçerdik. Sorun tamamen bahsettiğim analiz yöntemi ile ilgilidir. Sol/Sosyalist siyasetin derinleşmiş emperyalizm, devlet ve faşizm teorileri vardır ve oldukça geniş bir yelpazeye sahiptir. Farklı siyasetler farklı teoriler geliştirmiş ve savunmuştur. Hatta tek bir siyasetin emperyalizm, devlet ve faşizm tahlillerinde de zaman içinde değişimler olabilir, olacaktır. Ancak faşizmi devletteki bir takım “yamuk” siyasetçilerin etkinliğine indirgemek ve emperyalist devletin başına getirilecek aynı derecede kirli ve emekçi düşmanı başka bir ismin bu faşizmi en azından rahatlatabileceğini düşünmek Sol/Sosyalist siyasetin çeşitler barındıran yelpazesinden bir tavır değildir. Daha doğrusu emperyalizm, devlet ve faşizm böyle bir şey değildir. Unutulmasın, faşizm daha iyi işlesin diye demokratik yüzlü Biden emperyalist devlete başkan yapılıyor. Bu arkadaşlara sormak gerekiyor, emperyalist-kapitalist sistem nedir? Faşizm nedir? Bu sorulara biraz olsun Biden’ın seçim galibiyetini memnuniyetle karşılamak beyanını imkanlı hale getirecek cevap vermeyi denesinler, çıkacakları yer saf hali ile liberalizmdir. Elbette liberalizmin de emperyalizm, devlet ve faşizm tahlilleri vardır ancak Sol/Sosyalist değillerdir.
Daha önce de belirttiğim gibi; ABD’deki stratejik değişimleri, mali-bürokratik-askeri sermayeyi elinde bulunduran sınıflara ait merkezlerin çok çeşitli ve parçalı yapıları arasındaki etkileşimleri belirler. Bu ağ yapı içerisinde ana stratejik eğilimleri belirleyen ve güç çarpanları sürekli değişecek şekilde tekeller bulunur. Bu genelde bütün kapitalist devletler için geçerlidir ancak emperyalist devletler bu konuda bağlantı sayıları daha fazla olduğu için daha karmaşık olurlar ve bu yapıda dolayımların çeşitliliği artar. Trump siyasetine geçiş ABD içinde mali ve uluslararasında da siyasi askeri hegemonya için zorunluydu. Ancak bu çeşitlilik gösteren ve iç çekişme yaşayan sınıfların topluca karar verdiği bir süreç değil. Devlet aygıtını ve ideolojik aygıtları yönetme gücü üzerinden kurulan baskılarla belirleniyor. Ama bu merkezler birbiri ile uzlaşmaz çelişki yaşayan odaklar değiller ve sistem içerisinde rekabet dolu hegemonya mücadelelerine devam ediyorlar. Emperyalist politikalar ortak çıkarlarını oluştursa da bu politikaların nasıl yönetileceği konusunda farklı çıkarlardan dolayı farklı yönelimlere sahipler. Basit bir şekilde formüle edersek; Trump, bu çelişkilerde ulusal ve uluslararası alanda artık yürütülemeyen içtihatlara yeni nizam vermek için finanse edildi. Zaten üretimlerinin önemli bir kısmını Çin ve diğer Asya ülkelerinde gerçekleştiren bilişim tekelleri hariç hemen bütün tekeller her iki tarafı da destekliyordu. Bu da soğuk savaştan kalma anti-SSCB gelenekleri ile devam eden anti-Rusya devlet yapılanmasını değiştirme gerekliliğini ortaya çıkarıyordu. Artık büyük düşman Rusya değil, Çin olacaktı. Bunun için gerekli olan yapısal dönüşümleri tabii ki geleneksel devlet görüşüne sahip “düzgün” teknokratlar değil, daha çok kaba ve devlet örfü ile hareket etmeyen, lümpen tavırları ile diplomatik sınırları istediği gibi zorlayan ve dilinin kemiği olmayan aktörlerle yapabilirlerdi (bkz: Sarkozy, Erdoğan. Bu listeye bir de Putin eklenir çokça ama kişisel görüşüm bu rolü Rusya’da Putin değil Yeltsin oynamıştır. Putin başka bir sürecin aktörüdür.) Bu ABD için büyük bir dönüşümdü ve bunun için de “yamuk” bir lider olan Trump sahneye çıktı. Emperyalist devletin neredeyse yüzyıllık anti-Rusya motivasyonunu ve reflekslerini bir kenara koyup, anti-Çin’e çevirmek kolay değildi. Suriye’deki ve Ukrayna’daki savaşlar dahil Rusya ile göreceli nötrleşme adımlarının atılması, bu devlet aygıtının yüzeydeki ve derindeki katmanları için dengesizliklerle ve dirençlerle dolu bir süreç oldu. Rusya Devleti’nin ABD içinde hiçbir eğilim belirleme gücü olmadığı aşikâr iken, Trump’ın Rusya’nın ajanlık faaliyetleri ile başkan seçildiği suçlaması gibi bir iddia bile gündeme gelebildi. İşte bunlar parçalı yapının oluşturduğu “bütün” dahilinde olan çatışmaları gösterecek ipuçlarıdır. Yani gerçekten temiz siyaset isteyen ABD devlet ve hukuk bürokrasisi, kirli ve fanatik Trump’tan rahatsız olduğu için değildir olanlar. Geri kalan bütün demokrasi ve insan hakları retoriği bu mücadelenin perdelenmesi içindir. Stratejik plan amacına ulaşmıştır, yarım kalmıştır, yoldayken değiştirilmiştir bunların hepsi tartışılabilir. Bunların cevabını zamanla öğreneceğiz ancak kesin olan; sistemi tekellerin genel eğilimine göre dönüştürürken, restorasyonun hasıl olduğu ve gerçekleştirildiğidir. Değişimin ortasında ortaya çıkan bu hegemonya kavgasındaki yeni saflaşmalar da sonucu belirledi. Trump’ın ilk seçimi eski ABD diplomasisi ve ideolojik söyleminde hiçbir değişiklik yaratmadan devam etmeyi vaat eden Clinton’a karşı kazanması ve ikinci seçimde geçmiş diplomasiye dönüş yapacak restorasyonu vaat eden adaya kaybetmesi bu sistem içi ilişkileri özetler niteliktedir.
Buradan bakıldığında olanları sistem içerisindeki küreselciler ve ulus devletçiler arasındaki çelişki ve güç mücadelesi olarak görmek, durumu liberal ve milliyetçi kavramlar ile açıklamaya çalışmak yersizdir. Çevremizde her iki tarafa da meyleden kişileri çokça görebiliriz. Bir de çokça “bunların ikisini de desteklemiyoruz ancak bu nesnel bir analizdir” şeklinde açıklama yapanları görürüz. Bu da geçersizdir çünkü aslında çatışma emperyalist merkezlerde bu eksende olmaz. Çelişkiyi gösterecek profili bu şekilde çizmek emperyalistkapitalist güçlerin davranma şeklini ana-akım liberal bir bakışla çözümlemektir. Liberal analizi, durumu çözümlemek için kullanıp sonra “biz taraf değiliz” demek tutarsızlıktır. İşin aslı ABD’de tekellerin oluşturduğu küreselci ve ulus devletçi iki ayrı kamp yoktur. Trump’ın sermayenin küreselleşmesine karşı olduğu ve ulusal sınırlar lehine politikaları savunduğu iddiası gerçekçi ve çözümleyici bir açıklama değildir. Dünyanın farklı yerlerine farklı ağırlıklandırılmış projeleri vardır. Aynı anda hem Çin’de ve hemen yanı başındaki Kore yarımadasında farklı uygulamalar yapıyordu Trump hükümeti. Dolayısı ile bu ana-akım ayrım, iki tarafın söyleminin ardında yatanları anlamaya yardım etmeyen bir ikiliktir.
Peki Türkiye’deki iktidar işin neresinde? Erdoğan iktidarı ABD’de diğer hükümetlerle olduğu gibi Trump hükümeti ile de çok karmaşık ilişkilere sahip. İktisadi, siyasi, askeri, yer altı ve yer üstü bütün sistem damarları ABD ve AB’den geçmektedir. ABD’deki bu değişimin Türkiye’deki yansımalarının kuvvetli olacağını tahmin etmek zor değildir. Bütün siyasal yatırımını, seçimi Trump’ın kazanması üzerine yapan iktidar, özellikle uluslararası alandaki sıkışmayı çok sert hissedecektir. Trump’ın ABD’deki anti-Rusya motivasyonunu yumuşatması ile Erdoğan da Rusya ile yakın ilişkiler kurabildi ve çok sefer iktidarını bu ilişkiye borçlu olduğu izlenimini yaratmaktan da çekinmedi. Biden’ın seçilmesi ile Erdoğan hükümetinin stratejik çıkmazlara daha fazla savrulmasını ve uluslararası siyasal dayanakların çekilmesi ile kendisini davalar içinde boğuşurken bulmasını bekleyebiliriz. Bekleyebiliriz ama bilemeyiz. Emperyalist-kapitalist sistemde devletler müesses nizamdaki yerlerini korumak için davranırlar. Erdoğan iktidarının yeni duruma uyumlanma becerilerini ve hamlelerini bekleyip göreceğiz. ABD’nin yeni hükümetinin takınacağı tavır, Rusya devletinin Erdoğan hükümetine bu alanda tanıyacağı anlayışın boyutu ve ayrıca Türkiye’deki tekellerin tutumu sistem içerisinde yenilenmeleri aralayabilir ya da ufak düzenlemelerle devam edilebilir. Mesela, Suriye ve Ukrayna gibi yakın coğrafyada hareketlenmelerin artacağını öngörebiliriz. Erdoğan bu noktada bir seçime zorlanabilir. Ayrıca bu dengesiz durum sistem dışı ilerici değişime katalizör de olabilir. Ancak sistemden kopan devrimci bir değişim değil de emperyalist-kapitalist sistem içerisinde bir dönüşüm aralanacaksa; (bunu zaman ve halk sınıflarının aktör olarak alacağı pozisyon da gösterecek) bu, Trump ile benzer karizmaya sahip aktörlerin sistemden çekilmesi dinamiğiyle olmayacaktır. Görece Trump ile Erdoğan arasında yakalandığı düşünülen uyum “birbirimize ne kadar da benziyoruz” tavrı değildir. Biden ekibinin Erdoğan hükümetine yan gözle bakmasının sebebi de kendisinin temsil ettiği “düzgün” teknokratlığa sığmayan Erdoğan vücut dili ya da yolsuzluk karnesi değildir. Erdoğan, Trump’ın izin verdiği genişliği sonuna kadar kullanmış ve Biden’ın temsil ettiği anti-Rusya bürokrasisinin tolerans sınırlarına dayanmıştır. Bu değişimin dinamiğini emperyalist-kapitalist sistemde lümpenler döneminin bitişi değil, emperyalist-kapitalist sistemin hâkim kanatlarının kârlı ve kanlı planları olacaktır. Sisteme kaba lümpenleri temizleyecek bir rol atfetmek, bunu gerçekleştirebileceğini düşünmek emperyalist-kapitalist sisteme (farkında olarak ya da olmayarak) ilericilik atfetmektir. Sistem bunu neden istesin? İnsanlığı bilerek ve isteyerek getirdiği yerden neden tekrar kurtarmaya çabalasın? Sistemin yapabileceği ve sarsılmadan devam edebilmesi için izin verebileceği sadece yeni dönemsel düzenlemeler olacaktır. Gerçek bir tasfiye sadece Sol/Sosyalist siyaset tarafından gerçekleştirebilir.
Son olarak; kanlı diktatörlüğün başına geçen Biden, farklı niceliklerle arkasına aldığı belli kesimlerden Sol muhalefet desteği (bu yazıda “Yetmez ama Biden” siyaseti olarak adlandırdığım) ile bu iktidarın devamını şimdilik kolaylaştırmış durumda. Bu hali ile emekçiler ve dünya halkları üzerinde kurulan hegemonya kendisini yenilemiş görünüyor. Sistem, Trump’ın rezil varoluş hali ile saklayamadığı gerçek yüzünü, şimdi yeni görünümüyle tekrar pazarlayabilir duruma geçti. Rüzgâr, söylem katmanında inandırıcılığını kaybeden ABD hükümeti lehine tekrar dönmüş durumda. Soğuk savaştan beri tüm devlet kademeleri ile uzmanlaşmış oldukları; özgürlük ve insan hakları gibi sol değerleri sahte bir şekilde kendi hanelerine yazma becerileri yeniden harekete geçirildi. ABD hükümetinin yeni hegemonya stratejisi gereği birçok bölgede yavaşlatmak zorunda kaldığı saldırganlığı yeniden arttırma vaadine rağmen kendisini dünya barışı savunucusu olarak gösterebilen bir ABD başkanı ve bunu “Yetmez ama Biden” diyerek karşılayan hâkim bir kamuoyu ile karşı karşıyayız. Buradan çıkış Sol/Sosyalist muhalefetin kendisi ile imtihanı olacaktır.