Cinsiyetçi ve homofobik bir sığınak: Futbol
Futbol, taraftarlara şiddet ve nefret söylemlerini meşrulaştıran bir alan açıyor. Taraftar gruplarında oluşan kolektif ruh, kolektif bellekteki erkek egemen anlayışın güdümünde biçimleniyor.
En son FB-GS derbisiyle ilgili sosyal medyaya yansıyan taraftar videoları futbolun sadece futbol olmadığını bize bir kez daha gösterdi. Neil Postman’ın 1994 yılında televizyon için yakıştırdığı öldüren eğlence kavramı, eğlence sektörüne eklemlenen futbol için de geçerli. Bu eğlence, ekonomik, siyasal, kültürel, sosyal psikolojik ve sınıfsal etmenlerden bağımsız değil. Özellikle 80’li yıllarla birlikte büyük sermayenin ilgi alanına giren futbol, kulüplerin de şirketleşmesiyle endüstriyel bir kimlik kazandı. Borsa işlemleriyle elde edilen kârlar, medya yayın haklarının satışı, reklam, sponsorluk gelirleri ve sansasyonel transferler futbolun sportif yanını gölgeledi. Bahis şirketleri başta olmak üzere dokunduğu tüm sektörlere yaşam veren futbolun kitlesel talebi kışkırtan doğası kapitalist sistem açısından paha biçilmez bir öneme sahip. Gazete, televizyon gibi geleneksel kitle iletişim araçlarının yanı sıra dijital medya platformlarının da taraftarlık kavramının yerleşmesinde büyük katkısı var.
İnsanlar, çoğunlukla şampiyonluk iddiası taşıyan büyük futbol kulüplerinin taraftarı olmayı yeğliyor. Son yıllarda toplumun siyasete bakışının da bu yönde evrildiği anlaşılıyor. ‘Sürüden’ ayrılmak istemeyenler her seçimde birinci çıkması beklenen partiye oy verme eğilimi gösteriyor… Güçlü olanla özdeşleşmek bireysel özgüveni artırıyor. Futbol takımının bayrağı ve forması da aidiyet duygusunu pekiştiren kutsal simgeler olarak işlev görüyor. Taraftarların takımlarını desteklemek için ‘ölümüne, ölümüne…’ diye tezahürat yapması, galibiyet uğruna ölümün bile göze alınabileceği fikrini normalleştiriyor.
Kapitalizmin hiyerarşik doğasından kaynaklanan çoklu eşitsizlikler keskinleştikçe birey, öfkesini kestirme yoldan yönelteceği hedefler arıyor. Futbol, taraftarlara şiddet ve nefret söylemlerini meşrulaştıran bir alan açıyor. Maç öncesi ve sonrasında saha içinde ya da sokakta grup olarak yapılan tezahürat terörü, genellikle emniyet güçleri tarafından hoşgörüyle karşılanıyor. Siyasal iktidarlar kendilerine yönelecek toplumsal öfkeyi her tür karşıtlığı kışkırtarak bertaraf ediyor. Hatta sınıfsal ve sosyokültürel açıdan birbirinden tamamen farklı olan bireyler bile taraftarlık ruhuyla ortak bir zeminde buluşabiliyor. Bu bağlamda futbol, yoksulu zenginle ‘kader ortağı’ kılabiliyor; savaş, hayat pahalılığı, yoksulluk, yolsuzluk, adaletsizlik gibi toplumsal sorunların panzehiri oluyor.
Rekabet düşmanlığa dönüştü
Özellikle futbol sektörünün aktörleri, takımlar arasındaki rekabeti her fırsatta kızıştırarak taraftarın maçlara olan ilgisini artırmak istiyor. Dünya çapında futbol yıldızlarının maçlarının yer aldığı La Liga, Premier Lig ve Bundesliga’da çoğu takımın ateşli taraftarları var. İskoçya ve İngiltere gibi ülkelerde ortaya çıkan holiganizm ise futbol terörü olarak adlandırılıyor. Holiganizm, stad içinde ve dışında yapılan şiddet eylemleri ve kullanılan nefret söylemleriyle biliniyor. Ülkelere özgü sosyokültürel değişkenler, futbol terörüne içkin nefret söylemini doğuran olguları da farklılaştırıyor. Örneğin Batılı ülkelerde daha çok ırkçılık ve yabancı düşmanlığı söylemlere yansırken bizde cinsiyetçi ve homofobik söylemler öne çıkıyor. İngiltere, holiganizmi önlemek için çıkardığı yasalarla ve taraftarlık bilincini geliştiren iletişim yöntemleriyle salt futbola odaklı taraftar profili oluşturma hedefine görece ulaşmış görünüyor[1].
Ülkemizde iletişim iklimini zehirleyen iktidar dili de nefret söylemlerinin ve şiddet eylemlerinin toplumda yaygınlaşmasına neden oluyor. Kuşkusuz futbol da bundan nasibini alıyor; ezeli rekabet düşmanlığa dönüşebiliyor. Derbiden sonra sosyal medyada yayımlanan her iki takımın taraftarlarına ait videolarda metro, lokanta gibi kadınların da bulunduğu umuma açık yerlerde cinsiyetçi küfürlerin pervasızca dillendirildiği görülüyor. Üstelik bunların sosyal medyada ‘gururla’ paylaşılmak üzere çekilmiş görüntüler olduğu da anlaşılıyor. Gustave Le Bon’un ‘Kitleler Psikolojisi’ kitabında belirttiği gibi grup içerisinde yer alan bireyde bir tür kolektif ruh oluşuyor. Grup tarafından aşılanan bu ruh, bireye tek başına söyleyemeyeceklerini söyletiyor; yapamayacaklarını yaptırıyor.
Eril dil mütecavizdir
Taraftar gruplarında oluşan kolektif ruh, kolektif bellekteki erkek egemen anlayışın güdümünde biçimleniyor. Özellikle kadın ile erkeğin toplumsal yaşamda birlikteliğini engelleyen harem, selamlık uygulamalarının ve benzeri tabuların kolektif belleğin oluşumunda önemli etkileri var. Her iki cins, toplumsal yaşamda birbirinden uzaklaştıkça kendi içinde gruplaşmaya yöneliyor. Kültürün cinselliği baskılaması sonucu yaşanan doyumsuzluk nedeniyle erkeğin kadına ve hemcinsine yönelttiği cinsiyetçi ve homofobik nefret söylemi erkek gruplar aracılığıyla kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Gündelik yaşamın yanı sıra bazı sosyal medya paylaşımlarından da erkek cinsel organının bir cezalandırma aygıtı olarak işlevselleştirildiğini anlıyoruz. Üniversitede servis personeli olan insansı figürlerden biri, ‘küçük filozof’ olarak sosyal medyada ünlenen çocuğa ‘yola gelmesi’ için tecavüz edilmesini öneriyor. Bir diğer üniversitedeki akademik personel ise depremin yıkım nedenini çocuk evliliğinin yasaklanmasına bağlayarak pedofili sapkınlığını meşrulaştırmaya çalışıyor. Bedensel ve zihinsel gelişimini tamamlamamış küçük bir kızın rızasını alabilmek mümkün olamayacağı için tecavüze evlilik kılıfı giydirilmeye çalışılıyor. Güçlü olana avantaj sağlamaya dönük eşitsizlikçi bakış, ne yazık ki erkek egemen anlayışın mütecaviz tavrını ‘şer’i hükümlerle’ güvence altına almak istiyor.
Eril dilden etkilenerek kadınların bile bilinçsizce kullandığı cinsiyetçi ve homofobik söylemlerden arınmak için zihinsel bir devrime gereksinim var. Freud’a göre zaman içerisinde egonun bir parçası, toplumsallaşma ve değerlerle ilgili olarak evrimleşir. Bu evrimin sonucunda gelişen parçaya üst benlik (süper ego) adı verilir[2].
Cinsiyetçi ve homofobik söylemlerin dışa vurulması, alt benliğin eş deyişle ilkel benliğin etkisi altında olan egonun göstergesidir. Kaba güçle donanmış şişkin ego özdenetime gereksinim duymadığı için ilkel benlik unsurlarının görünürlüğü de artar. Üst benliği gelişmiş uygar insan ise söylemini ve eylemini denetim altına alabilir. Uygarlaşmanın önemli bir anahtarı da kadın ile erkeğin birlikte toplumsallaşmasının yolunu açacak çoğulcu demokratik kültürün özümsenmesidir. Kolektif belleği ırkçı, cinsiyetçi ve homofobik ilkel ögelerden temizlemek için topluma olumlu yönde rol model olabilecek siyasal bir iradeye gereksinim vardır. Ne acı ki bugün ülkeyi yönetenler siyasal holiganizmin en ilkel örneklerini kolektif belleğimize işlemeye ant içmiş gibidir!
[1] https://tr.beinsports.com/haber/holiganizmi-nasil-yendiler
[2] https://www.psikonet.com/id-ego-superego_nedir-125.html