Keyfe göre etik, keyfe göre hukuk

Evrensel hukuk ve etik kavramının yerini göreli hukuk ve etik kavramı aldığında yandaşın kayrıldığı, yandaş olmayanın cezalandırıldığı ucube bir sistem ortaya çıkıyor.

Kılıçdaroğlu, baskın seçim olasılığını değerlendirerek AKP’den türeyen yeni partilerin mecliste grup kurabilmeleri  için milletvekili verebileceklerini söyledikten sonra MHP lideri, buna cevaben siyasi etik kanunu çıkarılsın talebini gündeme getirdi![1]

Bir çok insani kavram gibi etik de iktidarın öznel çıkarlarına hizmet edecek içi boş bir söylem olarak havada kalıyor. Etik, Antik Yunan’dan başlayarak Rönesans’a ve günümüze değin hemen her dönemde düşünürler tarafından en çok ele alınan başlıklardan biridir. Felsefenin ana dalları arasında yer alan etik insanlara, toplumlara ve kültürlere özgü ahlak sistemlerini betimleyen, inceleyen ve  sorgulayan bir çalışma sahasıdır. Gündelik toplumsal yaşamda etik kavramı, daha çok normatif yanıyla ahlaki davranışa ilişkin genel kuramların, kuralların ve ilkelerin geliştirildiği bir alan olarak öne çıkmaktadır. Meslek örgütlerinin temel görevlerinden biri de mevcut etik kodların uygulanmasını denetleyerek yeni durumlara göre bu kodları güncellemektir. Özellikle adalet, sağlık, eğitim, haberleşme gibi doğrudan insan yaşamını ilgilendiren konularda etik ilkelerin önemi daha da artmaktadır. Siyasi etik ise, öncelikle, kamu kaynaklarını kullanan merkezi iktidarı bağlamaktadır. Kuşkusuz hükümetin denetimindeki yerel yönetimler de etik kuralları gözetmek zorundadır. Yurttaşları dolaylı ya da dolaysız olarak etkileyen hemen her konuda siyasal iktidarın eylemlerinin değerlendirilmesi gerekir. Temel değerlendirme kriterleri hakkında ise toplumsal bilinç ve duyarlılık gelişmelidir. Toplumun etik algısı ülkedeki siyasal kültüre, geleneklere, hukuk sistemine, ahlak anlayışına ve kamuoyu etkisine göre biçimlenmektedir.

Ahlaktan ayrı düşünemeyeceğimiz etik, insanlık tarihini oluşturan dinsel ve siyasal tüm öğretilerin de izlerini taşır. Ayrıca mevcut ekonomik ve siyasal sisteme özgü değer yargılarının toplumdaki etik anlayışın biçimlenmesinde önemli bir paya sahip olduğu dikkate alınmalıdır. Örneğin kapitalizmin değerler sisteminde para, kâr ve iktidar mücadelesi önde geldiği için bireysel etik de bundan etkilenmektedir. Bireysel etik, başkalarına  zarar vermemek için dürüst, şeffaf ve güvenilir olma iradesini göstermeyi gerektirir. Başkaları için kötü sonuçlar getirecek eylemlerden kaçınmayı zorunlu kılar.

Yandaşa ve trole iktidar şemsiyesi

Demokratik toplumlarda özellikle iktidar sahiplerinin topluma karşı etik yükümlülükleri vardır. Bunların yerine getirilip getirilmediği ise güçler ayrılığını temsil eden kurumların gözetiminde denetlenir. Yasama, yargı ve medyanın denetleme gücünün yanı sıra toplumsal bilinç ve duyarlılık da yürütmeyi etik davranmaya zorlar.

İktidarın keyfiliği ayrıcalıklı bir kesime sirayet ederse toplumda kargaşa olur. Fanatik yandaşlık maskesiyle kendini korumaya alan eski fetöseverlerin tehditler savurabilmesinin nedeni, keyfi yönetim anlayışından beslenen cezasızlık güvencesine bağlanabilir. En tehlikelisi de RTÜK gibi anayasal bir  kurumun başkanlığını yapan kişinin hiçbir hukuki ve etik kural tanımayan biat söylemleridir. Yasaları uygulamakla yükümlü olan yöneticiler hukuk ve etik dışına çıktığında sistemin meşruiyeti sorgulanmaya başlar. Hukuk ve etik ilkeleri salt öz çıkarına hizmet etmek üzere araçsallaştıran anlayış Thomas Hobbes’un bireyler için ileri sürdüğü psikolojik egoizmin radikal versiyonunu çağrıştırmaktadır. Ilımlı versiyonun tersine, radikal versiyonda birey kaba ve itici olmak pahasına her zaman kendi çıkarını gözetir [2]. Daha çok postmodern neoliberal dönemin bireyini tanımlayan  bu tür yaklaşımların, iktidar kesiminde vücut bulması toplumsal barış için önemli bir tehdit oluşturmaktadır.

Evrensel hukuk ve etik kavramının yerini göreli hukuk ve etik kavramı aldığında yandaşın kayrıldığı, yandaş olmayanın cezalandırıldığı ucube bir sistem ortaya çıkıyor. Aynı toplumda, masumiyet ile suçluluk ya da doğru ile yanlış kavramlarının içi, siyasal yandaşlığa ya da muhalifliğe göre dolduruluyorsa, toplumsal düzenin çözülmesi kaçınılmazdır. Suçlar ya da yanlışlar durumlara ya da kişilere göre değiştikçe hukuki ve etik normatif tutarlılık beklentileri de yanıtsız kalmaktadır.

Toplumun esenliği için iktidar mevcut anayasayı referans almalı, ortak zemini imha etmemelidir. Farklılıkların temsilini dışlayan otoriter yönetim anlayışı giderek totaliter bir görünüm kazanırsa, anayasa de facto lağvedilmiş olur. Farklılıkların temsilinin güvencesi olan evrensel değerlere bağlı demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilkesine sahip çıkılmalıdır. Evrensel değerler kavramının içini dolduran ise tarihe mal olmuş tüm siyasi ve dini öğretilerin toplamından edinilen çağdaş insani gelişmişlik kriterleridir.

Ahlaktan azade din anlayışı

Ülkemizde din alimi ya da dindar sıfatıyla fetva veren Saray memurları, geçmişten günümüze tüm insanlığın kazanımı olan iyilik, adalet, doğruluk, dürüstlük  gibi ahlaki ilkelerle artık pek ilgilenmiyor. Dini, sadece ibadet ritüelleriyle algılayan bu anlayış, adeta ahlakı dinden ayırıyor.  Bu nedenle sosyokültürel ortamda din yerine dincilik, ahlak yerine ahlakçılık hüküm sürüyor. Herkesin inancını ve ahlakını sorgulayanlar, kendilerini asla sorgulatmıyorlar.

Biat kültürü, cehaletin ve menfaatin sığ sularında yaşam buluyor. Kötülük tohumları da bu sularda yeşeriyor. İktidar tarafından yeşil etik topçuklarıyla payelendirilen troller, ergenlik sivilceleri gibi sosyal medyayı çirkinleştiriyorlar. İktidar sahipleri sorunlarla  değil, onları dile getirenlerle mücadele ettiği için durumdan vazife çıkaranlar da adeta en  kötü olma yarışına başlamak için tetikte bekliyor. Aldıkları ücretin hakkını vermek ya da kutsal efendilerine yaranmak için küfür, tehdit, taciz, iftira, ihbar, linç gibi ahlak dışı tüm yolları mübah görüyorlar. Daha 1700’lü yıllarda Alman düşünür Immanuel Kant, insanın aklını başkasının kılavuzluğuna emanet etmemesini; doğruyu yanlıştan ayırt edebilmek için kutsal efendilere değil yalnızca kendi aklına danışması gerektiğini belirtmişti[3]

Akıl, vicdanlı davranışın da temelidir. Söylem ve eylemlerinin sonuçlarından vicdan rahatsızlığı duyanlar, aklını kullanarak değerlendirme yapabilenlerdir. Batı dillerinde vicdan (conscience) ve bilinç (consciousness) kavramlarının aynı kökenden gelen sözcüklerle ifade edilmesi rastlantı değildir. Birey davranışlarının olası sonuçları hakkında bir bilince sahipse, vicdanının sesini duyabilir.

Çocukluğumuzdan beri dünyevi yaşamımızı ilgilendiren ‘ayıp’, uhrevi yaşamımızı ilgilendiren ‘günah’ kavramları ekseninde davranışlarımızı denetlemeyi öğrendik.

Bir davranışı ayıp diye yapmıyorsak insana ve çevremize karşı sorumluluk hissettiğimizdendir. ‘Ayıp olur mu?’ sorusuna yanıtı düşünce evreninde verirken ‘günah olur mu?’ sorusunun yanıtını daha çok inanç evreninde ararız. İnananlar, insana yapılan iyiliğin de, kötülüğün de Allah katında bir cevabı olduğunu düşünerek günahtan kaçınmak ister.  Peki dünyevi çıkarları uğruna ar damarı çatlayana kadar kötülük yapan onca trol ve yandaş, hangi dini referansla iktidar muhaliflerine ahlak dışı yollarla saldırıyor?

Dünyevi yaşamda  kirlenmeden ve kirletmeden var olan erdemli insanların biricik referansı tertemiz vicdanlarıdır. İyiler her zaman kötülerden alacaklıdır; onların edecek tövbeleri de, çıkaracak günahları da yoktur.

[1]  https://gazetemanifesto.com/2020/bahceli-secim-kanununda-duzenlemeler-yapilmali-357128/

[2] https://www.iep.utm.edu/hobmoral/

[3] http://www.libertedownload.com/LD/arsiv/38-39/17-immanuel-kant-aydinlanma-nedir.pdf

 

Yazarın Diğer Yazıları
Ronald-Donald döngüsü 14 Kasım 2024
Neofaşist küreselleşme 20 Eylül 2024
Kirli mahremiyet 25 Temmuz 2024