Yoksulluk yönetiminden vergi tahsildarlığına
Yıllardır sosyal yardımlar yoluyla yoksulluğu yöneten iktidar, büyükşehir belediyelerini yitirince inisiyatif muhalefete geçti. Salgın sürecinde artan yoksulluğa karşın iktidar kaynak yaratmak için dolaylı vergilerle yine yurttaşa yükleniyor.
AKP İktidarı özellikle yerel seçimlerden sonra en kolay kaynak yaratma yolu olarak dolaylı vergileri seçti. Özellikle benzin, motorin, doğal gaz ve elektrik gibi zorunlu kalemlerin yanı sıra keyif verici maddeler de dolaylı vergilerden nasibini alıyor. 2018 yılı itibariyle OECD ülkelerinde dolaylı vergilerin tüm vergi gelirleri içindeki payı ortalama yüzde 43 iken Türkiye’de bu oran yüzde 67 olarak kaydedilmiş.[1] Geçtiğimiz yıl bu payın yüzde 75’e kadar ulaştığı ileri sürülüyor.[2]
Gelir durumuna bakılmaksızın herkesten eşit oranda alınan dolaylı vergi payları arttıkça bundan en çok tüketici çoğunluğunu oluşturan sabit gelirliler etkileniyor. Üstüne üstlük 2018 yılında ücretlilerden peşinen kesilen gelir vergisi 83.3 milyar lirayken, şirketlerin ödediği vergi 78.6 milyar lirada kalmış.[3]
Görece olağan işleyen kapitalist bir ekonomide dolaylı vergiler, harç ve cezalar kaynak üretmede ancak ikincil yol olarak görülürken iktidarın bu yola neredeyse tek çare olarak sıklıkla başvurması, kaynak üretme yeteneğini önemli ölçüde yitirdiğini gösteriyor. Özelleştirmeye ve yüksek faizli dış borçlanmaya öncelik veren ekonomik modelin artık sonu geldi. Salgın sürecinde talep daraldığı için merkezi hükümetin dolaylı vergilerden elde ettiği gelir de kısmen azaldı. Açığın, her fırsatta yeni vergilerle kapatılması da bir kısır döngü. İşin trajikomik yanı ise oy vermediği iktidar tarafından yıllardır dışlanan, yaşam biçimi tehdit edilen milyonlarca sabit gelirlinin ödediği dolaylı ya da dolaysız vergiler sayesinde ekonomi çarklarının dönmesi!
Tüketime sınıfsal mesafe
Salgın sonrası üretimin yavaşlamasına koşut olarak tüketimin de yavaşlaması kaçınılmaz. Fiziksel mesafe zorunluluğu nedeniyle bir çok işletme hizmetlerini daha pahalı satmak zorunda. Örneğin ulaşım, konaklama ve benzeri alanlarda ücretler fahiş oranda artabilir. Ticari deyişle ‘sürümden kazanma’ anlayışı bazı sektörler için geçerliliğini yitirdi. Dolayısıyla bu tür hizmetlerden ancak görece alım gücü yüksek olan kesimler yararlanabilecek. Bazı ürün ve hizmetlerde tüketimi kitleselleştirmek artık pek mümkün olamayacak. Gıdadan kozmetiğe kadar günlük yaşamda kullanılan her ithal ürün, lira değer yitirdikçe zamlanıyor. Bunların üzerine vergi de eklenince sabit gelirlilerin tüketim olanakları gitgide sınırlanmış olacak.
Yoksulluk yönetilemez halde
İşini kaybedenlerin çoğaldığı, işsizin iş bulamadığı, çalışanın bile giderek yoksullaştığı bir sistem umut vermiyor. Yoksulların haline şükretme çıtası açlık sınırının altına düştükçe din tacirliği de, sözde yerli ve milli propagandası da artık prim yapmıyor. Yine de iktidar muhalefete kara çalmak için farklı bir propaganda malzemesi bulamıyor; başı sıkıştıkça veryansın etmeyi sürdürüyor. Ne ki hedef saptırmaya dönük iktidar stratejisi, kamuoyunda karşılık bulmuyor. İktidar ülkenin sorunlarını çözemedikçe gerginlik yaratıyor; yandaşların meşru ya da gayrimeşru şiddet söylem ve eylemlerini hoş görüyle karşılayarak muhalif kesimlere aba altından sopa gösteriyor.
Oysa ülke için gerçek tehlike, meşru muhalefet partileri değil, sayıları günden güne artan milyonlarca işsiz ve yoksulun sistem dışına itilmeleridir. İktidar muhalefeti susturmakla uğraşmak yerine, işsizliğin ve yoksulluğun artışını durduracak acil önlemler almalıdır.
AKP, yıllardır sosyal yardımlar yoluyla yoksulluğu yöneterek iktidarını sürdürdü. Türkiye’de 2019 yılında nüfusun yüzde 34’ü sosyal yardımlardan yararlandı. Bu oranın COVID-19 salgını ile daha da artması öngörülüyor. Sadece İstanbul’da yardım alan aile sayısının bir ayda en az yüzde 170 arttığı biliniyor.[4]
Salgın öncesinde kronikleşen işsizlik sorunu şimdilerde daha da yakıcı hale geldi. Çoğu iş kolunda üretimin en azından kısa erimde eski hızına dönmesi beklenmiyor. Bu bağlamda Corona krizinin kalıcı bir işsizlik oluşturma riski var. Devlet bu yeni işsizler için de kaynak bulmak zorunda kalacak. Sosyal yardımları devletin değil de kendilerinin yaptığına milyonlarca yoksulu inandıran siyasal iktidar, başta İstanbul olmak üzere büyük şehir belediyelerini yitirince önemli bir mali kaynaktan yoksun kaldı. Dolayısıyla yoksulluğu yönetme gücü de büyük oranda yara aldı. Yerel seçimlerin üzerinden bir yıl geçmeden başlayan salgın sürecinde sosyal yardımların el değiştiren belediyeler tarafından yapılması, iktidarın ‘CHP kazanırsa sosyal yardımları kesecek’ diyerek kullandığı siyasi kozunu da boşa çıkardı. Bağış toplama yasaklarını çeşitli yaratıcı uygulamalarla geçersiz kılan muhalif belediyeler, iktidarın yıllarca kendine mahkum ettiği yoksullara ulaşarak inisiyatifi ele geçirdi. AKP’nin kalesi olarak görülen İstanbul’un bazı ilçelerinde yoksulluğun sosyal yardımlarla yönetildiğini gösteren en önemli kanıtlardan biri, askıda fatura uygulamasına başvuranların çoğunlukla buralarda yaşayanlar olmasıdır.[5]
Topal ördek kim?
Belediye Meclisi’nde AKP ve MHP oylarıyla reddedilen halkın yararına olacak her karar ve uygulama muhalefete atılan gol olarak görülse de bu yaklaşım gerçekte iktidarın halk nezdinde güven kaybını hızlandırmaktadır. Erdoğan’ın yerel seçimlerden sonra yandaşlarına moral vermek için ‘topal ördek’ benzetmesiyle formüle ettiği CHP’li yeni başkanları çalıştırmama stratejisi, hemen her meclis oylamasında apaçık görülüyor. Kamuoyunun da gözlemlediği bu durum, büyükşehir belediyelerine ait kaynaklarını yitiren merkezi iktidarın bizatihi kendisinin bu benzetmeyi hak eder duruma geldiğini gösteriyor. Kuşkusuz yoksulluğu yönetmeye çalışan hangi siyasal parti olursa olsun popülizmin tuzağına düşmüş sayılır. Victor Hugo, “siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz, biz ise ortadan kaldırılmış yoksulluk” dediğinde tarih babanın saati 19. Yüzyılı gösteriyordu![6]
Sorunları çözmek yerine yönetmekle yetinen yaklaşım, salt kapitalist sistemin sürdürülebilirliğine hizmet eder. Yoksulluğu ortadan kaldırmak yerine sonuçlarını görece iyileştirmek, bu sorunla yaşamayı kabullenmek anlamına gelir. Olması gereken ise insanın yaşam hakkını doğrudan ilgilendiren her alanda kamucu politikaların yaygın biçimde uygulanmasıdır.
Kaynak üretmeyi gündeminden uzun zamandır çıkarmış olan bir iktidarın kaynak bulma çırpınışlarını izliyoruz. Salgın sürecinde artan yoksulluğa karşın iktidar, günü kurtarmak için dolaylı vergilerle yine yurttaşa yükleniyor. Taşıma suyla değirmeni döndürmek için bulunan finansal cin fikirler ise kalıcı bir çözüm getirmiyor. Ne yazık ki ülkenin fırtınalı günlere doğru hızla ilerlediği görülüyor…
[1]https://acikerisim.isikun.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11729/2191/10258176.pdf?sequence=4&isAllowed=y
[2] https://www.dw.com/tr/saray-2020de-vergilere-bel-bağladı/a-50910580
[3] https://www.evrensel.net/yazi/85125/vergiyle-soymak
[4] https://www.dw.com/tr/türkiyenin-yüzde-34ü-sosyal-yardım-aldı/a-53495005
[5] https://www.haber.com/istanbulun-zengin-semtleri-yoksul-ilcelerin-faturasini-odedi-297941/
[6] https://gaiadergi.com/devlet-toplum-iliskisinde-bir-guc-kaynagi-olarak-korku/