Yolsuzluk ekonomisi
İktidarın görevli memurlarını günah keçisi olarak ilan etmek büyük resmin kamuoyu tarafından görülmesini engelleyerek zincirleme yolsuzluk modelinin ‘AK’lanmasına neden olur.
Immanuel Wallerstein’ın dünya sistemleri kuramında[1]söz ettiği merkez kapitalist ülkelerde, siyasal ve ekonomik faaliyetler görece yerleşik hukuk normlarına ve etik kurallara uygun biçimde sürdürülüyor. Merkeze bağlı bizim gibi çevre ülkelerde ise siyasal ve ekonomik faaliyetler genellikle kural tanımaz ve keyfi bir anlayışla yürütülüyor. Bu durum çevre ülkelerde özellikle yolsuzluk ekonomisinin bir model olarak meşrulaşmasına yol açıyor. Küresel kapitalizm, mal ve hizmetlerin yanı sıra sermayenin de serbest dolaşımına olanak sağladığı için yolsuzluk ekonomisi ulus ötesi bir niteliğe bürünüyor. Ülke yönetimini ele geçiren hanedan ya da tiranlar kendilerini hukuk normlarından ve etik kurallardan bağışık kılarak eylemlerinin sorgulanmasına izin vermiyorlar!
Türkiye bu gerçekle ilk kez 17-25 Aralık 2013 tarihinde yüzleşti. Kral çıplaktı ama görenler hemen başını çevirdi… O dönemi en iyi anlatan itiraf gibi savunma ise bir ‘gazetecimsi’den gelmişti: “Yolsuzluk başka hırsızlık başkadır”. Tıpkı bugünlerde Kızılay Başkanı’nın Başkent Doğalgaz adına yaptığı savunmadaki “vergi kaçırmak başka, vergiden kaçınmak başkadır” itirafı gibi… Buna karşılık Başkent Doğalgaz’ın sahibi, “Madem yanlıştı, Kızılay kabul etmeseydi. Vergiden daha fazlasını bağışlamışım. İnsan daha fazlasını vergiden kaçınmak için bağışlar mı?” diye Kızılay Başkanı’nı azarlayıp sözüm ona talihsiz itirafı düzeltmiş oldu! ‘Hayırsever’ yandaş şirketle başlayıp aile vakfına kadar uzanan para trafiğinin her durağında ayrı bir skandal var. Neresinden tutsanız elinizde kalıyor…
Zincirleme Yolsuzluk Modeli
Küresel kapitalizmin özelleştirme politikaları doğrultusunda ülkenin en kârlı ve stratejik kurumlarını kamudan alıp özel sektöre devreden ‘şahsım iktidarı’, yüksek kâr garantili enerji dağıtım hizmetlerini de eşe dosta havale etti. Kapitalist rejimlerde yurttaş elektrik, su, doğal gaz, petrol ürünleri gibi vazgeçemeyeceği temel gereksinimlerini satın almak zorunda. Üstelik bu hizmetlerin bedeli de yerel ve merkezi yönetimlerce pazarlıksız, tek yanlı olarak belirleniyor. Tekel ya da oligopol nitelikli bu tür sektörler devleti yöneten iktidarların himayesinde faaliyetlerini sürdürüyor. Yandaş şirketlerle iktidarlar arasındaki organik ilişkiler merkez kapitalist ülkeler için de geçerli. Ancak buralarda şirketler vergilerini devlete ödemek zorunda. Ülkemizdeki yandaş şirketlerin ise devlete vergi ödemekten ‘kaçınarak’ dolambaçlı yollardan siyasal iktidara bağış adı altında kaynak aktardığı artık alenen biliniyor. Bu durumun ortaya çıkmasında yerel seçimlerde büyükşehir belediyelerinin el değiştirmesinin çok önemli bir payı var. Dolayısıyla muhalefet, bundan sonra Kızılay başkanının istifasını istemekle ya da bağış yapılan vakfın çocuk tacizcisi olduğunu yinelemekle yetinemez. İktidarın görevli memurlarını günah keçisi olarak ilan etmek büyük resmin kamuoyu tarafından görülmesini engelleyerek zincirleme yolsuzluk modelinin ‘AK’lanmasına neden olur. 17/25 Aralık skandalında buna benzer bir durum yaşanmıştır. Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar 25 Aralık 2013 tarihinde NTV’de bakanlık ve milletvekilliği görevlerinden istifa ettiğini açıklayarak “Soruşturma dosyasında var olan ve onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan’ın (R.T.Erdoğan) talimatıyla yapıldı. Başbakan’ın istifa etmesi gerekir” demiştir[2].
O günlerde muhalefet, başbakanın talimatıyla istifa ettirilen dört bakanı hedef almakla yetinmiş, yolsuzluk ekonomisinin gerçek fail ya da failleri meçhul kalmıştır. Eski ortak Fetö eliyle ortaya dökülen yazılı ve sesli kanıtlar, montajlı komplo savıyla örtbas edilmiştir. Bugün yaşanan da en az 17/25 Aralık skandalı kadar büyüktür. O nedenle muhalefetin görevi, bunun kişisel bir yolsuzluk konusu olmadığını; tersine adı geçen isimlerin büyük bir yolsuzluk modelinin sadece aktörleri olduğunu kamuoyuna anlatmaktır. Aksi halde kamuoyu olayı işine geldiği gibi algılayacaktır. İktidar yandaşları bu insanlara iftira atılıyor diye yorumlarken muhalif olanların dikkati de sadece yolsuzluk yaptığı savlanan kişilere ya da bağlantılı kurumlara yönelecektir. Muhalefet artık aktörleri değil doğrudan bu yolsuzluk senaryosunu hedef almalıdır.
Haydi Muhalefet!
Yolsuzluğun yoksullukla olan ilişkisini kavrayan dünya halkları, geçen yıl Lübnan, Mısır, Irak, Kırgızistan ve Peru gibi ülkelerde meydanları doldurarak yolsuzluk yapan ülke yöneticilerini istifaya davet etmiştir. Geçtiğimiz günlerde bazı sol partilerin ve demokratik kitle örgütlerinin katılımıyla yapılan Ankara’daki protesto eylemine muhalefet partilerinin öncülük etmesi beklenirdi. Bu sayede oradaki yurtseverlerin polis şiddetine maruz kalıp göz altına alınmaları da önlenebilirdi. Muhalefet partileri yolsuzluğa karşı geniş katılımlı toplantılar düzenleyerek kamuoyu tarafından yeterince önemsenmeyen yolsuzluk, yoksulluk ilişkisine mutlaka dikkat çekmelidir. Böylesi sofistike bir yolsuzluk modelinin halka en yalın şekliyle anlatılması için etkin iletişime gereksinim vardır. Yerel seçimde kullanılan ‘israf ekonomisi’ kavramı, açığa çıkan Kızılay skandalından sonra artık yetersiz kalmıştır. Yolsuzluk ekonomisi, işsizler ordusunu büyütürken sosyal yardıma muhtaç nüfusun da artmasına neden olmaktadır. Sistemin dışına itilen yoksullar, iktidarın desteklediği yandaş vakıf ve tarikatların himmetine tabi kılınmıştır. Bu durum aynı zamanda iktidarla yoksullar arasında örtülü bir işbirliğinin gelişmesi sonucunu doğurmuştur. Yolsuzluk ekonomisi bağlamında ileri sürülen yolsuzluk kuramına göre her toplum, hizmet veren iktidarların yolsuzluklarını hoş görme eğilimi taşımaktadır[3].
Hizmet, doğrudan yapılan sosyal yardımların yanı sıra yol, köprü, cami gibi ülke genelindeki inşaat üretimlerini de kapsamaktadır. ‘Çalıyor ama çalışıyor’ ya da ‘çalsın ki bana versin’ anlayışına sahip insancıklar, namus, onur, erdem gibi tüm evrensel ahlaki değerlerin yerine dinsel ritüelleri koyarak vicdanlarını arındırmaktadır. On sekiz yıllık iktidar döneminden sonra yapılan anketlerin sonuçları da bu durumu doğrular niteliktedir. Metropoll’ün yaptığı ankete göre Erdoğan’ın görev onayı, azalmış da olsa hâlâ %42 civarındadır[4]. AREA Araştırma’nın Ocak ayı anketine göre de bu Pazar Cumhurbaşkanlığı Seçimi olsa R. Tayyip Erdoğan’a oy vereceğini belirtenlerin oranı %35,3; oy verip vermeme konusunda kararsız kalanların oranı ise %12,3’tür[5].
Yerel seçimlerle bu tabloyu değiştirme fırsatını elde eden muhalefetin Kızılay’ın başkanını değil, ısrarla iktidarı istifaya davet etmesi gerekir. Muhalefetin göstereceği bu özgüven, muktedire oy vermeyi düşünenleri de başka iktidar seçeneklerini dikkate almaya yöneltecektir. Muhalefet iktidarı düzeltme umuduyla davrandıkça kamuoyu önünde umut olmaktan uzaklaşmaktadır. Kızılay skandalı, AKP seçmeninin yanı sıra kararsızları da kazanmak için bir milat olarak görülmelidir. Haydi muhalefet; biraz gayret; etmeyeceğini bilsen de iktidarı istifaya davet et! Unutma ki 2013 yılında kendi bakanı olan Bayraktar bile “Başbakan’ın istifa etmesi gerekir” deme cesaretini göstermiştir!
[1] https://sourcebooks.fordham.edu/mod/Wallerstein.asp
[2] https://www.youtube.com/watch?v=IqC93bj1pnI
[3] https://www.yenicaggazetesi.com.tr/yolsuzluk-ekonomisi-30257yy.htm
[4] https://www.birgun.net/haber/metropoll-anketi-erdogan-in-gorev-onayi-yuzde-41-9-a-dustu-286577
[5]https://www.meridyenhaber.com/guncel/area-arastirma-ocak-ayi-anketi-iktidar-muhalefet-basabas-halk-h48991.html