Demir Silahtar
Ülkemizde AKP’nin son sürümüne yükselttiği sağ popülizm, ona hiçbir ideolojik veya siyasi tutarlılık kaygısı gütmeksizin birbiri ile tezat ya da çelişki halindeki tezleri aynı anda savunabilme, siyasi söyleminde de sermaye iktidarının bekası ve doğrudan temsilcisi olduğu çıkar gruplarının ihtiyaçları için gerekli gördüğü her türlü esneme ve değişiklikleri yapabilme imkânı sunmaktadır.
Bu ideolojik bohçada İslamcılık, liberalizm, ‘üçüncü yol’culuk, anti-komünizm, faşizm, anti-entelektüalizm, mistisizm, anti-semitizm, irredantizm, zenofobi vesaire, ne aranırsa bulunmaktadır. Bu sayede örneğin hayat pahalılığının sorumluluğu bir çırpıda patates-soğan spekülatörlerine yıkılabilmekte, Türk lirasının değer kaybetmesi siyonist-mason-tapınak şövalyeleri komplosuna bağlanabilmekte, Kürt açılımı sırasında PKK gerillaları sınır kapılarında karşılanırken açılımın kapanımı sonrasında şehit cenazesine giden ana muhalefet lideri terörist diye yumruklatılabilmekte, bu liste böylece uzayıp gitmektedir.
AKP’den hareketle bir sağ popülizm tanımı yapılacak olsaydı muhtemelen “sağ popülizm, finans-kapitalin en kaypak, en eklektik, en omurgasız siyaset tarzıdır” denilebilir.
“Astınız… Zehirlediniz…Yedirmeyiz…”
AKP’nin sağ popülist siyasetinin merkezinde duran mağduriyet edebiyatı, gerici ve liberal tezlerin bileşkesi olan eklektik tarih tezinin iskeletinde en önemli yeri işgal eden payandalardan biri de 27 Mayıs İhtilali ile iktidarına son verilen Demokrat Parti (“DP”) ile AKP arasında bir siyasi süreklilik bulunduğu söylemidir. Bunun popüler algı yönünden belki de en çarpıcı örneklerinden birinin, Haziran Direnişi’nin ardından o dönemin başbakanının ifadesiyle “evlerinde zor tutulan” AKP tabanını konsolide etmek üzere düzenlenen “Milli İradeye Saygı” mitingleri için ülke sathında binlerce billboarda asılan ve daha sonraki dönemlerde de ihtiyaca göre yeniden üretilen, Adnan Menderes, Turgut Özal ve Tayyip Erdoğan resimlerinin altına “Astınız… Zehirlediniz…Yedirmeyiz…” yazılı afişler olduğu hatırlanacaktır.
AKP’nin DP’nin mirasçısı ve devamcısı olduğu, Tayyip Erdoğan tarafından AKP iktidarının ilk dönemlerinden bu yana durmaksızın tekrarlanan bir motif olagelmiştir. 2010 yılında Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idam edilişlerinin 49. yıldönümünde adı geçenlerin anıt mezarları başında yaptığı konuşmada Erdoğan kalabalığa; “Menderes ve arkadaşları bu ülkeye bu millete yaptıkları hizmetin bedeli olarak, son nefeslerini vermişlerdir. Bizim inancımız Allah için, ülkesine, milletine hizmet yolunda ölenleri, öldürülenleri şehit olarak kabul eder. … Menderes ve arkadaşlarının yaktıkları demokrasi meşalesi elden ele her geçen gün daha yükseğe taşınmış ve nihayet bugün bizlere kadar ulaşmıştır. Milletle birlikte yürüyen herkes milletin düşmanlarına tokat vurmaktadır. Menderes’in ‘Yeter söz milletin’ şiarını sürdürüyoruz.” şeklinde sesleniyordu.
AKP’nin çekirdek kadrosunun Necmettin Erbakan’ın liderliğini yaptığı Milli Nizam-Milli Selamet, Refah Partisi çizgisinden, Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ve Akıncılar Derneği teşkilatlarından gelmesinin, dolayısıyla bu İslamcı kadronun DP-Adalet Partisi (AP)-Doğru Yol Partisi (DYP) geleneği ile doğrudan bir organik bağı bulunmamasının, DP’nin mirasçısı ve devamcısı olma iddiasının tarihsel temelden yoksun olduğunu gösterdiği düşünülebilir.
Oysa bu düşünce iki bakımdan hatalıdır. Öncelikle sınıfsal bakımdan “küfür tek millettir”, yani DP de AKP de diğer tüm düzen partileri gibi sermaye sınıfının çıkarlarının savunucusu olma ortak paydasında zaten buluşmaktadırlar. Ancak bunun da ötesinde AKP sadece Millî Görüş hareketinin geleneksel dayanağı olan küçük ve orta ölçekli Anadolu sermayesine değil, DP geleneğinin merkez sağ olarak nitelenen çizgisini destekleyen büyük sermaye gruplarına da arkasını yaslayabilmiştir.
İkincisi, AKP o dönemde sermayenin müesses nizamı ve emperyalizmin bölgesel tasarrufları açısından pürüz yarattığı düşünülen Millî Görüş çizgisinin yerine emperyalizm ve uluslararası sermaye ile daha uyumlu bir Türkiye için tıpkı 80’li yılların ANAP’ı gibi “dört eğilimi birleştirme” misyonu ile yola çıkarılmış ve Refah Partisi’nden gelenlerin yanında DP’nin organik devamcısı olan AP, DYP ve ANAP kökenli çok sayıda kadroya da hem bünyesinde hem de sorumlu mevkilerde yer vermiştir.
AKP bu sayede sağ popülizmine DP geleneğini de tevarüs ederek siyasal İslamcılıkla harmanlamış, sınırlı bir hitap alanı olan “camileri ahıra çevirdiler”, “benim türbanlı bacımı üniversiteye sokmadılar” vb. söylemler üzerine kurulu mağduriyet edebiyatını, “27 Mayıs mezalimi”, “şehit Menderes” gibi yeni öğelerle zenginleştirmiştir.
“Demokrasi ve özgürlük şehidi” Adnan Menderes (!)
Birkaç gün önce 27 Mayıs İhtilali’nin 60. yıldönümünde, DP yöneticilerinin yargılandığı Yassıada’nın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve müttefiki Devlet Bahçeli’nin katılımıyla gerçekleştirilen törenle “Demokrasi ve Özgürlükler Adası” adıyla açılışına ve bu vesileyle Adnan Menderes ile onunla idam edilen Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın bir kez daha “demokrasi şehidi” ilan edilmelerine tanık olduk.
O halde Menderes’in 1950-1960 arasındaki on yıllık iktidarı boyunca “demokrasi ve özgürlükler” adına yaptıklarına hızlıca bir göz gezdirelim:
Adnan Menderes’in ve DP’nin on yıllık iktidarına sığdırdığı, saymakla bitmeyen bu emperyalizm işbirlikçisi, emek düşmanı, cumhuriyetin ve laikliğin altını oyan gerici icraat gerçekten de hem AKP’nin kurucu kadrolarının yetişmesinde hem de onu iktidara taşıyan siyasi gelişmelerde son derece önemli bir rol oynamıştır.
Nitekim 2014 yılında, AKP’nin o dönem en önde gelen isimlerinden olan Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Adıyaman’da düzenlenen 10. İmam Hatipliler Kurultayı’nda Cumhuriyetin ilk yıllarında kapatılan İmam Hatip okullarının 1950’lerden sonra tekrar bir canlanma yaşadığını hatırlatarak;
“Bu yönüyle baktığımızda, okulların ayakları üzerinde doğrulması, güçlenmesi ve ivme kazanmasında ve gelişmesinde Adnan Menderes çok önemli bir isimdir, Demokrat Parti iktidarı… Yani İmam Hatip tarihi yazıldığında iki isim öne çıkacaktır. Biri Adnan Menderes, diğeri Tayyip Erdoğan’dır…. İmam Hatip tarihi bu iki isim olmadan yazılamaz. Milletin iki adamı, milletin mukadderatına, ülkenin geleceğine sahip çıkmıştır. Bunun en önemli göstergesi imam hatip okullarının canlandırılması olmuştur.”
derken sadece bir kadirşinaslık göstermiş olmuyor, ülkemizde gericiliğin başlıca kadro kaynağı olagelen İmam Hatip okullarının palazlandırılmasında DP iktidarının ve Adnan Menderes’in katkılarının uzun vadede AKP’yi iktidara götüren süreçte taşıdığı büyük önemi de ifade etmiş oluyordu.
Bu haber en son değiştirildi 31 Mayıs 2020 08:42 08:42
İstanbul 5. Sulh Ceza Hakimliği'nin Nasuh Mahruki'nin tutuklama kararında paylaşım içerikleri ve görüntülenme sayılarını da…
Gündeme ilişkin basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Adalet Bakanı Tunç, muhalefeti hedef aldı. Tunç, MHP'den istifa…
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, Ukrayna'nın 4,65 milyar dolarlık borcunun iptaline ilişkin kararın Kongreye…
Merkez Bankası, kasım ayında da faiz oranını değiştirmeyerek yüzde 50'de sabit tuttu. Banka böylece üst…
Bir gencin ölümüne ve iki kişinin yaralanmasına neden olduğu için yargılanan eski Kızılay Başkanı Kerem…
Laiklik Meclisi tarafından 150 kapsamlı başlıkta hazırlanan Ekim 2024 Laiklik İhlalleri Raporu yayımlandı.