Yusuf Kurt
Beyaz yakalı sınıfın neresinde?
Sınıf mücadelesinin her hangi bir aşamasında karşımıza çıkan değişmez bir sorudur bu. Bunun yanıtı nedense net verilemez. Büroda bilgisayar karşısında aldığı ücret ile açlık sınırında yaşayanları görünce sınıfın tam ortasında dediğiniz gibi plazalarından çıkıp korunaklı yaşam alanlarına sığınan, tüketim alışkanlıkları ile sınıfın dışına yakıştırılan, acaba nereye ait sorusunu kendinize sorduğunuz da olmaktadır. Hâlbuki tüketim alışkanlıklarından bir sınıf yaratılmayacağı gibi tüm bu yakıştırmalar, yaklaşımlar, sorgulamalar ile sınıf içinde yer belirlemeniz de mümkün değildir. Veya derinlemesine bir analize girip üretken/üretken olmayan emek, orta sınıf tartışmalarını da açabilir sorunun yanıtını oldukça uzatabilir, bir tartışmaya başlayabilirsiniz. Bir konservenin etiketinin tasarımını bilgisayarda düzelten ve bunu aktaran ile o etiketi bir makinenin başında konserve kutusuna yapıştırmasını denetleyeni sınıfın içinde farklı konumlandırmak doğru değildir. Biri pazarlama işini yüklenen ajansta çalışıp, ürünün etiketlendiği fabrikaya çok uzak olsa dahi.
Biz bu tartışmanın kapısını açsak dahi – ki bu yazıda en son niyetimiz, isteğimiz- önce temeli elbette Marksizm’den kurmamız gerektiğini biliyoruz ve bu noktada Engels’e dönüyoruz.
Engels, Komünist Manifesto‘nun 1888 baskısına düştüğü notta modern sınıflar için şunu yazmış: “Burjuvazi, modern kapitalistler sınıfı ile toplumsal üretim araçlarının sahipleri ve ücretli emek kullananlar kastediliyor. Proletarya ile ise, kendilerine ait hiçbir üretim aracına sahip olmadıklarından, yaşamak için işgüçlerini satmak durumunda kalan modern ücretli emekçiler sınıfı.” Buradan beyaz yakalı/büro işçisi için bakılması gereken yerin üretim araçları ile kurduğu ilişki ve ücret karşılığında sattığı emek gücü olduğunu bir kere daha anlıyoruz ve sorumuzun yanıtını daha başta vermiş oluyoruz.
Yine de daha berraklaşabilmek için tartışmalara ucundan dokunabiliriz. Önce Tülin Öngen’in günümüz işçi sınıfını anlattığı Prometheus’un Sönmeyen Ateşi kitabından bir pasaja bakalım.
“Beyaz yakalı sektör içinde üç ayrı sınıf konumunu ayırt etmekte yarar vardır: (1) sermaye birikim süreciyle ilgili idari kararların alınmasına katılan ve yüksek ücret alan bir azınlık (üst düzey yöneticiler ve profesyoneller), (2) gelir düzeyi yüksek olan ve emek ile sermaye arasındaki ara kademelerde çalışan orta düzey yöneticiler ve denetleyiciler, (3) iş ve emek süreçleri üzerinde fazla bir denetleme gücüne sahip bulunmayan, çoğu kez kol işçilerinden bile daha düşük ücret alan büro işçileri” (1)
Bu noktada şunun altını çizmek gerekir, yukarıdaki konumlandırmalar içinde tarif edilen beyaz yakalılar hiç biri sınıfın dışında yer alamaz veya bu konumlandırmaların olduğu başka bir sınıf icat edilemez. Günümüzde Max Weber’e dayanan bazı sosyologlar mülkiyet ilişkisinden sıyrılarak bu tür sınıf çözümlemelerine girişir ki bu son derece yanıltıcıdır.
Kitaba yeniden dönersek Öngen, beyaz yakalıları sınıf içinde böyle konumlandırdıktan sonra “ İşçi sınıfının büyümesini sağlayan asıl kesimin, son grupta yer alan ücretliler olduğu bilinmektedir” diye ekliyor ve şu tespiti yapıyor. “Özellikle son yıllarda çok tartışılan “endüstrileşmeme” olgusunun yaygınlaşmasıyla bu grupta yer alan emekçilerin, işçi sınıfı içindeki oranlarının daha da artması beklenmektedir.”
Beyaz yakalının değişimi
İşçi sınıfı zaman içinde teknolojik gelişmeler ile birlikte aynı burjuvazi gibi değişimler yaşamıştır. Sınıf içinde de beyaz yakalı ile mavi yakalıyı ayırdığı düşünülen sınırlarda silikleşmiştir.
“Proleterleşme süreci, emek sürecindeki konumları ve emek piyasasındaki yerleri kötüye giden ve toplumdaki ayrıcalıklarını kaybedenleri kapsar. 21.yüzyılın başında neo liberal ekonomi ve siyaset politikaları doğrultusunda tarihsel ve küresel olarak yükselen proleterleşme ve yeniden proleterleşme dalgaları ile karşı karşıyayız. Bir yandan, her geçen gün daha çok insan işçileşiyor ve proleteryaya dahil oluyor. Klasik proleterleşme, kapitalist toplumda insanların işçi haline gelmelerine ve emek piyasasına fırlatılmalarına işaret eder. Mülksüzleşerek ve üretim araçlarından koparılarak emek piyasasına dahil olmayı içerir. Mühendisler ücretli emek haline geldiklerinden beri proleterleşmeyi deneyimliyor. Diğer yandan ise eğitimli, vasıflı, ayrıcalıklı konumda olan işçi sınıfı mensupları bu konumlarını kaybederek yeniden proleterleşiyor. Yeniden proleterleşme, daha önce görece ayrıcalıklı konumları olan kesimlerin işçileşmesine işaret etmektedir ve proleterleşmenin boyutları genişlemekte ve derinleşmektedir ” (2)
Gamze Yücesan Özdemir’in mühendislerin toplumsal öyküsünü anlattığı “Fırtınadaki Arı – Mühendisin Hayatı” kitabında değişimin bir kısmını da bu şekilde anlatıyor. O arada konumlandırmaların artık iyice belirsizleştiğini “yeniden proleterleşme” ile anlıyoruz.
Kısaca, ekonomik olarak gerileyen, performans baskısı altında ezilen, kariyer hedefleri giderek küçülen beyaz yakalı, “işçi” olarak artık sınıfı içinde yerini tam ortada konumlandırıyor.
Sınıf mücadelesindeki beyaz yakalı “işçi”
Beyaz yakalıların, daha doğru bir ifadeyle beyaz yakalı işçilere; tepkisi küçük burjuvadır, kendilerini işçi olarak görmezler, iş yerlerinde kendilerine göre işçi gördükleri ile ( temizlik elemanı, güvenlik vs…) aralarına mesafe koyarlar, sınıf bilinci yoktur, kendilerini burjuvalara yakın ve ayrıcalıklı olarak görmek isterler, ideolojik olarak çarpılmıştır gibi birçok özellik yapıştırılmıştır. Ve elbette bunların gerçekliği vardır. Ancak bu gerçeklik değiştirilemez olarak görüldüğü sürece, kavganın ayağına pranga takmaktan başka bir işe yaramaz.
Dün olduğu gibi bugün de örgütlü mücadelenin içinde beyaz yakalı işçi sayısı fazladır. Sınıf bilincinin eksik olduğunun söylenmesi mümkün değil ama mücadele de kendi iş alanlarına dair bir yabancılaşma ve körlük yaşadıkları da düşünülebilir. Mücadele alanlarının fabrikalar, şantiyeler kadar kendilerinin de içinde olduğu bürolar, plazalar olabileceğinin görülmesi gerekiyor.
Beyaz Yakalı İşçiler için Gezi örneği verilir. Oradaki olaylardan hem beyaz yakalı işçilerin hem de sınıf kavgasının öncülerinin mutlaka çıkarması gereken tek ders var; örgütlü işçilerin birlikte mücadelesi. Ne yazık ki eksik olan da bu olmuştur ve sonucunda özellikle örgütsüz bu kesim için Gezi Direnişi anı halinde kalmıştır. Bugün sıkışılan sosyal medyada beklenen bir ikinci Gezi var ve her toplumsal tepkinin bir yerinde bu beklentiler yükseliyor olsa da bugün sınıfın kavgasını yerinde ve zamanında örgütlenmek/örgütlemek gerekiyor.
Kapitalizmin krizinin uzaması sonucu sistemi her zaman ayakta tutan yedek iş gücü bugün daha fazla. Bu durum ücretlerin ve hakların daha da kısıtlanması anlamına geliyor, işçilerin bir kısmı evden çalışma diyerek yalnızlaştırılarak sınıftan koparılmaya çalışılıyor, örgütlenme olanakları azalıyor. Bugün dünden zor ama yarın daha da zor olmaması için mücadeleye emek vermeliyiz.
Ama önce “beyaz yakalı” sınıfın neresinde sorusuna net cevap vermeliyiz.
(1) Tülin Öngen Prometheus’un Sönmeyen Ateşi S 210
(2) Gamze Yücesan Özdemir Fırtınadaki Arı Mühendisin Hayatı S 51
Bu haber en son değiştirildi 29 Kasım 2020 17:46 17:46
Türkiye Komünist Hareketi (TKH) Yenidoğan çetesi skandalı hakkında Eski Sağlık Bakanları Mehmet Müezzinoğlu, Recep Akdağ,…
Ahmet Özer'in tutuklanmasının ve yerine kayyum atanmasının ardından belediyede kamu ve özel teşebbüse ait hizmetlerde…
Milli Savunma Bakanlığı, Kara Harp Okulu resmi mezuniyet töreni sonrasında yaşanan kılıç çatma töreni sonrasında…
Diyarbakır'da kaybolduktan 19 gün sonra cansız bedenine ulaşılan 8 yaşındaki Narin Güran cinayetinde itirafçı olan…
Hamas'ın siyasi büro üyesi Halil el-Hayye, Gazze'de ateşkes görüşmeleri ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. el-Hayye, "Gazze'nin…
Çocukları ilaçlarla manipüle ederek istismara uğradığına inandıran 'Profesör Kabus' olarak tanınan Salık Zoroğlu'nun kullandığı ketamin…