Bitpazarına nur yağdırmak veya yeniden Davutoğlu
18-01-2020 09:45Mahçupyan, “Ahmet Davutoğlu kendi bildiklerini ve yaşadıklarını anlatırsa bir gün bütün bu yakın tarih yeniden başka türlü yazılacak. Biliyorum çünkü bazı bölümleri dinledim, ancak anlatmak bana düşmez. Biraz o ortamın da olması gerekiyor, kendisine açık olarak da sormak mümkün” diye konuştu bir medya kuruluşuna. Demek ‘biraz o ortamın da olması gerekiyor’du…
Nevzat Kalenderoğlu
Geçtiğimiz günlerde eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, ‘Gelecek Partisi’ adını verdikleri partiyi kurarak II. Davutoğlu sürecini resmen başlatmış oldu. 132 isimden oluşan Kurucular Kurulu’nun tamamının oyunu da alarak beklendiği üzere partinin Genel Başkanı oldu.
Deklare edilen kurulun en dikkat çeken isimleri ise, eski AKP milletvekilleri Ayhan Sefer Üstün, Feramuz Üstün, Selçuk Özdağ, Abdullah Başçı, Cuma İçten ile 15 Temmuz darbe girişimi sırasında yaşamını yitiren AKP’nin iletişim stratejisi danışmanı Erol Olçok’un eski eşi Nihal Olçok idi.
Başbakanlığı döneminde Davutoğlu’nun danışmanlığını da yapan gazeteci Etyen Mahcupyan ile gazeteci Hakan Albayrak’ın kurulda bulunması zaten bekleniyordı.
Ankara AKP İl Başkanı iken tabandan ‘FETÖ’cü tepkisiyle karşılaşan ve açıktan protesto edilen Mustafa Nedim Yamalı ile YÖK eski Başkanı Prof. Dr. Ziya Özcan’ı sönük bir listenin görece öne çıkan isimleri arasında sayabiliriz.
Davutoğlu denilince akla Pelikan ve Başbakanlık’tan azlediş hikayeleri geliyor doğal olarak. Pelikancılar mevzusu daha evvel Pusula’nın Nisan sayılarından birinde “Kim bu Pelikancılar?” dosyası ile ayrıntılı bir şekilde girmiş, değerli okurun da yoğun ilgisine mazhar olmuştuk. Davutoğlu’nun ilk dönemine ve AKP’den ayrılış hikayesine ise “‘Bilge adam’ mı ‘şişirilmiş entelektüel’ mi? Davutoğlu’na yakından bakmak…” isminde bir portre denemesinde değinmeye çalışmıştık.
Pelikancılar her daim gündem, Manifesto yukarıda bahsi geçen dosyayı Pelikancıların AKP içinde peşpeşe gelen zelzelelerin ardından kafalarını çıkaracakları sırada yazdı. Davutoğlu portesini ise ‘parti kuracak’ dedikodularını ayyuka çıktığı bir dönemde kaleme aldık. Davutoğlu, nihayetinde partisini kurdu, kadrolarını açıkladı, siyaset üreteceği başlıkları ise üç aşağı beş yukarı açık etti.
İtiraz başlıkları
Davutoğlu, partisinin kuruluş toplantısında eski partisi ile kendi hareketi arasında oluşan fikir ayrılıklarını açmaya çalıştı. Kuruluşundan bu yanan Davutoğlu ekibinin öne çıkardığı en önemli başlık ‘yeni anayasa’ taahhüdü oldu; dolayısıyla en sivri okları da ‘Erdoğan tipi Başkanlık’ uygulamasına yöneldi. Davutoğlu, eski partisinin düşünce ve ifade özgürlüğüne, ehliyet-liyakat atamalarına ve hukukun üstünlüğüne verdiği zararlardan dem vurdu.
Davutoğlu, dini örgütlenmelerin AKP’ye yakınlaşma ve ranttan pay kapma yarışında kimilerinin örselendiğinin uzun süredir farkında idi. AKP, bazı yapılanmalara iltimas geçerken dışarıda kalan taze muhalif dincilerle hasbihal etmeye Davutoğlu koşuyordu. Davutoğlu bu anlamda, ‘özgürlükçü laiklik’ gibi ucube bir kavram setini yeniden kullanıma aldı.
“Devlet, bütün dini/mezhebi/felsefi anlayışlara ve topluluklara aynı mesafede olmalı ve eşit yaklaşım göstermelidir. Bu çerçevede temel ilkemiz özgürlükçü laiklik ve çoğulcu din anlayışıdır” diyen Davutoğlu, bu mesajıyla dincilerle beraber Alevilere de veya ‘azınlık’ sayılan dini, mezhepsel, kültürel gruplara da sinyal yaptı.
“Dini ya da seküler hiçbir yapının devlet içinde ayrıcalıklı bir konum elde etmesine müsaade edilmeyecektir” ifadesi anlamlı olabilirdi; cemaatlere özgürlük ve ranttan ‘eşit’ yararlanma vaadi içermeseydi eğer…
Hukuk devleti olma, hak ve özgürlükleri sıfırdan yazılacak bir anayasa ile güvence alma sözü veren Davutoğlu, parlamenter sistem, demokrasi ve özgürlük alanları tanımladı. En büyük özgürlüğü ise doğaldır ki Serbest Piyasa amentüsü ile sermayeye atfetti.
‘Liyakat’ kavramı üzerinden AKP’yi eleştiren Davutoğlu’nun sadede gelmesi ise Şehir Üniversitesi gerginliği ile ancak mümkün olabildi.
Erdoğan, partisinin İstanbul toplantısında, Şehir Üniversitesi konusuna girerek; Davutoğlu ile eski AKP’li Bakanlar Ali Babacan ve Mehmet Şimşek hakkında ağır ifadeler kullandı. Erdoğan AKP’li eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den ‘halef-selef olduğumuz Cumhurbaşkanı’ diye bahsederken; diğer isimlere açıkça ‘dolandırıcı’ dedi.
Konu ile doğrudan ilintili (ıslak imza sahibi) dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce’nin ismini AKP’de süren ‘siyasi kariyeri’ sebebiyle anmayan Erdoğan’a Davutoğlu ilk kez sert yüklendi:
“En temel nezaket kurallarına dahi uymayan bu üsluba rağmen Halk Bankası konusunda açılan tartışmayı anlamlı buluyorum. Bugün bir milat olmalıdır. Çağrım açıktır: Madem ki bu ülkeye hizmetten gayrı hiç bir hedef gütmemiş ve bütün bir ömrünü buna adamış bir başbakana ‘dolandırıcılık’ iftirasında bulunulmuştur, o zaman şu anda görev yapanlar da dahil olmak üzere yaşayan bütün Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, kamu bankalarının bağlı olduğu bakanlar ve özelleştirme yüksek kurulunda görev yapmış yetkililerin ve onların birinci ve ikinci derece hısımlarının ve akrabalarının mal varlıklarını ve bu varlıklardaki değişimi, bu kişilerin siyasete girdikleri/devlet görevi üstlendikleri günden bugüne kadar araştırmak ve soruşturmak üzere TBMM’nde gerekli komisyonlar oluşturulmalı ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifade ettiği vechile yetimlerin hakları son kuruşuna kadar korunmalıdır.”
Devr-i Sabık ve cesaret…
Bu ifadelerden hareketle devr-i sabık tartışması da başlamış oldu. Davutoğlu, “aile üyelerinin zenginleşmesi” kartını tehdit unsuru olarak gösterirken; ekibinden Selçuk Özdağ, “Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur. Ama sorunu çözemeyenler vardır. Hesabını da soracağız. Gerekirse devri sabık da yaratacağız. Yaratmayalım diyenler var, gerekirse yaratacağız” dedi.
Davutoğlu, 17-25 Aralık gündemine dair de bir anekdot paylaştı. Bunun bir ‘FETÖ’ operasyonu olduğunu söyleyen Davutoğlu o günlerden kalan ‘Yüce Divan’ anısını şöyle anlattı:
“Üç bakanı ofisime çağırdım. Tartışmalı bir görüşmeden sonra ertesi gün saat 11’de basın toplantısı düzenleyip gönüllü olarak Yüce Divan’a gitme konusunu açıklamalarında anlaştık. Ertesi gün öğlen saatleri oldu. Açıklama yapılmadı. Ne olduğunu sordum. Bakanların Tayyip Bey ile görüştüklerini ve onun ‘yapmayın’ dediğini öğrendim. Hemen yanına gittim. Neden böyle yaptığını sordum. Önemli kırılma noktalarından biriydi.”
Davutoğlu, eski defterlerden ‘Şeffaflık Yasası’ teklifinin de Erdoğan tarafından reddedildiğini sık sık vurguluyor. Dolayısıyla kara defterin cesaretle açılıp açılmayacağı Davutoğlu cenahının en merak edilen mahareti olarak orta yerde duruyor.
Mahçupyan, “Ahmet Davutoğlu kendi bildiklerini ve yaşadıklarını anlatırsa bir gün bütün bu yakın tarih yeniden başka türlü yazılacak. Biliyorum çünkü bazı bölümleri dinledim, ancak anlatmak bana düşmez. Biraz o ortamın da olması gerekiyor, kendisine açık olarak da sormak mümkün” diye konuştu bir medya kuruluşuna. Demek ‘biraz o ortamın da olması gerekiyor’du…
Strateji hala derinlerde…
“Bugün küresel kırılganlıkların ve bölgesel çatışmaların oluşturduğu bir jeopolitik ortamda bulunan ülkemizin, bir istikrar adası olma hüviyetini korumanın, en önemli vazifelerimizden birisi olduğunu düşünüyoruz.” ifadeleriyle çıkılan yol, ‘pratik’te tam olarak şuraya çıkıyor:
“Libya ile yapılan anlaşma doğrudur. Türkiye Akdeniz’le ilgili hiçbir gelişmenin dışında kalamaz.”
Davutoğlu, ABD’nin Kaddafi’yi devirmesi sürecinde canhıraş şu tezleri savundu:
“Türkiye’nin, Libya’daki olaylar başladığı ilk günden itibaren vurguladığı temel öncelik insan hayatının korunması, kan ve gözyaşı dökülmesinin önlenmesi olmuştur.
Bu çerçevede krizin Libya içinde ve Libyalılar tarafından barışçıl yollardan çözümlenmesini sağlamak amacıyla çaba harcadık. Kaddafi yönetimi de dahil olmak üzere, Libya’daki tüm taraflarla diyalog kanallarımızı açık tuttuk. Kaddafi geri dönülmez bir noktaya vardığında ise Libya Temas Grubu’ndaki diğer önde gelen ülkelerle eşgüdüm halinde, kendisine onurlu bir çıkış yolu gösterdik. Kendisinin, ailesinin ve Libya halkının selameti için görevi bırakarak ülkeden ayrılması gerektiğini vurguladık.
Ancak halkın meşru taleplerine kulak tıkayan ve kendi vatandaşlarına karşı orantısız güç kullanmakta beis görmeyen Kaddafi, Libya halkı nezdinde meşruiyetini kaybederek ülkeyi bir iç savaşa sürüklemiştir. Ülkemizin ve uluslararası toplumun uyarı ve telkinlerini zamanlıca dikkate almayan Kaddafi, maalesef kendi trajik sonunu hazırlamıştır.”
Davutoğlu, bildiğimiz Ahmet Davutoğlu yani… Sadece bilmemişiz gibi, ‘yeni’ gibi görülmek istiyor. Bugünlerde parlamenter sistem üzerine derin düşüncelerini destekçilerine anlatan Davutoğlu, ‘Başkanlık Sistemi’ne ben hiç destek olmadım diyor. “Milletimiz en doğru kararı vermiştir. Referandum sonucu ülkemize ve aziz milletimize hayırlı olsun” demeci ise olduğu yerde duruyor.
Libya konusunda desteğini esirgememesi, bir dizi dış politik tercihte AKP’ye göz kırpacağı, omuz vereceği daha doğumunda belli edildi. Muhtemelen dış politikada ‘fikirlerinin iktidarda’ olduğunu düşünerek çevresinde böbürleniyordu…
Son olarak şu sıralar Ali Babacan’ın da yeni partisini artık ilan etmesi bekleniyor.
CHP lideri başta olmak üzere, iki cephe halinde yürütülen Türkiye düzen siyaseti şimdiden kucaklarını açtı ‘yeni’ eskileri bekliyor… Öte yandan, düzen dışındakiler “Bu adamlara bu ‘cesaret’ hangi yönden geldi?” sorusunu irdelemeli ve hafızasına sahip çıkmalıdır.