Burjuva demokrasisi ve seçim sistemleri
02-08-2020 23:57Farklı sınıfsal konumlarda olan yurttaşlar, seçimlere yani siyaset alanına gelindiğinde, bu farklılıklar ortadan kalkmışçasına, hepsinin ülke yönetiminde eşit söz hakkına sahip olduğu varsayımıyla seçimlere katılır.
Evrim Şenöz
Türkiye’de seçim sistemi tartışmaları yeniden gündemde. Tayyip Erdoğan, seçim sisteminin de “Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi”ne göre değiştirilmesi gerektiğini açıkladı.
Peki, seçim sistemleri neden değiştirilir, bu değişimler neye yarar, esasen de seçimler ne anlama gelir?
Burjuva sınıfı ve seçimlerin anlamı
Feodallere karşı mücadele ederek tarih sahnesine çıkan burjuva sınıfı, bu mücadelesinde “özgür ve eşit birey” talebini de yükseltmişti. Aydınlanma felsefesinde temellendirilen, burjuvazi tarafından da benimsenen ve hukuki anlamda bireyi eşit ve özgür olarak tanımlayan bu anlayış ne var ki toplumsal yapıda gerçek anlamda var olamamıştır. Burjuvazinin iktidarı alması ile birlikte, bu kavram işçi sınıfı açısından soyut bir tanımlamanın ötesine geçememiştir.
Üretim araçlarını ve iktidarı elinde bulunduran burjuvazi, siyasal alanla toplumsal alanı ayrıştırmış, siyasal alanı kendisine ait siyasal partilere ve kurumlara (meclis vb.) bırakmıştır. Burjuva sınıfın iktidarda olduğu bu sistemde, iktidarın / yönetim yetkisinin meşruiyet kaynağı “seçimler” olarak sunulmaktadır. Yurttaşların devlet yönetimine “katıldığı” tek alan da seçimlerdir.
Ne var ki tarihsel süreçte, işçi sınıfının seçimlere katılımı dahi kolay olmamıştır. Uzun yıllar oy kullanabilme hakkı, vergi ödeme yani mülk sahibi olma koşuluna bağlanmıştır. Örneğin Fransız Devrimi akabinde ilk Fransız Anayasası sonrası seçme hakkı, en az 25 yaşında olmaya, kanunla belirlenen sürede aynı yerde veya aynı kantonda oturmaya ve en az 3 günlük kazancını doğrudan vergi olarak ödemeye ve bir kişiye bağlı olarak maaşlı ev hizmetlerinde çalışmamaya bağlanmıştı. Böylece burjuvazi tarafından, Fransız Devrimi sürecinde feodal sınıfı, birlikte alaşağı ettiği işçi sınıfına oy hakkı konusunda sınırlama getirilmişti. Daha sonra uzun süre devam eden “genel oy hakkı” eylemleri ve Sovyet Devrimi ile etkisini artıran Avrupa’daki sınıf mücadeleleri sonunda önce tüm erkeklerin, sonra ise kadınlar da dahil tüm yurttaşların oy kullanma hakkı kabul edilmiştir.
Ne var ki, oy hakkına sahip olmak, parlamentoda yurttaşların gerçek anlamda temsiliyetinin yani temsilde adaletin ve demokrasinin sağlanmasına yeterli değildir.
Burjuva demokrasilerinde seçim sistemleri neyi örtüyor?
Farklı sınıfsal konumlarda olan yurttaşlar, seçimlere yani siyaset alanına gelindiğinde, bu farklılıklar ortadan kalkmışçasına, hepsinin ülke yönetiminde eşit söz hakkına sahip olduğu varsayımıyla seçimlere katılır. Herkesin farklılık gözetmeden seçimlerde bir oy hakkına sahip olarak yer alması, demokratik olarak yönetime katılım olarak ifade edilir. Hatta her yurttaşın oy hakkına sahip olması, böylece tüm yurttaşların ülke siyasetinde söz sahibi olduğu anlamına geldiği algısı yaratılmaya çalışılır.
Oysaki burada gözden kaçırılan noktalardan biri, seçimlerde “temsilcisini” belirlemek üzere oy kullanan yurttaşların gerçek anlamda eşitliğe sahip olmadıklarıdır. Emekçiler iktidarı elinde bulunduran burjuvazinin ideolojik saldırısıyla da karşı karşıya kalmaktadır. Bu koşullar altında kullanılan oylar, yurttaşlar için yönetime katılma değil, olsa olsa burjuvazinin içindeki farklı grup ve oluşumların yönetimde olan farklı partilerle “temsiliyetinin” sağlanmasına katkıda bulunmadır. Yani diğer bir deyişle seçim, burjuvazinin temsilcileri arasında gerçekleşmekte, yurttaşlar ise bunlar arasından birini tercih etmektedir.
Burjuvazi bunu gerçekleştirmek yani işçi sınıfının kendi adaylarının seçimlerde yer almasını önlemek, yer alıp seçilse de seçilen kişi ya da grupları parlamentoda etkisiz kılmak için farklı seçim yöntem ve teknikleri kullanmaktadır. Her ülkede burjuvazi o toplumsal/siyasal yapıda sistemini devam ettireceği şekilde seçim sistemini belirler ve dönemsel değişimlere göre de revize eder. Bu yöntem ve teknikler ülkelere göre değişiklikler gösterse de, amaç temsilde adaletin sağlanması değil, esas olarak kapitalist sistemin istikrarının devamının sağlanmasıdır. Örneğin Türkiye’de 1980 ile birlikte getirilen %10 barajı, “istikrar” söylemiyle sadece büyük düzen partilerinin parlamentoya girmesi sağlama hedefini taşır. Bu nedenle de, tüm yurttaşlara oylarının bir anlam ifade etmesi için bu barajı geçecek partilere oy vermeleri propaganda edilir. Yurttaşların çoğu da bu partilere oylarını vermekte, ancak oy verenlerin büyük çoğunluğu parlamentoda gerçek anlamda temsil edilmemektedirler.
Bununla birlikte, “gelişmiş” burjuva demokrasileri işçi sınıfının kendi adaylarının parlamentoya girmelerine olanak verse dahi, sistem bu mekanizmalar içinde o kişileri ya da grupları rahatlıkla soğurabilmekte, belirlediği sınırlar içinde temsil hakkını kullanmasını imkân vermektedir. Bu durum sistemin sürekliliğine bir tehdit oluşturmamaktadır.
Bu noktada ekleyelim ki, seçim barajı ve seçimlerinin burjuvazi için anlamı sistemin sürekliliği iken, ilerici partiler açısından ise toplumun siyasallaştığı bir ortamda yurttaşlara daha da fazla ulaşabilme ve baraj koşullarına rağmen emekçilere kendi partileriyle buluşabilme olanağıdır.
Tekrar vurgulayalım. Herşeyi matematiksel seçim hesaplamalarına göre belirlemeye çalışan; seçilenlerin profesyonel siyasetçi olup bir dönem x partisi, bir dönem y partisinde olduğu; seçenlerin seçtiği kişileri geri çağırma hakkı olmadığı ve bu nedenle de seçtikleri kişilerin kendilerine sorumlulukları bulunmadığı bir sistemde seçim sistemleri, temsilde adaleti sağlamak yerine, burjuvazinin iktidarını sağlamlaştırma ve sürekliliğini koruma görevini üstlenmektedir.
Oysaki demokrasi ancak, emekçilerin gerçek anlamda yönetim mekanizmalarına katıldıklarında var olabilir. Seçimlerin gerçekten temsilde adaleti sağlayabilmesi ise toplumsal ilişkilerin tümüyle siyasallaştığı, toplumun aşağıdan yukarıya doğru örgütlenerek yönetime katıldığı ve temsilcilerini seçtiği bir toplumsal yapıda mümkündür.