Emperyalist çullanmaya direnen Suriye
08-03-2020 10:20Bizim açımızdan emperyalizmin planlarını hayata geçirmek konusunda ne kadar ısrarcı olduğu biliniyordu ama işgalci açısından da bir şey öğrenilmiş oldu; o da Suriye’nin öyle kolay lokma olmadığı.
Alev Doğan
ABD’nin başını çektiği emperyalist blokun Suriye müdahalesi 9 yılı geride bıraktı. Hem İsrail’in güvenliğini almak hem de kendilerine uyumlu siyasal İslamcı bir rejim inşa etmek amacıyla Suriye’de düğmeye basan emperyalistlerin nihai olarak hedeflediklerine ulaştıklarını söylemek zor ama savaşın bittiğini de elbette…Yakın tarihin en büyük emperyalist çullanmalarından bir tanesine direnen Suriye halkının bu saatten sonra boyun eğmeyeceğini de eklemek gerekiyor. Bugünlerde, “Yansın Suriye, yıkılsın İdlib” naraları ile ateşe benzin dökmeye devam edenlerin kaçırdıkları nokta şu; Suriye cihatçı terör yüzünden yandı, İdlib emperyalizmin paralı askerleri tarafından yıkıldı zaten. Nasıl mı? Açalım biraz.
Gösteriler başlıyor
15 Mart 2011’de Dera’da hükümet karşıtı yazılama yapan 4 gencin tutuklanması ile başlayan gösterileri, yalan söylemekle mazhar batılı medya “Suriye halkı özgürlük sloganları ile meydanları inletti” başlıklı haberlerle servis etse de, kulaktan kulağa fısıldananların gerçekte yaşananlar ile arasında bir hayli mesafe vardı. İhvan’ın perde arkasında durduğu, Suudi Arabistan ve gerici Körfez emirliklerinin finanse ettiği bu protestolara pek de rağbet gösterilmiyordu. Sokağa çıkan bindirilmiş kıtaların ise ‘özgürlük’ kavramı ile yakından uzaktan alakası yoktu. Kaliforniya Devlet Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü olan Lübnan asıllı Esad Ebu Halil kişisel bloğunda, “Güvendiğim bir solcu yoldaşım gönderdi. Onun izniyle fakat ismini gizli tutarak yayınlıyorum” notu ile paylaştığı mesaj, bu eylemlerin kimler tarafından organize edildiğini gösterir nitelikteydi:
“Şam ve Halep’in Hristiyan mahallesi dışında iş nedeniyle gezdiğim şehirlerin tümünde insan sanki kendini Taliban yönetimindeki Kandahar’da gibi hisseder. Özellikle de kırsal alanlarda. Esad, buradaki manzara gerçekten korkutucu. Her yer burka. Kadınlar nadiren sokakta görülüyor ve ezici çoğunluğu baştan aşağı kapalı. Şimdi Suriye’de olanları düşünüyorum. Protestocuları desteklemeye çalıştım… Ama yapamıyorum. Bu insanlar ancak Taliban ya da bir benzerini iktidara getirirler. Suudi Arabistan bölgede üstünlüğü sağlayacak ve Suriye en iyi ihtimalle mezhepler arasında bölünecek. Dün Cuma’da atılan slogan ‘Aleviler tabuta, Hıristiyanlar Beyrut’a’ şeklinde idi. Bu adamları nasıl destekleriz? Başka bir Suriye muhalefeti daha olduğunu kabul ediyorum, ama azınlıklar. Gösterileri yönetenler Suudi tipi İslamcılar. Söylemek istediğim şu: Suriye’de rejimin yıkılmasını istediğinden emin misin? Çünkü ben ‘isyancılara’ baktıkça bölgenin geleceği için daha fazla karamsarlığa düşüyorum. Hayatımda ilk defa bölgede yaşama kararlılığımı sorguluyorum.”
Cihatçı çeteler devrede
Bu eylemler, düzenlenen sivil cumalar istenilen sonucu vermeyince de cihatçı çeteler sahneye çıktı. Türkiye ve Ürdün üzerinden Suriye’ye sokulan on binlerce militanın Suriye’yi kana bulaması çok da uzun sürmedi. Yıllarca bütün yatırımını İsrail tehdidi nedeniyle hava savunmasına yapan Suriye ordusunun ise asimetrik savaş konusunda pek de deneyimi yoktu.
Cihatçı çeteler hamileri ABD’nin lojistik, Suudi Arabistan ve gerici Körfez emirliklerinin finansal destekleri ile ülkenin neredeyse tamamına yakınında sivil halka adeta bir cehennem hayatı yaşatmaya başladılar.
AKP iktidarı ise İstanbul’da Suriye Ulusal Konseyi’ni (SUK) besleyip büyütüyor ve “15 gün içerisinde devrilir” dedikleri Esad sonrası Suriye’nin yönetimine hazırlıyordu. Suriye sınırındaki Hatay’da ise SUK’un askeri kanadı olarak kurulan ÖSO için hummalı bir çalışma başlatılmış, cihatçı ÖSO’yu ılımlı muhalif olarak pazarlamak adına hiçbir masraftan kaçınılmamıştı.
ÖSO internet sayfasında ordunun ana üssünün Hatay olduğunu yazacak kadar Türkiye’ye angajeydi. Suriyeli sığınmacılar için hazırlanan Apaydın kampı, ÖSO militanlarına tahsis edildi.
ÖSO’nun kurucusu Riyad el Esad, 11 Kasım 2011’de Şarku’l Avsat’a verdiği mülakatta şunları söyleyerek ÖSO’nun “yerliliğine ve milliliğine” ilişkin ilk sinyali çakmıştı;
“Uluslararası toplum, Libya’daki muhaliflere yardım etti; fakat biz yedi aydır bu yardımdan mahrumuz.”
Yalnızca 3 gün sonra el yükselten Riyad el Esad, işi NATO’ya avuç açacak raddeye getirmişti. 14 Kasım 2011’de, Saad Hariri yanlısı Nowlebonan isimli internet sitesinde yayımlanan açıklamasında NATO’ya şöyle yalvaracaktı: “Açıkça şunu söylemek istiyorum: NATO’nun belli hedeflere hava saldırıları düzenlemelerini istiyoruz. Geri kalanları Özgür Suriye Ordusu ile dikkatli ve ciddi bir şekilde koordine edilebilir. Suriye halkı, Türkiye hükümetine ve iyi niyetine güvenmektedir. Türkiye kara kuvvetlerinin Suriye’de tampon bölge oluşturma ve uçuş yasağı sağlaması için Suriye’ye girmesinde hiçbir sakınca görmüyoruz.”
Cepheden diplomasiye
Suriye cephede sayısı 100 ila 120 bin arasında değiştiği tahmin edilen cihatçı militana karşı savaşırken masada da eli yavaşça güçleniyordu. BM Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın “kellesini götüren zirve” olarak tarihe geçen 30 Haziran 2012 tarihli Cenevre toplantısı, işgal güçleri açısından “Esad gitmeli” söyleminin “giderse ne ala” temennisine büründüğü bir haldi. Cenevre ile başlayan süreç, Astana ve Soçi Mutabakatlarıyla boyut değiştirecek, Esad’ın Suriye’deki geleceğine ilişkin itirazlar yavaş yavaş yerini kabullenişe bırakacaktı. ABD’nin, Libya’da hayata geçirilen senaryonun Suriye’de de tekrarlanması için gösterdiği yoğun çabanın, Rusya ve İran eliyle boşa düşürülmesi ise diplomasi trafiğinin en önemli sonuçlarından bir tanesi olarak Suriye direnişinin hanesine yazılacaktı.
Sonuç yerine
Suriye, savaşın ilk şokunu atlatarak yüzünü adım adım zafere dönse de henüz nihai anlamda bu emperyalist çullanmanın bittiğini söylemek için erken. Fırat’ın doğusundaki ABD varlığı, İdlib’deki durum hala çözülmeyi bekleyen iki düğüm olarak Suriye’nin önünde durmakta. Bizim açımızdan emperyalizmin planlarını hayata geçirmek konusunda ne kadar ısrarcı olduğu biliniyordu ama işgalci açısından da bir şey öğrenilmiş oldu; o da Suriye’nin öyle kolay lokma olmadığı.