Emperyalizm Suriye'de ne istiyor?
08-03-2020 10:23Türkiye’nin müdahalesinin emperyalizm açısından Suriye’deki belirsizlikleri arttırması ve Rusya’yı sıkıştırması açısından da faydası olduğu kuşkusuz. NATO’nun son dönemde başlattığı sosyal medya kampanyalarında öne çıkan Türkiye vurgusunun ise Türkiye’nin “ittirilmesi” olarak okunması yerinde olur.
Zafer Aksel Çekiç
Emperyalizm çok uluslu imparatorlukları parçalama savaşı olan Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı ve Rusya imparatorlukları yönünden sonucunu hiçbir zaman kabullenmemişti. Bolşevizmin kapitalizme ve Türkiye’nin emperyalizme direnişi emperyalizmin planlarını yenilemesi anlamına geliyordu.
Britanya ve Rusya arasındaki “Büyük Oyun” ortak düşman Almanya nedeniyle dünya savaşlarında ittifaka dönüşürmüş gibi gözükse de Asya ve Ortadoğu üzerindeki mücadelenin hep sürdüğü artık tartışmasız olmalı.
Emperyalizm, reel sosyalizmin çözülüşü sonrasında önce Avrupa’nın doğusunu sisteme bağladı. Küreselleşme ideolojisinin de rüzgarını oluşturduğu bu dönemin ardından “Büyük Oyun”un sahasına geri dönüş yaşandı. 11 Eylül saldırıları bahanesiyle “Büyük Ortadoğu Projesi” ile Kuzey Afrika’dan Orta Asya’ya kadar ABD önderliğinde renkli devrimlerden, halk ayaklanmalarına, işgallerden terör örgütlerine geniş yelpazede müdahaleler 21. yüzyılın bu geniş coğrafyada çatışmalarla dolu geçmesinin aracı oldular.
Önce Rusya ardından Çin’in kuşatılması
Bu “oyun” veya “proje”nin birincil amacı Rusya’nın kuşatılmasıydı. Ancak bugün rahatlıkla Çin’in kuşatılmasının da bu oyunun bir parçası haline geldiğini söyleyebiliriz. Çin’in “Yol Kuşak Projesi” bu bağlamda aynı bölgelerde halkların “kalplerini ve akıllarını kazanma” yolu olarak emperyalizmin projelerinin karşısına dikilmiş oldu.
Öte yandan, Rusya’nın Gürcistan müdahalesi ile aktif olarak karşı koyuşa giriştiği bu süreçte “Arap Baharı” ile paralel olarak Ukrayna ve Rusya ülke dışındaki tek askeri üssünün bulunduğu Suriye ile bu aktif direniş genişledi.
İran’ın mollalar rejiminin de Şiilik üzerinden bir direniş eksenini etkin bir şekilde öne sürerek bu süreçte yer edindiğini söylemek gerekiyor. İran’ın da devreye girmesiyle Ortadoğu’daki mücadelenin bir açıdan Akdeniz’den Hürmüz Boğazı’na bir Şii hilali ile Türkiye ve Arap şeyhliklerinin bağının koparılması veya Suriye ile Irak’ın bölünüp bu Şii hilalinin parçalanarak Türkiye ile Arap şeyhlikleri arasında bir koridor oluşturulması mücadelesi halini aldığını söylemek de mümkün hale geldi.
Suriye’nin Arap siyasetinde gelişkin bir rolünün olması, Suriye devletinin Arap ülkeleri ölçeğinde gelişkin istihbarat ve ordu yapısı, İsrail ile tarihsel mücadele çizgisi, İran ile işbirliği potansiyeli ve İdlib ve Hama’dan Hicaz’a uzanan selefilik ideolojisinin Şii ve Alevi düşmanlığıyla harmanlaması imkanları bu ülkede “Arap Baharı”nın hızlıca yabancı cihatçıların da dahil olduğu bir savaşa dönüşmesini kolaylaştıran bir hedef olmasını sağladı.
Müslüman Kardeşler ve Yeni-Osmanlıcılık
Bu noktada tekrar geriye dönüp bu sürecin en önemli ayaklarından birini Türkiye’de “gömlek değiştiren İslamcıların partisi” AKP’nin iktidara gelmesi olduğunu hatırlamak gerekiyor. AKP’nin Türkiye’yi yeniden şekillendirmesi ile birlikte emperyalizmin ileri karakolu olarak bölgenin şekillendirilmesinde büyük bir rol üstlendiğini biliyoruz.
Emperyalizmin “Atlantik’ten Çin Seddi’ne” esas olarak enerji kaynaklarını “güvenli hale getirme” amacıyla ama bu arada uyuşturucudan silaha kadar türlü kirli kazançları da düşünerek başlattığı bu süreçte Türkiye 28 Şubat döneminde kendisine George Soros tarafından salık verilen ve generallerin de pek hoşuna giden “en önemli ihraç malınız ordunuz” önermesinin hakkını vereceğini göstermek için türlü işlere kalkıştı.
Emperyalizmin cezalı çocuğu Türkiye
Sonradan inkar edilse de bir dönem kürsülerde gururla açıklanan “BOP Eşbaşkanlığı”nın anlamı “ağabeylik yapılacak” Müslüman Kardeşler aracılığıyla emperyalist planların başta Tunus, Mısır ve Suriye olmak üzere bölgede hayata geçirilmesinde üstlenilen görevlerdi.
Yeni-Osmanlıcılık ise bu sürecin ideolojisi olarak dönemin Dışişleri Bakanı ve Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” hayalleriyle gündeme geldi. Ancak “Osmanlı” ile Müslüman Kardeşler’in uyumsuzluğu, Müslüman Kardeşler’in İslamcılığının ılımlı olmaktan uzak olması, Erdoğan’ın Mısır’daki “laiklik” tavsiyelerinin geri tepmesi, Suriye’de Müslüman Kardeşler tabanının El Kaide ve IŞİD ile iç içe geçmekten geri durmamasının Batı kamuoyunda geri tepmesi gibi nedenlerle ne Yeni-Osmanlıcılık ne de Müslüman Kardeşler emperyalizmin planlarındaki yerini koruyabildi.
Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığına mal olan bu sürecin Türkiye’ye bombalı saldırılarda ölen yurttaşlarımız gibi çok acı bir faturası oldu. O dönemde AKP’nin burnunun fazlasıyla sürtüldüğünü ancak neticede aktif bir rol üstlenmek üzere Rusya ile ciddi kısıtları olan bir sürecin başlatıldığını da biliyoruz. Kamuoyunda Türkiye’nin eksen değiştirip değiştirmediği tartışmalarının yapıldığı dönemde de bugün de Türkiye esasında emperyalizmin kendisine kestiği cezayı yeniden işlev kazanarak aşmanın yollarını aradı.
Suriye Rusya’ya bırakılabilir mi?
Bu arada emperyalizm ile Rusya’nın karşı karşıya geldiği onlarca başlık yerine sadece Suriye’nin tartışılabildiği Astana ve Soçi görüşmeleri sayesinde belirli bir düzeyde giden Suriye’deki mücadelenin İdlib’in düşmesi ihtimalinde artık sadece Kürt kartına bağlanması ihtimalinin geriye kalacak olması Türkiye’nin açık müdahalesini getirse de emperyalizmin cihatçılarla yan yana gelmeye heveslenmediği görülüyor.
Türkiye’nin müdahalesinin emperyalizm açısından Suriye’deki belirsizlikleri arttırması ve Rusya’yı sıkıştırması açısından da faydası olduğu kuşkusuz. NATO’nun son dönemde başlattığı sosyal medya kampanyalarında öne çıkan Türkiye vurgusunun ise Türkiye’nin “ittirilmesi” olarak okunması yerinde olur.
Suriye’deki emperyalist müdahalenin bir ABD ve NATO yenilgisi ve Rusya zaferi ile sonuçlanmasına kolaylıkla izin verilmeyeceğinden emin olmak gerekir. Enerji kaynaklarının güvenliği ve Rusya’nın bu bölgelerde etkinliğinin olmaması hedeflerinin bütünüyle tutturulamaması ihtimalinde dahi Suriye’nin daha fazla karışıklık ile karşı karşıya bırakılıp Rusya’nın Suriye’deki yıkımla başa çıkmak zorunda bırakıldığı ve Türkiye’nin de bir Kürt devleti seçeneğine karşı çıkamayacak hale getirildiği bir sürecin emperyalizmin bölgeye yönelik hedefleri açısından “fena sayılmayacak” bir sonuç olması kuvvetli bir seçenek olarak önümüzde duruyor.
Suriye halkının onurlu direnişinin Türkiye tarafından kabul edilip iki devletin ortak mücadelesi dışında bölgedeki halkların önümüzdeki dönemde emperyalist oyunlarda canlarını kaybetmeyi sürdüreceği de bir gerçek.