Demir Silahtar
İkinci emperyalist paylaşım savaşı sırasında milyonlarca insanı katlederek doruğuna ulaşan faşist barbarlıkla “medeni” kapitalizmin birbiriyle bağdaşmaz şeyler olduğunu ileri sürerek bilinç çarpıtmaya çalışan burjuva literatürü, faşizmi sermaye düzeninin “doğal” akışı ile ilgisi olmayan bir sapma, hastalıklı bir takım liderlerin sebep olduğu münferit bir olay gibi göstermeye özel bir gayret sarf eder. Maddi gerçeklikle taban tabana zıt bu teze sözde bilimsellik katmak adına, kâh risorgimento’dan kâh militarist Prusya geleneğinden dem vurularak ve Versay Barış Antlaşması’nın ağır hükümlerinin Alman kamuoyunda yarattığı öfke dalgasına da mutlaka özel vurgu yapılarak, önce İtalya sonra da Almanya’da en vahşi biçimlerini bulmuş olan faşist hareketlerin bu ülkelerin özgün tarihsel koşullarından zuhur etmiş sui generis olgular olduğuna ikna olmamız beklenir.
Oysa faşizm, her şeyden önce tekelci kapitalizmin derin bunalımının bir ürünü, işçi sınıfının devrimci mücadelesi karşısında gücü ve iktidarı sarsılan sermayenin ürettiği karşı-devrimci bir çözümdür. Faşist devlet de tüm “olağanüstü” özellikleri bir yana, diğer sermaye diktatörlüğü biçimleri ile özünde aynı sınıfsal içeriğe sahip bir burjuva devlet biçimidir. Faşizmin yükselişe geçtiği ve iktidara uzandığı ülkelerdeki tarihsel gelişimi bu gerçekliği apaçık ortaya koymaktadır.
Birinci emperyalist paylaşım savaşının yarattığı yıkım, sürüp gitmekte olan ekonomik bunalım ve Büyük Ekim Devrimi’nin coşturucu etkisi Avrupa’nın hemen her yanında olduğu gibi Almanya ve İtalya’da da işçi sınıfındaki devrimci kabarışı katalize ediyordu. İtalya’da işçi sınıfının 1917’de başlayan savaş karşıtı gösterileri, 1921 yılına kadar devam eden bir isyan dalgasına dönüşmüş, Sovyetler model alınarak kurulan fabrika konseylerinin önderliğinde fabrikaların işgal edilmeye başlanması ve kitlesel grevler müesses nizamın temellerini derinden sarsmaya başlamıştı. Ancak bütün bu devrimci harekete sosyalist iktidar perspektifi ile yön vermeye yetenekli merkezi bir önderliğin ortaya çıkamaması, işçi ve köylülerin örgütlerinin ezilmesine ve devrimci dalganın sönümlenmesine neden oldu. Mussolini’nin kurduğu faşist hareket sanayiciler, büyük toprak sahipleri, kilise, ordu ve bürokrasi tarafından kendilerini komünizm “bela”sından kurtarması için verilen destekle giderek palazlandı. İşçi sınıfının yenilgiye uğradığı bu ortamda faşistler 1922 Ekim’inde iktidara gelir gelmez Komünist Parti başta olmak üzere işçi sınıfı örgütlerine karşı hücuma geçtiler. 1926 yılına gelindiğinde bütün muhalif partiler ve faşist sendikalar haricindeki tüm sendikalar yasaklanmış durumdaydı.
Faşizmin yükselişi İtalya ile sınırlı kalmayarak sınıf mücadelelerinin yoğunlaştığı Almanya, Macaristan, Yugoslavya, Polonya ve Bulgaristan başta olmak üzere diğer Avrupa ülkelerine de sıçradı. Almanya’da komünistlerin önderliğindeki işçilerin Spartakist ayaklanması Ocak 1919’da, Bavyera’da kurulan işçi sovyetleri iktidarı ise aynı yılın Mayıs ayında vahşice bastırılırken, başlıca amacı işçi sınıfı örgütlerini ve komünizmi ezmek olan sanayiciler, işadamları ve subayların oluşturduğu ırkçı milliyetçi gruplar eliyle işçi hareketini bölmek amacıyla Alman İşçi Partisi adıyla sahte bir işçi sınıfı partisi kurduruldu. Daha sonra Adolf Hitler’in reisliğinde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi adını alan bu oluşum daha 1920’li yılların başında tekelci burjuvazinin bazı unsurlarından destek görmüş, kapitalizmin 1929’daki büyük bunalımı sırasında da Daimler, Thyssen gibi en büyük sanayicilerin desteğini arkasına almıştı. Nazileri 1933 yılında iktidara taşıyacak olan muazzam örgütlenme ve propaganda kampanyalarının finansmanı Alman tekelci kapitalizminin önde gelen patronları tarafından sağlanmıştı. Nazi hükümetinin “yüksek iktisadi komite” üyelerinin arasında sırasıyla çelik, silah, elektrik ve boya sanayilerinin dev patronları Thyssen, Krupp von Bohlen, Siemens ve Bosch gibi isimlerin olması faşizmin hangi sınıfın iktidarı olduğunun en açık göstergelerinden biridir.
Faşistlerin iç ve dış sermaye güçleri tarafından örgütlenip esas olarak burjuva devletin ordusuna dayalı olarak iktidara geldikleri İspanya, Macaristan, Bulgaristan ve Polonya gibi örneklerden farklı olarak gerek İtalya’da gerekse Almanya’da faşist partilerin iktidara gelmesinde küçük-burjuvazinin ve orta katmanların kitlesel desteğinin önemli bir rol oynadığı yadsınamaz. İşçi sınıfının toplumsal hegemonyasını kuramadığı ve mücadelesini sosyalist iktidar ile taçlandıramadığı olağanüstü kriz koşulları içerisinde, toplumsal düzenin karmaşa içerisinde olmasından ötürü gelecek kaygısına kapılan küçük-burjuvazi ve lümpen proletarya şu veya bu oranda faşist hareketin ve onun sahte bir anti-kapitalizm de içerebilen söylemlerinin aldatmacasına kapılır. Ancak bu kesimlerin umutsuzluk ve öfkesini örgütleyip işçi sınıfına karşı kullanan faşizm, anılan her iki ülkenin tarihsel deneyiminde de görüldüğü üzere, iktidarı bir kez ele geçirdikten sonra bunların kitlesel desteğine ihtiyacı kalmadığı anda, tekelci burjuvazinin çıkarlarını tehdit edebilecek en ufak bir muhalefet odağı bırakmamak adına bu kesimlerdeki sivrilikleri tasfiye etme yoluna gider.
Faşizm, işçi sınıfının mücadelesinin burjuvaziyi bir beka sorunu ile karşı karşıya bıraktığı, toplumsal düzeni temellerinden sarsan bir bunalımın ürünüdür. Bunalımı burjuvazi lehine çözmek üzere işçi sınıfının bağımsız örgütlenme olanaklarını sistematik olarak imha ederek bir bütün olarak kapitalizmin bekasını güvence altına almaya hizmet eder.
Faşizm başta finans kapital olmak üzere varlıklarını sürdürme, yani beka arayışı içerisindeki mülk sahibi sınıfların işçi sınıfına ve komünizme karşı ortak bir savunma hattını kurma çabasıdır. Kapitalizm ve ona karşı mücadele var oldukça, burjuvazinin bekasını tehdit altında hissettiği her dönemde şu veya bu biçim altında faşizm de ihtimal dâhilinde olacaktır. Devrimden başka panzehri de yoktur.
Bu haber en son değiştirildi 10 Mayıs 2020 19:38 19:38
Türkiye Komünist Hareketi (TKH) , 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla…
Türkiye Komünist Hareketi (TKH) Yenidoğan çetesi skandalı hakkında Eski Sağlık Bakanları Mehmet Müezzinoğlu, Recep Akdağ,…
Ahmet Özer'in tutuklanmasının ve yerine kayyum atanmasının ardından belediyede kamu ve özel teşebbüse ait hizmetlerde…
Milli Savunma Bakanlığı, Kara Harp Okulu resmi mezuniyet töreni sonrasında yaşanan kılıç çatma töreni sonrasında…
Diyarbakır'da kaybolduktan 19 gün sonra cansız bedenine ulaşılan 8 yaşındaki Narin Güran cinayetinde itirafçı olan…
Hamas'ın siyasi büro üyesi Halil el-Hayye, Gazze'de ateşkes görüşmeleri ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. el-Hayye, "Gazze'nin…