“Fon kapitalizminin” ekonomi-politiği
13-07-2020 09:45“Karanlık” bir kapitalizm hikâyesi:
Irmak Ildır
Ekonomi politiğin eleştirel olarak ele alınması kapitalizmin tarihi kadar eski. Ekonomi-politiğin eleştirisinin her çeşidine rağmen, Marksist çözümlemenin getirmiş olduğu eleştirinin kapsamı bugüne kadar aşılabilmiş durumda değil. Bununla birlikte, bu çözümlemenin sunmuş olduğu bakış açısını günümüz kapitalizminin gelişme dinamiklerine uyarlamak gerekiyor.
Günümüz kapitalizminin göstermiş olduğu tarihsel sınırlar, yaşamış olduğumuz küresel salgınla birlikte bir kez daha masaya yatırılmış durumda. Emperyalist-kapitalist sistemin içsel doğasından kaynaklanan “tarihsel limiti”, günümüz dünyasının tüm gelişmelerinde kendini göstermektedir. Küresel salgının yarattığı sosyal ve ekonomik bunalım, kapitalist üretim tarzının üstesinden gelebileceği iç kaynaklara sahip olmadığını açığa çıkarırken, sınıflar mücadelesinin “klasik” yöntemlerinin gündeme gelmesine neden oldu.
Gündeme gelen ilk olgu, sermaye sınıfının ihtiyaç duyduğu karın korunmasının, sermaye devleti aracılığıyla sağlanması zorunluluğudur. Kapitalist krizlerin doğası gereği sermaye sınıfı içindeki gerilimleri yükseltmesi ve zayıf olanların kurban edilmesi geleneği, sermaye devleti aracılığıyla bir “yeniden düzenlemeyi” gündeme getirmektedir. “Yeniden düzenlemenin” en önemli özelliği, sermaye sınıfının ihtiyaç duyduğu birikimi transfer mekanizmalarıyla aktarılmasıdır. Bu nedenle, artan bir eğilim olarak mali düzenlemeler hayata geçirilirken, bu mali düzenlemelerin bedeli emekçilerin ürettiği değerlerden sermaye sınıfına aktarılır.
Görülen ikinci olgu ise, merkezileşme ve yoğunlaşmanın artmasıdır. Emperyalizmin temel özelliği olarak merkezileşme ve yoğunlaşma eğilimleri, kriz dönemlerinin sonucunda daha fazla gözlemlenir. Bu durumun yaratmış olduğu sonuçların başında ise finans-kapitalin araçlarının daha fazla öne çıkması gelmektedir. Nitekim kapitalist üretim tarzının gelmiş olduğu noktada finans kapitalin tüm sistemin temel özelliği olması reddedilemez bir gerçektir.
Finansallaşma: Neden ve nasıl?
Reddedilemeyecek bu durumun bir nişanesi olarak görülen finansallaşma eğilimi, genel olarak kapitalizmin “üretmeden artı değer sahibi olma” isteği olarak görülmesi, bize göre yeterli olmayan bir bakış açısıdır. [1] Emperyalist sistemin yaşadığı krizler, tarihsel olarak görülen uzun dönemli “kârların düşme eğilimi”, finansal sistemin daha fazla araç üretmesine neden oldu. 1970’lerden itibaren “para politikalarının” yükselme dönemine girmesi, finansal araçların “yaygınlaşmasına” neden oldu.
Nitekim bu dönem gündeme gelen sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesi ve eğitim ile sağlığın metalaştırılması, 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren işçi sınıfının elde ettiği kazanımlara set çekme amacı taşımaktadır. Sermaye sınıfının başından beri karşısında duyduğu bu uygulamalar, bir kaynak aktarım mekanizması çerçevesinde yeniden ele alınması gündeme gelmiştir. Bu anlamda finansallaşma, işçi sınıfının ürettiği değerlere el konulmasının ve sisteme daha fazla bağlanmasına aracılık etmiştir. [2]
Bunun nasıl işlediği ise, günümüz kapitalizminin ekonomi-politiği açısından önem kazanmaktadır. 1960’ların burjuva iktisadının teorik tartışmaları ardında sıyrılıp öne çıkan fonlar, tasarruflar açısından mevduat hesaplarının yerini alırken, menkul kıymetleştirme işlemleri de klasik borçlanmanın yerini alarak, kredi sisteminin belkemiği haline geldi. [3] Oluşturulacak fonlar ve menkul kıymetleştirme işlemleri için göz dikilen tasarruf araçları ise sosyal güvenlik sisteminden elde edilen tasarruflardı. Bu tasarruflar emeklilik gelirleri, işsizlik sigortası ve sağlık sigortası gelirleridir. Özellikle emeklilik ödemeleri büyük bir gelir oluştururken, bu gelirin kaynaklık ettiği “işçilerin çalışmasından doğan artı-değerin parasal ifadesi” olduğu gerçeği tartışmanın bir kenarına bırakıldı.
Bu nedenle 1950’lerden itibaren ABD’de de emeklilik sistemi tartışmaya açılırken, 1980’lerde kapitalist sistem bu sistemi özelleştirme adımları attı. Şili’de bu sisteme geçiş ile başlayan süreç, merkez kapitalist ülkelerde İngiltere’nin öncülüğünü yaptığı bir süreçle, pek çok ülkeye yayıldı. Birçok ülkede büyük emeklilik fonları kurulurken, bu fonlar menkul kıymetleştirme işlemlerine dâhil edildi. Emeklilik fonları, finansal sistem içinde alıcı bulurken, sermaye için büyük bir “borçlanma aracı” olarak görüldü.
Sosyal güvenlik sisteminin dönüşümü
Nitekim başta emeklilik sistemi dâhil olmak üzere, sosyal güvenlik sistemini oluşturan unsurlarda kamusal ihtiyaçlar bir kenara bırakılıp, “kâr elde etme” güdüsü öne çıkarılırken, bir diğer gelişme de Merkez Bankaları öncülüğünde oldu. Kamusal iktisadi işletmeler birçok ülkede özelleştirilirken, özelleştirilemeyecek kadar büyük olanları belirli çatılar altında toplandı. Çatı altında toplanan işletmeler ilk başta büyük oranda doğal kaynakları işleten işletmelerdi. Özellikle petrol ihracı yapan ve bütçe fazlası veren ülkeler, bu fazlayı büyük ulusal fonlara koyarak finansal sistemin bir parçası haline dönüştürdüler.
Ulusal varlık fonları 1970’lerde yaygınlaşırken, bu fonların sayısı gene de 2000’lerin ortasına kadar sınırlı kaldı. 2007 kriziyle birlikte ortaya çıkan bedel, sermaye devletleri tarafından üstlenilirken, bu bedeli ödemek için daha fazla sayıda ulusal varlık fonu kuruldu. Bu fonlar, emeklilik fonları ile birleştirilerek karma fonlar ortaya çıkarken, 2018 itibariyle büyüklükleri 8 trilyon doları aşmış durumda. [4]
Bu fonların bir kısmı sermaye sınıfına transfer mekanizması olma özelliğinin dışında duruyor. Özellikle Çin açısından, bu fonlar ekonomik kontrolün bir aracı haline geldi. Ancak gene de, fonların önemli bir çoğunluğu sermaye sınıfı için doğrudan ya da dolaylı bir aktarım mekanizmasının aracısı haline gelmiş durumda. Bu noktada emeklilik fonlarının rolü giderek artıyor. Emeklilik fonlarına artan iştah, kapitalist krizin de önemli uyarıcısı haline gelmiş durumda.
Artan riskler, kapitalizmin kara hikayesinin görünmeyen yüzüdür
Financial Times 2018 tarihli bir yazısına göre, 2008 krizinden bu yana bankaların aniden çökme olasılıkları azalırken, emeklilik fonlarındaki risk önemli ölçüde arttı. 2018 itibariyle ABD’de riskli olarak tanımlanacak emeklilik fonu oranı yüzde 75’e dayanırken, bu oran AB için yüzde 55 düzeyinde. [5] 2020 itibariyle AB’de emeklilik fonlarındaki kesintiler yüzde 30’a yaklaşmış durumda. Aylık 500 Euro civarında kişi başına düşen emeklilik geliri azalma ile karşı karşıya kalırken, bu durum aynı zamanda büyük bir krizin habercisi olarak da görülüyor.
Sonuç olarak, kapitalizmin artan ihtiyaçları yeni tür araçları ön plana çıkartırken, ister emeklilik gelirleri olsun, isterse de kamusal iktisadi teşekküllere ait gelirler olsun sermaye sınıfının tarihsel limitlerini değiştirmiyor. Emekçiler açısından bu tarihsel limitler aşılmayı beklerken, ülkemizde de gündeme gelen fonlar, bir de bu gözden okunmayı hak ediyor. Karanlık bir kapitalizm hikayesi olarak fonların ekonomi-politiği, yeniden yazılmayı bekliyor.
Kaynaklar
[1] C.Lapavitsas, The financialization of capitalism: ‘Profiting without producing’, 2013, s.792-805, https://doi.org/10.1080/13604813.2013.853865
[2] Chesnais, F., Günümüzde Finans Kapital, s.57, 2016, Leiden: Brills
[3] R. Guttmann, Financialization revisited: the rise and fall of finance-led capitalismhttps://www.scielo.br/scielo.php?pid=S0104-06182017000400857&script=sci_arttext
Varlığa dayalı menkul kıymetleştirme olarak da çevrilen olgu, 2007 krizinde oynadığı rol ile ciddi anlamda topa tutulmuştu. Özetle klasik borçlanma araçları dışında kalan tüm borçlanma araçları, buna ev kredileri de dâhil, bu sürece dahil edilebilir hale gelmiş ve sınırsız bir borçlanma döngüsü, “riskler kabul edilebilir” olduğu sürece sisteme dahil edilmiştir. Sonucunda borçlar inanılmaz artarken, kapitalizmin krizlerinin sıklığı ve boyutu da arttı.
[4] https://www.swfinstitute.org/fund-rankings/sovereign-wealth-fund
[5] The legacy of Lehman Brothers is a global pensions mess, erişim tarihi: Temmuz 2020, https://www.ft.com/content/aecfbd18-bc0f-11e8-94b2-17176fbf93f5