Fırat Çağdaş Ay
Korona virüsün dünya çapında yayılması ve bu sürecin sonunda resmen pandemi olarak anılmayı hak etmesi, bizim de resmi ya da gayrı resmi karantina rejimleri altında yaşamımızı sürdürmemiz ile sonuçlandı. Tabii burada yaşanan sürecin sıcaklığı daha çok süreç sonrası yaşanacak değişimlere odaklanan düşünceleri, yazıları ve görselleri beraberinde getirdi. Keza sonrası (post) eklentisi ile dönemleri kapatıp açan burjuva siyaseti ve tarihi için yeni bir dönem için bulunmaz nimet de oluşmuş oldu: Post-Covid-19… Burada sonrası için yapılan toplum tasarımlarının ve ‘’değişim’’ beklentisinin temel parametresi ise neo-liberalizm eleştirisi. Neo-liberal sermaye birikim rejiminin gerçek yüzüyle yeni tanışan liberal ve burjuva siyasetçiler ise fırsatçılık ve bireyciliği mahkûm etmeye çalışırken, ulusalcı gruplar ve keynesyen politika aşkı kabaran kesimler ise buradan kamucu politikalara geçiş için sınıf dışı hayaller kurmakla meşguller. Keza bu süreçten neo-liberalizmin ve bizatihi kapitalizmin gardı düşük çıkacağı kesinken kamucu politikalara geçiş için yazının ilerleyen bölümlerinde tanımlayacağımız mücbir sebeplerin sermaye için oluşmadığını da belirteceğiz. Özellikle kamuculuğun en çok tartışıldığı alan ise sağlık oldu haliyle fakat biz yazımızda eğitim alanında (özellikle yükseköğretim bazlı olacaktır) kamuculuğu konuşacağız. Burada konuyu bunu tartışırken tabii ki sosyalizm tabanında açımlayacağız.
Neo-liberal politikalara geçiş aşağı yukarı 40-45 yıllık bir sürecin içerisinde yaşandı dünyada. Tabii burada eşitsiz gelişimin ve sınıfsal pozisyonların aldığı özgüllük nedeniyle serbestleşme ve entegrasyon süreçleri, her coğrafyada ve ulusal kapitalist ekonomide farklı adımlarla ilerledi. Ülkemiz için ise 24 Ocak kararnamesi ve kararnamenin uygulanması için gerekli demir yumruk 12 Eylül darbesiydi. Türkiye kapitalizminin emperyalist-kapitalist sisteme tam boy entegrasyonunun önü açılmış ve özelleştirmelere geçilmiş oldu. Bu ise Dünya Bankası-IMF ile daha sıkı ilişkiler, devletin üzerindeki ‘’kambur’’ denilen kamu iktisadi teşebbüslerinin(KİT) özelleştirilmesi ve tüm bunların mantıki sonuçlarına vardırılması emekçilerin sosyal kazanımlarının tek tek alınması demek oluyordu. Hele ki devletin küçülmesi yani üretim sonucunda yaratılan artı-değerin bölüşümü noktasında sermaye ve emekçi sınıflar arasında bir nebze dengeleyici unsur olan sosyal ücretin verildiği eğitim, sağlık, ulaşım gibi alanların piyasaya daha fazla açılması oldu[1]. Sonuçta eğitim alanına piyasanın rücu etmesi ve devletin aktardığı bütçenin azalmasına yani emekçilerin cebinden eğitim için daha fazla para çıkmasına sebep oldu.
NEO-LİBERALİZM AMFİDE
Türkiye kapitalizmin neo-liberal reçete sonucunda oluşan emperyalist-kapitalist sistem ile tam boy uyum ve serbestleşme dalgaları eğitimin kıyılarını da vurmaması imkânsızdı. Vurdu da! Keza eğitim açısından Dünya Bankası ile kurulan ilişkiler ‘’yapısal uyum’’ denilen süreçlerde daha ayırt edici bir yan taşıyordu [2]. Keza eğitime aktarılan pay yıllar yılı sert bir azalma eğilimi gösteriyordu. Türkiye’de eğitim harcamalarının konsolide bütçe içerisindeki oranı 1990’da yüzde 19,1 iken, 1995’te yüzde 12,3, 2000’de yüzde 10,1, 2005’te ise yüzde 12,8 olarak gerçekleşmiş[3]. Ayrıca 2005 sonrasında da hep MEB bütçesinde olsun hem üniversitelerde yatırım mahiyetindeki eğitim bütçelerinin azaldığını ise bilmekteyiz[4]
Emperyalist Avrupa Birliği ile AKP iktidarının ilişkilerini derinleştirdiği süreçler 2004 yılında 2010’a kadar devam edecek olan Bologna sürecini de Türkiye’ye getiriyordu. Eğitim üzerindeki AB tahakkümü ‘’bakın üniversiteleri özerkleştiriyoruz ve demokratikleştiriyoruz ve bunun aracı olarak devlete üniversitelerin ekonomik bağımlılığını azaltıyoruz’’ demagojisi ile propaganda edilmişti. Sonuçta ortaya sermayeden aldığı fonlara daha fazla bağımlı üniversiteler ortaya çıkarken Üni-Sanayi işbirlikleri sonucunda rektörler sanayicilere ‘’sizin için ne yapabiliriz’’ demeye başladı[5]. Tüm bunlar yüksek öğretimin piyasalaşmasının emperyalizm ile entegrasyon boyutuydu. Bunun bir de özelleştirme ve piyasalaşma boyutu var ki orada darbenin üniversiteler için tasarladığı Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK)’nun eline kimse su dökemezdi. Keza YÖK’ün ilk başkanı Prof.Dr.İhsan Doğramacı öğrencilerden katkı payı alınması uygulamasını başlatmıştır[6]. Piyasalaşma yolundaki bir diğer açılım ise vakıf üniversitelerinin kurulması ve bu üniversitelerin bütçesinin önemli bir bölümünün genel bütçeden karşılanması uygulamasıdır. Bizi şaşırtmayarak kurdeleyi ilk kesen ise Doğramacı’nın kendi vakfının 1984 yılında kurduğu üniversite Bilkent olmuştur[7]. Sonrasında gelen YÖK başkanları geleneği sürdürmüş piyasalaşma yolunda özel statülü üniversitelerin açılması uygulamasına geçilmiştir. Hatta 2007 yılına gelinmeden[8] önce oluşan YÖK-AKP gerilimlerinde piyasalaşma bir sorun teşkil etmemiştir.
MEB seviyesinde ise 4+4+4 süreci ve İmam Hatipleştirme velileri piyasa ve gericilik kıskacında seçim yapmaya daha fazla itmiş ‘’dershaneler kapatılıyor’’ denilerek yerine eğitimi daha fazla niteliksizleştiren ve piyasalaştıran temel lise uygulamalarına gidilmiş sonra bundan da çark edilmiştir. Ortada ise sınav süreçleriyle hayal kırıklığına uğrayan, nitekliksizleşen nesiller ve emekçilerin çocuklarının geleceği kaygısıyla eğitim için harcadığı milyarlar kalmıştır.
KAPİTALİZM KOŞULLARINDA EŞİT VE PARASIZ EĞİTİMİN İMKANSIZLIĞI
Yukarı kısımlarda neo-liberal manevranın yarattığı süreçlerin eğitim üzerinde yol açtığı tahribata özel olarak eğilmiş olduk. Bu bölüm de ise kapitalizm koşullarında nitelikli ve ücretsiz eğitim arayanların çağrılarının neden cevapsız kalacağının işaretlerine odaklanacağız.
Birincisi neo-liberal politikaların sermayenin öyle basit bir politika hamlesi olmadığını söylememiz gerekir. Burada sözü David Harvey’e bırakmak gerekir:
“1960’ların sonuna doğru gömülü liberalizm (Keyneçilik) hem uluslararası alanda hem ülke ekonomilerinde çözülmeye başladı. Ciddi bir sermaye birikimi krizinin işaretleri her yerde göz çarpıyordu. İşsizlik ve enflasyon her yerde patlıyor, küresel ‘stagflasyon’ evresinin haberini veriyordu (…) 1945’ten sonra gelişmiş kapitalist ülkelere en azından yüksek büyüme oranları getiren gömülü liberalizm besbelli tükenmişti ve artık işlemiyordu.”[9]
Bu sürecin sonunda, bize kapitalizmin işleyişinin temel yasalarının anahtarını veren Karl Marx’ın kar oranlarının düşme eğilimi yasasının mantıki sonucu olarak sermaye üretim sektöründen daha çok finans alanına kayarken kamucu politikaların hem ideolojik hem de siyasal alanında ise terk edilmesi anlamına gelir.
İkinci olarak ise yine temel olarak her sürecin pazar için yapıldığı bir üretim biçiminde eğitim de kendisini metalaşma sürecinin dışında bulamayacaktır. Bunun sonucunda ise şirketlerin öğretim üyelerine ısmarlama makaleleri ve uluslararası tekellerin gemlediği vakıfların fonlarının doğrultusunda çalışmaya alışmış akademisyenler kuşağının yarattığı ideolojik yamulma ile karşılaşacaktır. Tüm bunlar ise bilimin bağımsız olması gerektiği kanısındaysanız kafanızı kuma gömmediğiniz sürece aşikâr olan süreçlerdir.
Üçüncüsü ise kapitalizmin yaratmış olduğu piyasa anarşisinin içinde eğitim süreçlerinin girift olarak planlanması imkânsız hale gelmektedir. Yine yaratılan kaynakların tamamının eğitime tahsis edilmesi ve yaratılan artı değerin kısmi olarak sosyal ücret olarak emekçilere akıtılması arasında verimlilik ve bütçe açısından dağlar kadar fark vardır. Ayrıca sosyalizmin eğitimdeki başarısının anahtarı insanın her alanda kendini geliştirmesi yani ‘’sermayenin özgürleşmesi yerine her alanda emeğin özgürleşmesi’’ anlamına gelen poli-teknik eğitimin yadsınması olacaktır:
“Eğitimin parasız ve eşit olanaklarla herkese ulaştırılması ilkesi sosyalist eğitimin en önemli ilkelerinden biridir. Ancak sosyalizmin eğitim alanındaki olanak ve hedeflerini bundan ibaret görmemek gerekir. Sosyalizm her şeyden önce sınıfsız toplumun yaratılması doğrultusunda atılan bir adımdır. Komünist bir dünyanın sınıfsız kolektif ve çok yönlü gelişmiş bireylerden oluşan toplumunu kurmanın en önemli koşuludur. Dolayısıyla sosyalist toplumda eğitimin herkes için ulaşılabilir bir duruma getirilişini sadece teknik bir düzenlemeden ibaret görmek son derece eksiklidir. Hedeflenen, komünizmin çok yönlü gelişkin insanının yaratılmasına başlamaktır.”[10]
Sonuç olarak “parasız ve eşit eğitim” talebi, daha birçok sıralayabileceğimiz yönüyle bize kendisini bir düzen değişikliği şeklinde dayatmaktadır. Bugün dünyada açılacağı söylenen yeni süreçte emekçilerin sınıf bilinci ile var olmadığı bir durumda sermayeye kamucu politikaya geçiş için mücbir sebepleri vermeyecektir. Bu da eğitim gibi alanlarda emekçilerinin kazanımlarının yolunmasını tüm diğer süreçler gibi açacaktır. Yine önemli bir ayrım olarak sosyalizmin bütünselliği olmadan kamucu açılımların kötürüm kalacağı ve sermaye kaynak atarımı için yeni bir evreyi açacağı aşikârdır.
[1] Nalçacı Erhan, Devlet Çözülürken Kamusal Alanda Çözülme, Gelenek Dergisi ( Kasım 2007) sayı 97 sayfa 135-136
[2] Yolcu Hüseyin, Neo-liberalizm ve Eğitim Politikası, Bilim ve Gelecek Dergisi ( 1 Ocak 2010) https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2010/01/01/neo-liberalizm-ve-egitim-politikasi/ sgt: saat 4:11 10.04.2020
[3] age.
[4] 2019 Milli Eğitim Bakanlığı Bütçesi Analizi, Eğitim- Sen, http://egitimsen.org.tr/2019-milli-egitim-bakanligi-butcesi-analizi/ sgt: 4:33 10.04.2020
[5] Yeni Bir Ülke Yeni Bir Üniversite – Düşünce ve Eylem Broşür Dizisi (2018)
[6] Okçobol Rıfat, YÖK ve Bologna Süreci Sorgulanıyor ( Kollektif) sayfa 13 Nisan 2011, Yazılama Yay.
[7] age sayfa 14
[8] 2007 yılında Çankaya’ya Abdullah Gül’ün çıkması YÖK’ün 1.Cumhuriyet’ten kalma özelliklerinin yitirilmesine ve AKP-YÖK arasında oluşan türban yasağı gibi başlıklarda oluşan gerilime ‘’çözüm’’ bulunmasını sağlamıştır. Tüm bu gerilim gericilik başlığında sorun olduğu için olmamıştır. Keza Türk-İslam sentezci uygulamalar Doğramacı ile oturtulmaya başlanmıştır.
[9] Harvey David, Neo-liberalizmin Kısa Tarihi, sayfa 20 2.Baskı Sel Yayıncılık
[10] Ketenci Adalet Ayşe, Sosyalizmde Çok Yönlü Gelişkin Bireylerin Yaratılması: Politeknik Eğitim, Gelenek 56 Şubat 1998
Bu haber en son değiştirildi 19 Nisan 2020 18:16 18:16
NNA’daki habere göre “Kurtarma ekipleri, düşman savaş uçaklarının bir konut binasını hedef aldığı ve çok…
Türkiye Komünist Hareketi Tunceli İl Örgütü ,Tunceli ve Ovacık belediyelerine kayyum atanması üzerine bir açıklama…
İçişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre Tunceli Belediye Başkanı Cevdet Konak ve Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül…
Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Rusya'nın nükleer olmayan hipersonik ekipmanlarla donatılmış bir balistik füzeyi fırlatarak, Batı'ya…
Beyaz Saray Basın Sözcüsü Jean-Pierre yaptığı açıklamada ne ABD'nin ne de Ukrayna'nın bölgedeki gerilimi arttırmada…
Eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın şikâyetiyle 11 yıl 8 ay hapis…