Karanlığa atılan işaret fişeği: Paris Komünü

Karanlığa atılan işaret fişeği: Paris Komünü

24-05-2020 09:27

Yenilerek tarih yazanların büyük hikâyesi, çok geçmeden bütün dünyayı sarsacak zaferlerin de ilk tohumuydu.

Gökmen Kılıç

Prometheus‘un bilgi ateşini çalarak insanlığa sunması gibi, Paris Komünü de “ateşin çalınarak” sınıf mücadeleleri tarihine armağan edilmesi gibidir. Sınıf savaşımları tarihi kuşkusuz Paris Komünü ile başlamaz; kendinden önce var olan ezen ile ezilen mücadelelerinde olduğu gibi, 19. Yüzyıl da birçok kez iki düşman kampın; proletarya ile burjuvazinin mücadelesine tanıklık etmiştir. 1871 Paris’inde yaşananlar, 19. Yüzyıldaki karşılaşma silsilelerinin bir anlamda zirvesini temsil eder. Marx ve Engels’in kaleme aldığı Komünist Manifesto’da çokça bilinen anlatısıyla, “Avrupa’da dolaşan hayalet” Paris Komünü ile gerçeğe dönüşmüştür. Bu karşı karşıya geliş, burjuvaziye atılan ilk esaslı tokat olarak tarihe geçmiştir ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

Komün öncesi Fransa’ya kısa bir bakış

Paris Komünü’ne kadar Fransız proletaryası oldukça yoğun ve çalkantılı dönemlerden geçti. Özellikle 1848-1870 tarihleri arasında oldukça önemli gelişmeler yaşandı. 1848 Şubat’ında meydana gelen devrim, Kral Louis-Philippe’i tahtından etti ve ardından İkinci Cumhuriyet ilan edildi. Devrimin temel gücünü oluşturan Fransız proletaryası ise tüm iyi niyetiyle kurulan yeni cumhuriyette söz sahibi olmayı bekliyordu. Bu beklenti yerini burjuvazinin açık ihanetine bıraktı. Devrimi silahlı işçilerin sokak mücadeleleri sayesinde kazanan burjuvazi, proletaryanın iktidarı almasından korkarak aristokrasi ile yeniden uzlaşmayı tercih etti. Fransız proletaryasının Haziran ayındaki ilk bağımsız kalkışması ise o zamana kadar görülmemiş bir vahşilikle, kanla bastırıldı. Yaşamış olduğu ihanetin ardından Haziran’da kanlı bir yenilgi alan Fransız proletaryası için bu önemli bir kırılma anıydı. Marx’ın da daha sonra söylediği gibi, devrim yenilgiye uğramış ancak işçi sınıfı kendisine bağımsız ve siyasal bir kimlik oluşturmuştu. İşçiler bu tarihten sonra, ittifaklar kurmak yerine müstakil bir siyasal hareket olarak kalmayı tercih edeceklerdi.

1848 Devrimi’nin ardından Fransa’da İkinci Cumhuriyet kuruldu ve Louis Bonaparte dönemi de başlamış oldu. Ancak Cumhuriyet Louis Bonaparte’ın 2 Aralık 1851’de yaptığı hükümet darbesiyle ile kısa sürede sona erecekti. İktidarı tamamen eline geçiren Louis Bonaparte, III. Napoleon adını alarak kendisini Fransa imparatoru ilan etti. Bonaparte’ın kurduğu yeni imparatorluk burjuvaziye kimi ayrıcalıklar tanısa da onların siyasi gücünü de sınırlıyordu. Engels’in deyimiyle, “Eğer proletarya henüz Fransa’yı yönetemiyor idiyse, burjuvazi de artık yönetemiyordu.”[i]

Her şeye rağmen Fransa, imparatorluk bakiyesi feodallerin, spekülasyon ve sanayi sermayedarı zenginlerin elinde hızla sanayileşiyordu. Bu nispi büyüme, 1857 ve 1867 yıllarında iktisadi bunalımlarını da beraberinde getirdi. Sanayinin hızla gelişmesi işçi sınıfının gücünü ve örgütlülüğünü yeniden kazanmasına yardımcı oldu. 1864 yılında kurulan Birinci Enternasyonal’le birlikte Fransız seksiyonu da hemen 1865 yılında oluşturuldu ve Fransız işçi sınıfı adım adım daha örgütlü, siyasal bir güç haline dönüştü.

İmparatorluk ise yaşadığı siyasi ve iktisadi bunalımların Fransa topraklarını genişleterek aşılacağını düşünüyordu. 1814’te kaybedilen sınırların yeniden kazanılması, eski krallık düşkünlerinin ve burjuvazinin iştahını kabartıyordu. İktidarını korumakta zorlanan Louis Bonaparte yeni bir serüvenle, gücünü tekrar ispatlamak için çareyi Prusya’ya (o zamanki Almanya) savaş açmakta buldu.

Komün’e doğru

Prusya Savaşı, 19 Temmuz 1870 tarihinde başladı. Savaşla birlikte Fransız ve Alman şovenizmi de yükselişe geçiyordu. İşçiler arasında oluşabilecek düşmanlığa karşı dikkat çekmek için Marx’ın kaleme aldığı Enternasyonal’in birinci çağrısında, Fransa ve Prusya işçi sınıfları için dayanışma çağrısı yapılarak savaşa karşı net ve ortak bir tutum alındı. Tüm çağrılara rağmen iktidarını korumak için ülkesini kanlı bir savaşa sürükleyen Louis Bonaparte’ın savaş konusundaki ısrarı Fransa’yı felakete sürüklüyordu. 19 Temmuz’da başlayan Prusya savaşı, 2 Eylül’de Fransız ordusunun Sedan Muharebesi’nde aldığı ağır yenilgiyle hezimete dönüştü. Yenilgiyle birlikte imparator Louis Bonaparte tutsak edilirken, Fransa’da imparatorluk yıkıldı ve 4 Eylül’de yeniden cumhuriyet ilan edildi. Fakat savaş devam ediyordu ve Paris başta olmak üzere Fransa’nın önemli şehirleri Prusya ordusu tarafından kuşatma altına alınmıştı.

Fransa imparatorluğunun topraklarını genişletme hülyası yerini Prusya’nın işgaline bırakmıştı. Yaşanan umutsuzluk içinde halk, yasama meclisinin yetkilerini Ulusal Savunma Hükümeti’ne verdi. Kuşatmanın dördüncü ayında kurulan Üçüncü Cumhuriyet’in başbakanı Adolphe Thiers ateşkes çağrısında bulundu ve 28 Ocak’ta imzalanan teslim antlaşmasıyla birlikte Prusyalılar Paris’i barış koşullarında işgal ettiler. Serüvenci liberallerin yeniden iktidarı ele alması ve işgale göz yummasına karşı çıkan tek güç ise silahlı Paris proletaryasıydı.

İlk işçi iktidarı kuruluyor: Vive la Commune!

Paris proletaryası geçmiş yıllarda uğradığı ihanetti yeniden yaşamak istemiyordu. Ülkeyi maceraya sürükleyen burjuvazinin yeniden iktidarı gasp etmesine karşı; işgale karşı durmak ve cumhuriyeti yaşatmak için silahsızlanmayı reddederek, üyesi bulundukları Ulusal Muhafız birliklerinde kendi subaylarını seçerek merkezi bir komite kurdular. Ulusal Muhafızlar daha sonra teslim antlaşması ile kullanılmayan 400 kadar savaş topunu ele geçirerek şehrin savunmasında kullanma kararı aldılar. Paris halkının desteğini arkasına alan direnişçi işçiler bu sayede Prusya ordusunun ilerlemesine ve Paris’i işgal etmelerine engel oldular.

Engels bu durumu şöyle anlatır: “Savaş tutsakları sayılan cephe ve gezici muhafız birliklerinin silahları teslim edildi. Ama Ulusal Muhafız, silahlarını ve toplarını korudu ve yenenler ile sadece bir bırakışma durumuna geçti. Ve yenenlerin kendileri de Paris’e bir zafer girişi yapmayı göz alamadılar. Ancak Paris’in küçük bir köşesini, onu da sadece birkaç günlüğüne işgali göze alabildiler! …Parisli işçilerin, bütün imparatorluk birliklerinin silahlarını kendisine teslim ettikleri ordu üzerinde uyandırdığı saygı öylesine büyüktü ve devrim ocağından öç almak için gelmiş bulunan Prusyalı junkerler (toprak ağaları), bu aynı silahlı devrim karşısında saygı ile durmak ve onu selamlamak zorunda kaldılar!”[ii]

Parisli işçiler, kendilerini savaşa sokan ve yenilgi sonrası ülkenin işgaline seyirci kalan yöneticileri istemiyor ve kendi kaderlerini tayin etmek istiyorlardı. İşçileri bu kararı, orduda ve halkta önemli bir saygınlık kazanmalarına neden olmuştu. Bu açıdan Paris halkının ve silahlı proletaryasının attığı adımların güçlü bir meşruiyete sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Fakat diğer yandan, Fransız aristokrasisi ve cumhuriyetçi burjuvazi için silahlı işçilerin varlıkları ciddi bir tehlike olarak görülüyordu. Bu nedenle 18 Mart günü, Ulusal Meclis’in Başbakanı Thiers, Ulusal Muhafızlar’a ait savaş toplarına el koymak için düzenli birliklerini Paris’e doğru harekete geçirdi. 170’i Montmartre’da, 80’i Belleville’de bulunan toplam 400 savaş topunu almak için şehre giren birlikler, Paris halkının ayaklanması sonucunda, talimatlara uymak yerine Ulusal Muhafızlara katılmayı tercih ettiler. Ayaklanmaya ordu birliklerinin de destek vermesiyle, Başbakan Thiers asker, polis ve yöneticilerin Paris’i boşaltması emrini verdi ve Thiers’in kendisi de Versay’a kaçtı.

18 Mart’ta yaşanan bu gelişmelerle Ulusal Muhafız Merkez Komitesi, Paris’in tek yönetici gücü haline geldi. Enternasyonal’in kararına göre kurulmuş olan Cumhuriyetçi Merkez Komitesi’ne ait birlik 18 Mart’ta Paris’in idare merkezi olan Belediye Dairesine yerleşti. Artık yeni bir dönem açılmış, işçilerin tarihteki ilk iktidarı oluşmaya başlamıştı.

Belediye Dairesi’ne geçen Merkez Komitesi birliği, Komünal Kosey’in seçilmesi yararına yönetimden çekildiğini ilan ederek 26 Mart günü seçimlere gidileceğini duyurur. Seçim sonuçları 28 Mart 1871 günü açıklanır ve tarihin ilk işçi iktidarı olan Paris Komünü ilan edilir!

Komün’ün ilanının hemen ardından alınan kararlardan bazıları şöyledir:

  • Askerlik yoklamasını ve düzenli orduyu kaldırdı ve Ulusal Muhafız birliğini tek silahlı güç ilan edildi
  • Kilise ile devletin ayrılması ve din işleri bütçesinin kaldırılarak, ulusal mülkiyete dönüştürülmesi ilan edildi
  • Giyotin ile idam yasaklandı ve halkın sevinç gösterileri içerisinde giyotinler yakıldı
  • Şovenizmin sembolü haline gelen ve halklar arasında düşmanlığı körükleyen Vendôme Sütunu yıkıldı
  • Sahipleri tarafından terk edilmiş fabrikaların sayımları yapılarak işçilere verilmesi kararlaştırıldı
  • Savaş sırasında aletlerini rehine vermeye zorlanan işçilerin aletlerinin karşılıksız iade edilmesi, borçların ertelenmesi, faizin ve emniyet sandıklarının kaldırılması karar altına alındı
  • Fırın işçileri için gece çalışması yasaklandı
  • Patronal ceza sistemi kaldırıldı
  • Yaşamak için asgari ücret güvencesi sağlanması karara bağlandı
  • İş bulma büroları yeniden örgütlendi
  • Parasız ve laik okulların kurulması kararlaştırıldı
  • Parasız adaletin sağlanmasına karar verildi
  • Seçilenlerin görevden geri alınabilmesi karara bağlandı
  • Yargıç ve yüksek görevlilerin seçim ile göreve gelmesine karar verildi

Alınan kararların kısa sürede uygulanması mümkün olmadı fakat Komün’ün yeni tipte bir iktidar aygıtına işaret etmesi tarihsel değer taşıyordu. 18 Mart’ta başlayan hareket, tamamı işçi ve işçi temsilcilerinden oluşan Genel Konsey’le kararlarını alarak ilerledi. Komün, bu anlamıyla tam olarak proleter bir niteliğe sahip oldu. Diğer yandan Komün, hem proletaryanın hem de Fransız ulusunun kaderini aynı anda temsil etmesi bakımından da tarihsel bir görevi üstlenmişti.

Kıymetli bir yenilgi ya da yenilginin tarihsel anlamı

Komün kısa süre içerisinde yaklaşık 2 milyonluk bir şehrin temel hizmetlerini yürütmekte önemli başarılar sağladı. Ancak ulusal federasyon planlamasında önemli aksaklıklar meydana geldi. Özellikle büyük kentlerin desteğinin alınmasına karşın, kasaba ve kırlardan yeterli destek sağlanamadı. Mart ve Nisan dönemlerinde yaşanan diğer kent ayaklanmaları; Lyon, Saint-Etienne, Le Creusot, Toulouse, Narbonne başarısızlıkla sonuçlandı. “Köylüye toprak, işçiye alet, herkese iş” gibi önemli çağrılar büyük kentlerde yankı bulmasına rağmen taşralar üzerinde önemli bir etki yaratamadı.

Diğer yandan Ulusal Meclis ve Versay ordusu Paris dışında güç biriktiriyordu. Versay güçleri Nisan ayından itibaren Bismarck ile anlaşarak toparlanmaya başladı. Versay ordusu 40 binden, önce 140 bine, ardında ise 170 bine kadar sayısını çıkardı.

Komün’e ilk saldırı 2 Nisan’da yapıldı. Saldırıların ilerleyen günlerde artmasıyla Parisliler’in dışarıyla haberleşme imkânları giderek azaldı. Narbonne, Limoges ve Marsilya’daki destek hareketleri ise kısa sürede ordu tarafından bastırıldı. Her şeye rağmen Paris proletaryası direnmeye devam etti. Dombrowski ve Wroblewski gibi Polonyalı eski subayların da desteğiyle iyi bir savunma hattı kuruldu. Kurulan savunma hattı birkaç haftalığına Versay ordusunun kente girmesine engel oldu. Ancak Versay ordusu 3 Mayıs günü Moulin-Saquet tabyasını, 9 Mayıs’ta ise Issy kalesini top atışlarıyla yerle bir etti. Ardından 14 Mayıs’ta Vanves kalesi düştü. İlerleye haftalar daha kanlı çarpışmalara sahne oldu; 21 Mayıs günü, bir ihanet sonucunda, Point-du-Jour ve Saint-Cloud kapılar yıkıldı ve Versay orduları Paris’e giriş yaptı.

Paris’i hızla işgal eden Versay orduları şehrin içinde ilerleyerek, silahsız halkı ve esirleri katletti. Diğer yandan Almanlar da Paris’i kuzey ve doğu yönlerinden kuşattılar. 24 Mayıs’ta ateşe verilen Belediye Dairesi boşaltıldı ve Versay ordusu önüne geleni kurşuna dizerek ilerlemeyi sürdürdü. Komün savaşçılarından Raoul Rigault da Gay-Lussac sokağında kurşuna dizilenler arasındaydı.

25 Mayıs günü Seine (Sen) Nehri’nin bütün sol kıyısı Versaylılar tarafından alındı. 26 Mayıs’ta Bastille alanı düştü ve Belleville direnişin merkezi durumuna geldi. En sert barikat savaşları emekçi mahallelerde meydana geldi; 27 Mayıs’a kadar yaklaşık sekiz gün direnen Montreuil ve Bagnolet kapıları da destansı bir direnişin ardından düştü. 28 Mayıs Pazar günü ise Belleville Ramponeau’daki son barikat da düştü ve Le Pere-Lachaise mezarlığının duvarının dibinde komünarlar toplu olarak katledildi. 72 gün süren işçi iktidarı, Komün’ün son direnişçileri de kahramanca bir direnişten sonra yenik düşene kadar devam etti. Öldürülenlerin sayısı kimi kayaklara göre farklılık göstermekle birlikte, 17 bin ila 35 bin arasında değişmektedir. Hayatta kalan yaklaşık 7 bin komünar ise çeşitli bölgelere sürgüne gönderilirler.

28 Mayıs, Paris Komünü’nün kanla bastırıldığı ve fiilen sonlandığı gün olarak tarihe geçer. Fakat Fransız proletaryası 1848’den beri düşlediği eşitlikçi düzeni 72 gün bile olsa hayata geçirmiş, Komün deneyimi tüm dünya proletaryası için ışık olmuştur. Yenilerek tarih yazanların büyük hikâyesi, çok geçmeden bütün dünyayı sarsacak zaferlerin de ilk tohumuydu.

Lenin, Paris Komünü hakkında Marx’ın ifadeleriyle şöyle aktarıyor, “…Marx, kendi ifadesiyle ‘gökyüzünü fethetmeye’ kalkan komünarların kahramanlığına hayran kalmakla yetinmedi. Hedefine ulaşmamış olmasına rağmen devrimci kitle hareketinde, muazzam önemde bir tarihsel gelişim, proleter dünya devrimine ileriye doğru belli bir adım, yüzlerce program ve mülahazadan daha önemli olan pratik bir adım görüyordu.”[iii]

Bugün komünistler, 149 yıl önce Parisli komünarların karanlığa attığı işaret fişeğini takip etmektedirler.

[i] Engels, Fransa’da İç Savaş’a önsöz s. 41 / Paris Komünü Üzerine; Marx, Engels, Lenin, Sol Yayınları, Birinci Basım 1977

[ii] [ii] Engels, Fransa’da İç Savaş’a önsöz s. 43 / Paris Komünü Üzerine; Marx, Engels, Lenin, Sol Yayınları, Birinci Basım 1977

[iii] Lenin, Devlet ve Devrim s. 46 / Lenin Seçme Eserler 7. Cilt, İnter Yayınları, Birinci Basım 1996