Kıdem tazminatı ve sınıf mücadelesi
13-07-2020 09:38Her yıl kıdem tazminatı fonu gündeme gelmekte yoğun tepkiler üzerine ertelense de, ne sermaye sınıfı nede onları temsilen siyasi iktidarlar bundan vazgeçmeyecekleri ortadadır.
Kemal Parlak
Kıdem tazminatı işçi sınıfının yüz yılı aşkın verilen mücadele sonucu hak edilmiş bir kazanımdır. İlk uygulamaların Avrupa ülkelerinde 1800’lü yılların sonlarına doğru oluşmaya başladığı, 1890’larda Almanya’da toplu iş sözleşmeleri ile kayıt altına alındığı bilinmektedir. 1932 Yılında Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafında hazırlanan bir rapor ile kıdem tazminatı uygulaması tüm ülkelere önerilmiştir.
Ülkemizde 1936 da çıkarılan 3008 sayılı ilk İş Kanunda, kıdem tazminatı kanunla uygulanmaya konulmuştur. Beş seneden fazla çalışan işçilere her yıl için 15 günlük ücret olarak uygulanmaya başlanan kıdem tazminatı, 1967 yılında 931 sayılı yeni İş Kanunu ile beş yıldan fazla çalışan süre üç yıla indirilmiş, hak kazanma nedenine ölüm ve askerlikte eklenmiştir.
1971 yılında çıkartılan 1475 sayılı iş kanunun 14. Maddesi ile kıdem tazminatı yeniden tanımlanmış, hak kazanmak süresi 1 çalışma yılı olarak belirlenmiş ve tazminat miktarı 15 günden 30 güne çıkartılmıştır. Hak etme nedenleri işçinin kendisi iş akdini haklı nedenle feshi, işçinin işten çıkartılması, ölüm hali, askerlik ve kadın işçilerden evlenmesi hali olarak kabul edilmiş, tazminat miktarı ise 30 günlük ücretin yedi buçuk katında fazla olamaz şeklinde düzenlenmiştir. Getirilen yedi buçuk kat sınırlanması daha sonra anayasa mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. 1980 Darbesinde sonra kıdem tazminatına tavan uygulaması, en yüksek devlet memurunun bir hizmet yılı için alacağı emeklilik ikramiyesini geçemez olarak, yeniden sınırlandırılmıştır. Tazminata esas gün ücretini hesaplarken, yıllık ayni, nakdi bütün gelirler toplanıp günlük ücret tespit edilip tazminat günü ile çarpılır, bu uygulama halen devam edilmektedir.
Kıdem tazminatı tüm diğer kazanımlar gibi sınıf mücadelesinin bir sonucu olarak zaman içerisinde farklılaşmıştır. 30 gün esası toplu iş sözleşmeleri ile 60 güne kadar çıkartılmıştır. AKP döneminde Toplu İş Sözleşmeleriyle gün artırımı yasa ile engellendi. Ancak kıdem tazminatına dönük saldırı isteği sadece AKP dönemine ait değil.
Kıdem tazminatına yönelik saldırıyı işçi sınıfının diğer kazanımlarındaki saldırılarla birlikte ele almak gerekiyor. Gerek işçi sınıfının 100 yılı aşkın süredeki mücadelesi sonuç, gerekse de reel sosyalizmin varlığı, kapitalist ülkelerde uygulanan Keynesçi ekonomik politikalar gibi faktörlerle beraber güncel kazanımlar ve toplumsal yaşamda bir dizi haklar kazanmıştı.
Kıdem tazminatı hakkı nasıl törpülendi?
Kapitalizmin 1970’lerde girmiş olduğu krizinden, dönem dönem etkisi çoğalan ve çeşitli enstrümanlarla ertelense de kriz devam eden, çıkmanın yolu olarak işçi sınıfının kazanımlarına saldırıyı gündemine almıştır. Yeni yönetim teknikleri ve esnek çalışma ile nispi ve mutlak artı değeri artırırken, ekonomik ve toplumsal yaşamdaki kazanımlarında bir bir geri alınmaya başlamıştır. Eğitim ve sağlık piyasalaştırılırken, ücretler düşürüldü. Tüm bu saldırılara karşı işçi sınıfı çeşitli ülkelerde zaman zaman refleks gösterip eylemler yaptıysa da saldırılara karşı top yekûn bir mücadele veremedi, saldırıları durduramadı.
Aynı süreç ülkemizde de yaşandı. Saldırılar 1980 darbesi öncesinde, 24 Ocak kararları ile gündeme gelmiş olsa da, dönemin toplumsal muhalefeti ve işçi sınıfı hareketinin güçlülüğünden dolayı ancak darbeden sonra uygulanmaya konulmuştur. Darbeden sonra sendikalar kapatıldı, kıdem tazminatına tavan sınırlanması getirildi, ikramiyeler sınırlandırıldı. Saldırıları dönemin TİSK başkanı Halit Narin “artık gülme sırası bizdedir” diyerek memnuniyetini açıklamıştı. 1990’dan sonra sınıf hareketinin geri çekilmesi ile birlikte saldırılar daha da arttı. Toplu iş sözleşmeleri tarihsel olarak işçi sınıfın yeni haklar kazanma aracı iken bu tarihlerden kazanımların geri alınması ve patronların saldırı aracına dönüştü. İkramiyeler bölünerek ücretlere dahil edildi.
Emperyalizm ve Türkiye sermaye sınıfının ortak çıkarları ile bu saldırılar 1990’ların sonlarından itibaren şiddetlendi. Dünya Bankası, IMF, AB ve patron örgütlerinin ortak talepleri ile 1999’da mezarda emeklilik uygulanmaya konuldu. Daha önce zaman zaman gündeme gelmiş olsa da kıdem tazminatına yönelik saldırılar yeniden gündeme geldi, emeklilik yasasını değiştirdiler, kıdem tazminatına yönelik saldırı ise ertelendi.
Sermayenin istediği, işçinin beklediği
AKP iktidarı ile birlikte bu saldırılar daha da yoğunlaştı. 2003’te çıkartılan 4857 İş Kanunu, işçiler o dönem kölelik yasası diyorlardı, ile esnek çalışma yasalaştı. Denkleştirilme, fazla çalışma ücretini % 50 den % 25 e indirilmesi ve sonrasında istihdam büroları ( işçi simsarlığı )ile ödünç işçilik gibi uygulamalar yasallaştı. Aynı yasada kıdem tazminatına yönelik saldırıda geçmiş oldu. 4857 sayılı yasanın 6. Maddesi “Kıdem tazminatı için bir kıdem tazminatı fonu kurulur. Kıdem tazminatı fonuna ilişkin kanunun yürürlüğe gireceği tarihe kadar işçilerin kıdemleri için 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14. maddesi hükümlerine göre kıdem tazminatı hakları saklıdır ‘’ şeklindedir.
Bu tarihten itibaren neredeyse her yıl kıdem tazminatı fonu gündeme gelmekte yoğun tepkiler üzerine ertelense de, ne sermaye sınıfı nede onları temsilen siyasi iktidarlar bundan vazgeçmeyecekleri ortadadır. Eğer işçi sınıfı kapsamlı bir mücadele programını ortaya koymazsa kıdem tazminatı dâhil yeni saldırılarla karşı karşıya gelecektir. Kıdem tazminatı fonu ile birlikte geçmişteki oluşan fonların başına ne geldi ise aynısı olacaktır. Sermaye sınıfına yeni kaynak aktarımı ve kapitalist ekonomi için yeni para kaynağı. İşçiler ise 30 günlük yasal sınırın gerisine düşecek. Neredeyse her tasarıda bu süre 15 gün olarak gündeme gelmekte olan yasaya göre, emeklilik ( zaten imkânsız hale getirildi), ölüm hallerine bağlanma, evlenme iş akdinin sonlanması, askerlik gibi hallerin kaldırılması, tazminat gününe esas ücretin yıllık ayni ve nakdi tüm gelirlerin toplamının ortadan kaldırılması gündeme gelecek.
Sermaye iktidarı ve yandaşları, fonun işçilerin lehine olduğunu çünkü önemli bir kesimin kıdem tazminatında yararlanmadığını propaganda etmekteler. İşçileri düşünüyorsanız yapılacak bellidir: kurulacak fona işçilerin 30 günlük ücret gün hesabının yıllık nakdi ve ayni tüm kazancı baz alınarak aylık yada yıllık olarak patronlar tarafından fona aktarılması, fonun denetimi ve yönetiminde işçilerin olması, sermaye sınıfına ucuz kaynak olarak kullandırılmaması, kıdem tazminatında yararlanma hallerinin şimdiki hali ile kalması yönünde yapılması gerekir. Bunu yapmayacaklarını biliyoruz, amaçları işçilerin ellerindeki son kırıntıya kadar bütün kazanımları almak.
İşçi sınıfı kıdem tazminatına yönelik saldırıyı, elinde alınan diğer kazanımları ile birlikte değerlendirip hem elindekilerini korumak hem de kaybettiklerini geri almak için top yekûn bir mücadele vermez ise, kıdem tazminatında kaybeder. Bu mücadele bu günkü sendikal yapıları aşmaktadır. Sendikaların kıdem tazminatı için kırmızıçizgi demelerini anlamlı bulmakla beraber, bu yapıların önemli bir kesiminin samimiyeti elbette ki kuşkuludur.
4857 sayılı yasanın geçici 6. Maddesi geçerken bu sendikalar o zaman neredeydiler? İşçi sınıfı bu gün kıdem tazminatı için mücadelesini, geçmişteki kayıplarını geri alma ve tarihsel çıkarları ile birleştirip bir mücadele hattı oluşturamazsa kaybedecektir. Bu durum ancak politik bir zeminde sınıfın birliğini esas alan bir örgütlenme ile mümkündür. Sendikalar sınıf açısında elbette ki önemlidir, ama bu gün sendikaları kapsayan ve aşan yeni örgütlenmeler ile birlikte ancak işçi sınıfı siyasette kendi ağırlığını ortaya koyar, kayıp ettiklerini geri alır ise, hem kendisi için hem de tüm insanlığın kurtuluşu yeni ufuklar açar.