Küçük Grup toplantısından Sezar Yasası’na
08-03-2020 10:17Emperyalizmin Ortadoğu’ya dönük müdahalelerinde özelde Suriye’ye dönük yapılanlar ön plana çıkıyor. Son birkaç yıllık süreç değerlendirildiğinde 2018 yılında yapılan bir toplantıda ele alınanlar ile birlikte ABD’nin geçtiğimiz Aralık ayında gündeme getirdiği Sezar Yasası’na göz atmak önem taşıyor
Neşe Deniz Babacan
“Küçük Grup” (*) adı verilen ve ABD, İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan ve Ürdün’ün katılımıyla şekillenen toplantıların ilki 11 Ocak 2018 tarihinde yapılmıştı. Gizli toplantının içeriği basına sızdıktan sonra emperyalizmin 2018 sonrası Suriye politikasına dönük köşe taşları ortaya çıkmıştı.
Toplantıya katılanlar şu şekildeydi: Hugh Cleary (İngiltere Dışişleri Bakanlığı Yakındoğu ve Ortadoğu Dairesi Başkanı), Jérôme Bonnafont (Fransa Dışişleri Bakanlığı Kuzey Afrika ve Ortadoğu Direktörü ), David Satterfield (ABD Dışişleri Bakanlığı Yardımcısı), Ürdün’den Dışişleri Bakanlığı Danışmanı Nawaf Tell ve Suudi Arabistan’dan Tuğgeneral Jamal al-Aqeel.
Toplantı üzerinden ortaya çıkan iddialar ise emperyalist ülkelerin Suriye’nin bölünmesi için yapılması gerekenlere odaklanıyordu. Suriye’deki “Batı stratejisinin” detayları ise kabaca Suriye’nin bölüşülmesi, Soçi’nin sabote edilmesi, Türkiye’nin denetim altına alınması ve BM Özel Temsilcisi Staffan de Mistura’ya Cenevre müzakerelerini başlatması yönünde talimat verilmesi yönünde idi.
Ek olarak, toplantıya katılan ve toplantının notlarını tutan İngiliz temsilcinin bir yorumu ise önem taşıyor gibi görünmekteydi. Toplantıdan sonra basına sızan haberlere göre temsilci, ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) başına eski Bahreyn Büyükelçisi William Roebuck’ı geçireceğini öngördüğünü ifade etmişti.
William Roebuck’a ve toplantıya ABD adına katılan Dışişleri Bakan Yardımcısı David Satterfield’e dikkatlerinizi çekmek istiyoruz. İlkinin de, ikincisinin adlarını artık daha sık duymaktayız. Çünkü, İngiliz temsilcinin tahmini doğru çıktı. William Roebuck, James Jeffrey’in yardımcısı olarak ABD’nin Suriye özel temsilcisi olarak atandı, SDG ve YPG ile temaslara başladı. Toplantıya katılan David Satterfield ise ABD’nin Ankara Büyükelçisi olarak atandı.
Cinayet mahalline dönen birinci katil: William Roebuck
Bu isim ABD’nin Ortadoğu konusunda uzman sayılacak diplomat, devlet görevlisi ya da bizlerin jargonuna göre sömürge valilerinden bir tanesi. Roebuck esas olarak emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesi’nin erken dönem Suriye planının mimarı olarak görülüyor. 2006 yılında Şam büyükelçisi olarak görev yapan Roebuck hazırladığı raporlar ile Suriye’yi içeriden ve dışarıdan çökertmek için yapılması gerekenleri ifade ediyor. Bunlar Wikileaks belgeleri ile ortaya çıkmış ve o zamanlarda belgelerin içerisinde en fazla sansasyon yaratanlardan biri olmuştu.
ABD’nin Irak işgalinin sonrasında bölgeye dönük ikinci müdahale noktasının Suriye olduğunu kesinleştiren bu raporlarda yer alan bazı başlıklar William Roebuck’ın ifadelerine göre şu şekildeydi:
– Beşşar Esad ve etrafındaki karar alıcı küçük grubun özgüvenleri eskisinden daha çok. Şam yönetimi içerisindeki bu küçük karar alıcıları Amerikan çıkarları doğrultusunda yanlış kararlar almaya zorlayabiliriz.
– Suriye ekonomisi kısa bir süre daha istikrarını koruyacaktır. Ekonomi içeride zayıf ve ağır darbe almış durumda. Atılacak adımlar ile Şam yönetiminin bu konudaki alacağı kararlar sınırlandırılabilir.
– Beşşar Esad, İran ile işbirliğini koruyarak hareket ediyor. Ancak bu ittifak bölgedeki Sünnileri tehdit etmekte. İran’ın Suriye’deki etkisi nedeniyle Sünni grupların var olan endişeleri artırılmalı. Sünniler, özellikle fakir yerleşim bölgelerinde İran etkisi ile artan Şii nüfustan rahatsızlık duymakta. İran’ın Suriye’de devam eden ticari faaliyetleri ve yaptığı camiler de bu gruplarda endişe yaratmakta. Mısır ve Suudi Arabistan bu konuda ortak hareket etmekte. Ve biz Amerika olarak bu işbirliğine destek vermeliyiz.
– Beşşar Esad’ın gerçekleştirdiği sınırlı reformlar ülkeden kaçan Suriyelilerin tekrar ülkelerine dönerek yatırım yapmalarına neden oldu. Bu nedenle yapılacak yeni reformların önü alınmalı ve alınan karar ve reformlar diğer ülkeler ile karşılaştırılarak huzursuzluk yaratılmalı.
– Suriye’nin mevcut ekonomik durumu büyük ölçüde dışarıdan gelecek yatırıma bağlı. Özellikle Körfez ülkelerinden gelecek yabancı yatırımlar engellenmelidir.
– Kürt meselesi: Kürtlerin şikayet ve sorunları daha fazla dile getirilerek diğer Arapları rahatsız etmeyecek şekilde desteklenmeli. Rejime karşı Arap ve Kürt gruplardan ortak bir ittifak oluşturulmalı.
– Suriye’de terör örgütlerinin sayısı hızlı bir şekilde artmakta ve terör eylemleri yaşanmakta. Şam yönetiminin bunlara karşılık terör ile mücadele yeterli olmadığı algısı oluşturularak istikrarsızlık yaratılmalı. Rejime muhalif İslami grupları bu kategoriden ayırıyoruz. Bu gruplar hakkında ileriye dönük potansiyellerine ilişkin bir değerlendirme şu an için yapamıyoruz. Şam yönetimi içerisindeki zayıf noktalar varlığını korumakta. Söz konusu bu zayıf noktaları kullanarak Beşşar Esad’ı yanlış kararlar almaya zorlayabiliriz.
Görüldüğü üzere 2011 yılında “ılımlı muhalefet” adı altında Suriye’deki meşru iktidarın emperyalizm tarafından silahlandırılmış cihatçı örgütlerin müdahalesi ile yıkılması ve Suriye’nin parçalanması için atılan adımların en azından 2006 yılına kadar giden teorik bir arka planı bulunuyor.
Bu teorik arka planın mimarı William Roebuck ise 2018 yılının Ağustos ayında SDG ve YPG ile kurduğu bağlar, yaptığı görüşmeler ve Suriye’nin kuzeyinde ABD ile Kürt siyasi hareketi arasında ittifak kurulan bölgelere yaptığı ziyaretler ile ortaya çıkıyor. Roebuck bu tarihlerden sonra James Jeffrey’in yardımcısı sıfatıyla ABD’nin Suriye’de IŞİD’e karşı mücadele temsilcisi adı altında bölgeye atanıyor. Bu durumu bir nevi katilin cinayet mahalline dönmesi olarak yorumlamak da mümkün. Aynı yılın Ocak ayında yapılan gizli toplantılardan sızan tutanaklarda ise bu kişinin adının geçmesi şaşırtıcı değil.
Cinayet mahalline dönen ikinci katil: David Satterfield
Yaklaşık kırk yıldır ABD’nin Ortadoğu’daki faaliyetlerinde birinci elden rol alan bir diğer diplomat ise David Satterfield. O açıdan bu ismin de diğeri gibi sömürge valisi olarak değerlendirilmesi mümkün.
Bağdat Büyükelçiliği de yapan Satterfield’in ağırlık verdiği alan ise Irak olarak ön plana çıkmıştı. 2000’li yılların başında Bush yönetiminin şahin Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın Irak’tan sorumlu kıdemli danışmanı olarak görev yapan bu kişi, o günlerde Ortadoğu’da ABD politikalarının uygulanmasından sorumluydu. Hatırlanacağı üzere Rice 2003 yılında Washington Post gazetesindeki “Bugün, Amerika ve müttefikleri kendilerini dünyanın başka bir yerindeki uzun soluklu değişimlerden bir tanesine hazırlamalıdır: 22 ülkeden oluşan Ortadoğu’nun dönüşümü hiç kolay olmayacak, hem de çok zaman alacak…” sözleri ile Ortadoğu’ya dönük emperyalist huruç harekatının hücum borusunu çalmıştı.
Son olarak Türkiye-Rusya-İran arasındaki Astana sürecinde ABD’nin gözlemci düzeyindeki varlığını da sona erdirmesinden sonra Satterfield, Ocak 2018’de yapılan “Küçük Grup” toplantısında ABD temsilcisi olarak katıldı, İngiltere ve Fransa ile birlikte Suriye’ye dönük emperyalist planların güncellenmesinin mimarları arasında yer aldı.
Satterfield’in Irak işgali sonrasında, Irak’ın parçalanması ve Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) merkezinde durduğu Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin oluşması ve yönetilmesi bahsinde de görevleri olduğu hatırlanıyor. Bununla birlikte Türkiye’de iç siyaseti de Satterfield’i yakından hatırlıyor.
Ortadoğu’nun kızıştığı yıllardan biri olan 2007 yılında Türkiye’nin Kuzey Irak’a dönük operasyon sinyallerini vermesi ile birlikte, Satterfield Rice’ın Irak Koordinatörü olarak Türkiye’ye geliyor ve ondan sonra yaşananlar, gerek Kürt sorununda gerek Türkiye’de Birinci Cumhuriyet’in tasfiyesi anlamında ve tüm bunlarla birlikte Türk dış politikasında önemli bir yere oturuyor. Kısaca ele almak gerekirse, 2007 yılında PKK’nin eylemlerindeki artış, TAK’ın Ankara Ulus’ta canlı bomba saldırısı, Dağlıca saldırısı, 2007 yılında Ergenekon kumpasının başlaması ve bilumum olaylar hepsi bir paketin parçası olarak görülmeli. Tüm bu olaylarda ise Satterfield elbette tek planlayıcı olmasa da önemli bir misyonla hareket ettiği açık olmalı.
İşte aynı David Satterfield döndü dolaştı, Trump yönetimi tarafından 2019 yılının Haziran ayında ABD Türkiye Büyükelçisi olarak atandı. Bir önceki büyükelçi John Bass ile oldukça ihtilaflı hale gelen AKP iktidarı açısından bir soluk borusu olarak da görülebilecek olan bu atama, baba Bush ve Rice’ın ruhunu yaşatıyormuşçasına elinde büyük paketlerle geldi.
Satterfield, 11-12 Nisan 2019’da yaptığı açıklamada Türk-Amerikan ilişkilerinde zorlu bir dönem yaşandığını belirterek özellikle Ankara’nın, Rusya’dan S-400 hava savunma füze sistemi alımına karşı görev yapacağı yönünde mesajlar vermişti. Bu konuda Satterfield’in “Büyükelçi olarak onaylanırsam Türkiye’ye doğru stratejik seçimi yapması için bastıracağım” ifadesi dikkat çekmişti. Satterfield devamında, “Türkiye Rusya’dan S-400 satın alarak F-35 programına katılımını riske atıyor. CAATSA (Yaptırımlarla Karşı Koyma Yasası) kapsamında yaptırımlarla karşı karşıya. Başkan Yardımcısı Mike Pence’in de NATO’nun 70. yıldönümü vesilesiyle yaptığı konuşmada dediği gibi, Türkiye seçimini yapmalı. Tarihin en başarılı askeri ittifakında önemli bir ortak olarak kalmak mı istiyor yoksa bu ittifakı baltalayan pervasız kararlar vererek bu ortaklığın güvenliğini tehlikeye mi atmak mı?” demişti.
İkinci katilin cinayet mahalline dönüşü de bu şekilde oldu.
Seri katilin yeni planları: Küçük Grup’tan Sezar Yasası’na
Emperyalizmin Suriye’ye dönük planlarının netleştirildiği Küçük Grup toplantısında ele alınan başlıklar kabaca şu şekilde idi:
– Soçi anlaşmasının baltalanması.
– Suriye’de çözüm adına BM’ye ve Cenevre süreçlerine dönülmesi. Staffan de Mistura’ya bunun için basınç yapılması.
– Esad’ın askeri olarak devrilmeye çalışılmasından ziyade, siyaseten zayıflatılması, emperyalizm yanlısı muhalefetin ülke siyasetine entegre edilmesi, devamında ise Esad’ın kaybedeceği bir seçimin zemininin oluşturulması.
– Suriye’de ABD’nin perde arkasındaki rolünün devam ettirilmesi. Rusya’nın olası bir zaferi üzerinden propaganda yapmasının engellenmesi.
– Kürt siyasi hareketi ile ABD’nin yaptığı işbirliğinin devamı. Amerikalıların Kürtlerin askeri gücüne daha fazla destek olması. ABD ile Kürt siyaseti arasında yapılan işbirliğinin Türkiye açısından sorun olmaktan çıkartılması.
– ABD’nin minyatürize edilmiş bazı nükleer silahları gündeme getirerek ve bunların özellikle İran’a karşı bir tehdit unsuru olarak devreye konulması.
Şimdi bu başlıkların hepsini ele aldığımızda ABD’nin bir dizi başlıkta mesafe kaydettiğini ama özellikle Türkiye-Rusya ve İran arasında İdlib’deki durumla ilgili Soçi anlaşması vesilesiyle ortaya çıkan durumun baltalandığını görebiliyoruz. Dolayısıyla, Küçük Grup toplantısı ile alınan kararların koçbaşı görevi bugün AKP iktidarı aracılığı ile ülkemize yaptırılmaktadır. Öncelikle bunun altının çizilmesi gerekiyor.
İkinci nokta ise bunun devamında geçtiğimiz ay ortaya çıktı. ABD’de yürürlüğe giren “Sezar Suriye Sivil Koruma Yasası”, Beşşar Esad yönetimini siyasi sürecin içine çekmeyi ve uluslararası kararlara boyun eğmeye mecbur bırakmayı hedefliyor. Bu yasaya göre ortaya çıkan başlıklar şu şekilde:
– Washington, Suriye’nin ABD’nin bölgesel müttefiklerine tehdit olmaktan çıkması için Şam üzerindeki baskılarını arttıracak. ABD, yeni planı çerçevesinde Suriye’ye karşı askeri, siyasi, diplomatik ve ekonomik eylemler geliştirecek.
– Suriye’ye yönelik ekonomik yaptırımlar 5 yıl daha uygulanacak. Ayrıca Suriye ile işbirliği yapan tüm taraflar da ağır yaptırımlara hedef olacak.
– ABD siyasi açıdan, Suriyeli siyasi muhaliflerle olan ilişkilerini geliştirecek ve Suriye’deki muhalifleri destekleyen ülkelerle koordinasyonu arttıracak. Diplomatik açıdan da başta Avrupa ülkeleri olmak üzere diğer ülkelerin Suriye ile ilişkilerini normalleştirmesini engelleyecek.
– ABD’nin Suriye’ye karşı atacağı askeri ve ekonomik adımlar da şöyle: Fırat’ın doğusunda askeri varlığını sürdürecek, Suriye Demokratik Güçleri’ni Türkiye’nin saldırılarından korumak için uçuşa yasak bölge oluşturacak. Suriye ordusunun Fırat’ın doğusuna ve petrol bölgelerine gelişini engelleyecek ve İran ile Suriye’nin lojistik hattını kesmek için Irak sınırındaki Tenef bölgesinde bulunan askeri varlığını sürdürecek, İdlib’de Rusya ve Suriye’ye karşı konacak.
Tüm bunları Küçük Grup toplantısının sonuçları ile birlikte okursanız, ABD’nin Ortadoğu politikalarının devamlılık arz ettiğini, AKP iktidarınınsa tam da bunlara uygun bir şekilde güncel olarak pozisyon aldığını görebilirsiniz.
Bundan iki yıl öncesinde “Soçi’nin baltalanması” adı altında başlayan süreç, Suriye’nin bir kere daha ekonomik, diplomatik ve askeri olarak köşeye sıkıştırılmasına dönük bir huruç harekatı olarak devam etmektedir. İdlib savaşı tam da bu bağlam içinde değerlendirilmelidir.
Seri katil ABD, Ortadoğu’ya işbirlikçileri ve emekçi halklara dönük saldırganlık içeren politikaları ile bir kere daha saldırmaya başlamıştır.
Tam da bu noktada cinayet mahalline dönen katillerin ve bu süreçte oynadıkları rolün altını bir kere daha çizmek önem taşımaktadır. Üstlendikleri misyonlar ile ABD’nin en saldırgan yüzünü temsil eden iki sömürge valisinden bir tanesinin Suriye’nin, diğerininse ülkemizin başına musallat edilmesi o açıdan şaşırtıcı görülmemelidir.
Bunlarla birlikte ortaya çıkan en büyük çelişki ve riyakarlığın ise AKP’de cisimleştiğini, ülkemizdeki gerici sermaye iktidarının mesele Amerikancılık olunca nasıl hizaya geçtiğini de yüksek sesle ifade etmek önem taşımaktadır.
(*)