Kurtuluş Savaşı ve Komünistler
19-04-2020 08:54Suphi dönüşlerinin hoş karşılanmayacağının farkındadır, ama bir komünist partinin asıl görevinin kendi ülkesinde mücadele etmek olduğunun da bilincindedir. Ankara hükümetinin dönüş meselesine bakışı açıktır.
Orhan Deniz
100 yıl önce, 23 Nisan 1920’de, kurulan Meclis bu topraklar için yeni bir dönemin doğuşunu haber verirken, Meclis’in kuruluşunu takip eden yıllarda yaşanan dönüşüm, cumhuriyetin ilanı, saltanatın ve hilafetin kaldırılması, toplumsal yaşamı etkileyen devrimler bugüne kadar “resmi” bir bakışla ve tarih yazımıyla yansıtılmaya çalışıldı. Bu “resmi” bakışın ve tarih yazımının alternatifleri 1923 Cumhuriyetini yıkan AKP iktidarı tarafından -geniş propaganda araçlarını kullanabilme avantajıyla- Mustafa Kemal önderliğindeki kurucu kadroyu görmezlikten gelerek, isimlerini silmeye çalışarak, itibarsızlaştırarak vs. yaratılmaya çalışılmakta. AKP’nin kimi örneklerde Mustafa Kemal’i kaldırıp yerine Tayyip Erdoğan’ı monte etmeye çalışmaktan öteye gidemeyen, genelde İslamcı mistisizmine dayanan alternatif yazımlarının da, “asıl” yazımı güçlendirdiğini söylemek çok yanlış olmayacak; çünkü çizilen alternatifler aslının karikatürü bile olamayacak kadar zavallı ve şaklabanca. O yüzden dikkate alınmaya değmezler ya da dikkate alınması gereken halen bir asırlık “asıl” yazım olmalı.
1.Dünya Savaşı sonrası yaşanan işgali ve buna karşı verilen mücadeleyi sadece Mustafa Kemal ve etrafındaki kadro üzerinden anlatan “resmi” tarihe karşı bizim için önemli olan nokta bu “asıl” yazımın bahsetmediği kısımlar. Bu kısımlar toplumun küçük bir bölümü tarafından merak ediliyor, okunuyor, biliniyor, araştırılıyor. Ortaya çıkan yeni belgelerle, araştırmalarla bahsedilmeyen kısımların ülkemizin kurtuluşundaki önemli rolü daha çok açığa çıkıyor. Özellikle 1917 sonrası yaşananlardan daha çok bahsedilmesi, bunların daha çok anlatılması, yazılması yeni bir karmaşa çağına girmekte olan ülkemizde komünist hareketin ideolojik cephesini güçlendirmek için çok önemli. Çünkü, emperyalizme karşı yürütülen ve başarıyla sonuçlandırılan Kurtuluş Savaşı’nın toplumdan saklanan, bahsedilmeyen kısmında komünistlerin mücadelesi, çabası ve hikayesi var.
Bu yazıda komünistlerin ulusal kurtuluş mücadelesine nasıl baktıklarını anlatmaya çalışacağız. Şüphesiz genel hatlarıyla ve daha çok birinci elden kaynaklara sığınarak…
20.yüzyıl başlarken komünist hareket
20. yüzyıl sosyalist devrimler, işçi sınıfı hareketleri ve ulusal kurtuluş hareketleri çağıdır ve özellikle yüzyılın ilk çeyreği bu anlamda muazzam bir laboratuvardır. Bizim topraklarımızda da hem Osmanlı Devleti için kurtuluş reçetelerinin aranması hem savaş ve sonrasındaki işgal hem işçi hareketlerinin doğuşu ve yükselişi hem işgale karşı direnişin örgütlenmesi ve hem de komünist hareketin kuruluşu bu tarihsel kesitte çakışmıştır. Tüm bu olguları ve bunlarla birlikte dünya tarihini de değiştirense Ekim Devrimi olmuştur.
Komünistlerin ulusal kurtuluş mücadelesiyle ilişkisi ancak bu nesnellikle birlikte ve dönemin karmaşık siyasal tablosu içinde değerlendirilebilir. O dönemde yaşayan tek bir komünist militan ya da küçük bir komünist topluluk açısından bakmaya çalışırsak –herhangi bir önem sıralaması atfetmeksizin- karşımıza şöyle ana başlıklar/hedefler çıkar:
- İstanbul’da, Anadolu’da ve Rusya’da faaliyet yürüten irili ufaklı birçok komünist örgütlenmenin biraraya getirilmesi ve tek parti çatısında organik birliğinin sağlanması
- Ülkedeki yerli ve yabancı sömürücü sınıfların egemenliğine son verecek bir sosyalist devrim için mücadele edilmesi
- Ülkeyi işgal eden emperyalist ülkelere karşı savaş verilmesi
- Yeni kurulan sosyalist ülkeyle sağlıklı ilişkilerin kurulması, Sovyetler’in desteklenmesi/korunması
- Uluslararası komünist hareketin örgütü olarak 3. Enternasyonal’in politikalarının desteklenmesi/uygulanması
- Hem Anadolu’daki hem de yakın coğrafyalardaki halklarla dayanışmanın güçlendirilmesi.
Böylesi bir tablonun son derece zorlu, heyecanlandırıcı ve aynı zamanda da hata yapmaya müsait olduğunu, ama Türkiyeli komünistlerin bu tabloda ulusal kurtuluş mücadelesiyle kurdukları ilişkiden alınları açık çıktıklarını hemen söylemeliyiz. Mustafa Suphi Bakü’de yayınladığı Yeni Dünya dergisinin 4. sayısında (18 Temmuz 1920 tarihli) ulusal kurtuluş mücadelesine bakışı şu şekilde anlatıyor:
“Biz, Rusya, Türkistan ve Kafkasya’da olduğu gibi Türkiye’de de başlayan mücadeleyi Avrupa emperyalizmine karşı ve evrensel bir mahiyet ve manada anlıyoruz. Fakir ve sefalet altında ezilen Türkiye ve Şark memleketlerindeki ayaklanma, milli müdafaa şiarı ile başlasa bile, dünyayı saran ve zulm ile çarpıştıkça mağdur amele ve rençper sınıflarının gönüllerini fetheden inkılâp hareketlerinin az zamanda beynelmilel bir alana geçmesi bir zarurettir. Ve zaten bu böyle olmasa, muazzam Avrupa kapitalistlerine karşı yükselen herhangi bir milli müdafaa, beynelmilel yardıma hakkıyla erişemeyecek, ergeç iflasa mahkum olacaktır.
Onun için biz Türkiye’de Milli Müdafaa şeklinde baş gösteren ayaklanmaya, müşterek düşman tarafından bu hareketin söndürülmesine yol vermemek için, her türlü yardımı, bu yardım mutaassıp milliyetçilere bile olsa, tarihin bize yüklediği bir görev olarak biliyoruz. Hayat ve mücadele ruhunu mağdur halk kitlesinde derinleştirmeye çalışan İştirakiyyun Teşkilat’ının memleket içinde açılıp yayılmasına gelince, bunun da Kuvay-ı Milliye yöneticilerinin karşısında duran yine o ehemmiyette tarihi bir mesele olduğunu zannediyoruz.”
Yani, Türkiyeli komünistler ulusal kurtuluş mücadelesi için her şeyi yapacaklarını söylüyorlar; asıl hedeflerinin toplumun tümünün kurtuluşu anlamına gelen sosyalist bir iktidar olduğunu gizlemeden ve Türkiye’de örgütlenme ve açık çalışma yapma niyetini beyan ederek.
Kuruluş ve ülkeye dönüş…
Öncelikle Suphi’nin yazdıklarının 3.Enternasyonal’in politikalarıyla uyumunun altını çizelim. 3.Enternasyonal’in 2.Kongresi’nin önemli başlıklarından biri sömürgeler meselesiydi ve bağımlı ülkelerdeki burjuva demokratik hareketlerin, devrimci hareketlerin ezilenler arasında yapacağı çalışmalara engel olmaması şartıyla, desteklenmesi gerektiği yönünde bir karar alınmıştı. Bu karar 1-8 Eylül 1920 tarihleri arasında Bakü’de yapılan Doğu Halkları Kurultayı’nda da tekrar onaylanır. Kurultay’ın hemen ardından 10 Eylül’de TKP’nin kuruluş kongresi toplanır. Kongrenin önemli çıktılarından biri milli kurtuluş mücadelesinin desteklenmesi ve Parti’nin ana faaliyetinin Anadolu’ya taşınmasıdır. Bu kararın Komintern tarafından çok sıcak karşılanmadığı biliniyor, ama bu Suphi’lerin dönüş kararını değiştirmiyor.
Devam etmeden bir parantez açalım. Komünistlerin ya da komünist siyasetin 1920 yılına gelinceye kadar ve yukarıda bahsettiğimiz kararlar alınmadan önce ulusal kurtuluş mücadelesiyle farklı biçimlerde kurulmuş ilişkileri vardır zaten. 3 başlık etrafında toparlanabilir bunlar. 1) Komünist grupların doğrudan yürüttükleri faaliyetler. Gerek İstanbul’da gerek Anadolu’daki birçok komünist hücre işgale karşı direnişi örgütlüyorlar, silah ve lojistik destek sağlıyorlar, fiili olarak çatışmalarda bulunuyorlardı. TKP’nin farklı örgütlenmelerinde görev alan ordu kökenli komünistler asker kimlikleriyle de cephede savaşıyorlardı. Suphi’lerle Karadeniz’de katledilen İsmail Hakkı’nın kurduğu Gönüllü Halk Alayı bunların bilinen örneklerdendir mesela. 2) Doğrudan TKP’nin etkisiyle değil de Ekim Devrimi’nin ya da Bolşeviklerin etkisiyle yürütülen faaliyetler. Bolşevizmin o dönem politikacılar ve askerler arasında prestijinin yüksek olduğu bilinir. Bunun bir politik-ideolojik bağlılıktan öte bir tür pragmatizm olduğu da saklı değildir. Bununla birlikte Kuvayi Seyyare-Yeşil Ordu gibi Bolşeviklerden ve kurdukları yeni düzenden gerçekten etkilenen ve dolayısıyla Ankara’daki siyasi iradenin kontrol edemediği önemli örnekler de ortaya çıkmıştır. 3) Bolşeviklerle Ankara hükümeti arasındaki ilişkiler, ki bu ilişkilerde TKP’nin/Türkiyeli komünistlerin etkisinin neredeyse hiç olmadığını söylemek yanlış olmaz.
Suphiler’in dönüş kararı aldığı bu tabloda kritik nokta Anadolu’daki net bir önderliği ve şekli olmayan Bolşevik etkisinin Suphiler’in varlığında nereye doğru evrileceğidir. Mustafa Suphi’nin dönüş kararı öncesinde hem Bolşevik Parti üzerinden hem de doğrudan Mustafa Kemal’e mektup yazarak sağlamaya çalıştığı TKP’nin yasal çalışma olanaklarına sahip olması çabası bu açıdan önemli bir veridir. Suphi dönüşlerinin hoş karşılanmayacağının farkındadır, ama bir komünist partinin asıl görevinin kendi ülkesinde mücadele etmek olduğunun da bilincindedir. Ankara hükümetinin dönüş meselesine bakışı açıktır. Mesela, Mustafa Suphi’lerin Anadolu’daki kurtuluş savaşına katılmak üzere esir Türklerden oluşturdukları “Türk Kızıl Alayı” (11.Ordu Komutanlığı’na bağlı Birinci Nişancı Alayı) Ankara Hükümeti’nin Moskova temsilcisi İbrahim Tali tarafından “bize asker değil, silah ve cephane lazım” sözleriyle reddedilir. Buna rağmen dönüş kararı hayata geçirilir ve sonucu Suphiler’in katledilmesi olur. Suphiler’in katledilmesi TKP’nin Türkiye’deki varlığının nasıl karşılanacağının ve dolayısıyla Ankara Hükümeti’nin sınıfsal pozisyonunun iyice netleşmesi anlamına gelmiştir.
Bolşeviklerin yardımları…
Son olarak, TKP dışında Bolşeviklerin Türkiye’deki ulusal kurtuluş mücadelesine katkılarıyla ilgili birkaç bilgi verelim. Bolşevikler Ankara Hükümeti ile diplomatik bir ilişkiyi hızlıca kurdular ve kesintiye uğratmadan devam ettirdiler. Savaş döneminde kurulan bu ilişki sonraki yıllarda da çeşitli ekonomik ve dostluk anlaşmalarıyla devam etti zaten. Kurtuluş Savaşı’nda kurulan ilişkiler ve bu ilişkiler sonucunda yapılan yardımlarsa yeni kurulan sosyalist ülkenin savaşın kazanılmasındaki rolünün büyüklüğünü gösterir. Stefanos Yerasimos 1920-22 arası Sovyetler’in yaptığı yardımları şu şekilde aktarıyor:
“Toplam para yardımı o dönemin kağıt Türk Lirası hesabı ile 8o milyon civarındadır. Oysa Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1920 bütçesinin toplamı 63.018.354 TL., 1921 bütçesinin toplamı ise 79.160.058 TL.’dir. Bu toplam giderler içinde ise Milli Savunma bütçesi 1920 yılında 27.576.039 TL., 1921 yılında 54.160.058 TL. kadardır. Yani iki yıldan daha az bir zaman içinde verilen Rus para yardımı Ankara Hükümeti’nin bir yıllık bütçesinden fazla, 1920 ve 1921 yılları için Meclisce onaylanan Milli Savunma giderlerinin toplamı kadardır.
Silah yardımına gelince, Rusya’dan alınan piyade tüfekleri “Milli Mücadele” boyunca sağlanan tüm tüfeklerin dörtte birini aşar. Ancak Sakarya savaşının başladığı gün 23 Ağustos 1921’de bu savaşa katılan Türk gücünün silah mevcudu 54.572 tüfek idi. 28 Temmuz 1921 tarihine kadar ise Rusya’dan teslim alınan ve Anadolu’ya taşınmış olan tüfek sayısı 30.083’tür, yani Sakarya’daki tüfek gücünün yarısından fazlası. Aynı şekilde Sakarya savaşı başlarken Batı Cephesi birliklerinde 9 milyona yakın piyade mermisi bulunuyordu. Savaş boyunca, yapılan hesaplara göre ıo milyona yakın mermi tüketilmiştir. Oysa 28 Temmuz’a kadar Rusya’dan alınan piyade mermisi sayısı 300 milyonu aşıyordu. Tüm “Milli Mücadele” dönemi içinde ise sağlanan piyade mermisinin yarısından fazlası Rus yardımı olarak alınmıştır. Daha ağır silahlara gelince, makineli tüfeklerin dörtte biri, topların üçte biri Rusya’dan gelmiştir.”