Liberalizm ve milliyetçilik sarkacında salınımlar: Liberaller nereye Kürt siyaseti oraya
06-12-2020 08:57AKP iktidarı döneminde Kürt siyasi hareketinin temel yönelimi “liberaller nereye biz oraya” şeklinde vuku bulmuştur. Liberaller AKP ile ittifak yaparken alınan pozisyon da, bugün AKP’ye karşı durup sermaye iktidarına onay verilmesi de aynı arayışın sonucudur.
Neşe Deniz Babacan
Kürt siyasi hareketinin salınımlarını bazen anlamak oldukça güç bir hal alabiliyor. Bu bağlamda liberalizm ve milliyetçiliğin iki ana parametre olarak ortaya konularak, bunları salınımların oluştuğu zeminin köşe taşları olarak nitelemek doğru olacaktır.
Hatta bir adım daha ileriye giderek Kürt siyasi hareketinin liberal ve ulusalcı bir sentez formasyonuna geçiş yaptığını iddia etmek çok da yanlış olmayacaktır. Bu değerlendirmenin abartı sayılması ise abestir. Son tahlilde liberalizm ve ulusalcılık kimi zaman düşman kardeşler, kimi zamansa birbirini tamamlayan iki öğe olarak görülmelidir.
Burjuva devrimleri ile birlikte ortaya çıkan ulus kimliği çevresinde birleşme ve ulusallık olgusunun 20. yüzyıla devrettiği en temel öğenin ulusal kurtuluş mücadeleleri olması ise şaşırtıcı değildir. Ancak burada altı çizilmesi gereken nokta, ulusal kurtuluş mücadeleleri ile sosyalist devrimler arasındaki ilişkidir. Dolayısıyla daha önceki dönemlerin tersine 1900 yıllarda ulusal mücadeleler, bir yanıyla anti-emperyalist kurtuluş mücadeleleriyle ya da daha ileri bir faza geçerek işçi sınıfı iktidarları ile taçlanarak anlam kazanmıştır. Sovyetler Birliği çözüldükten sonra ortaya çıkan karşı devrim döneminde ise ulusal mücadelelerin emperyalizmin yörüngesine girdiği açık bir gerçek olarak karşımızdadır. Bunun beraberinde bir burjuva kavramı olan ulusalcılık ile ulusal kurtuluş mücadeleleri ve anti-emperyalizm arasındaki ince çizgiyi de özellikle günümüzde görmek gerekmektedir.
Liberalizm ise kapitalist iktisadın temelin oluşturan olgu olmanın ötesinde, burjuva ideolojisinin ve siyasetinin en önemli bileşenidir. Özellikle son kırk yılda liberalizmin ekonomi-politik yaklaşımı olan neo-liberalizm ile dünya üzerinde sosyalizmin geri çekilişinin paralelliğini görmezden gelmek mümkün değildir. Ulusallığın ve “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı”nın emperyalizmin tam boy tahakkümüne girdiği bir dönemde, liberalizmin küreselleşme üzerinden yeniden çıkış denemesi yapması ise tesadüf değildir. Bu bağlamda Sovyetler Birliği sonrasında ulusal hareketler liberalizm ile yeniden bir sentezlenmeye girmiştir denilirse yanlış olmayacaktır. Kürt siyasi hareketinin son otuz yıllık dönemi ise bu pencereden ele alınarak okunmalıdır.
Sentezin birinci halkası: Avrupa Birlikçilik ve Demokratik Cumhuriyet
Kürt siyasi hareketinde 1990’lı yıllarda ön plana geçen Avrupa Birlikçiliğin liberalizmle olan sentezlenmenin önemli bir ayağını oluşturduğunu, bölgesel güçler arasına oynama stratejisinin dünya üzerinde büyük güçlere oynama seviyesine çıkartıldığını görmekteyiz. Küreselleşme ideolojisinin yükselişe geçmesi ve 1990’lı yıllarda emperyalizmin tüm dünyaya aç kurtlar gibi saldırmaya başlamasının Kürt hareketindeki yansıması “bu dönemden istifade etmek lazım” şeklinde karşılık bulmuştur. Emperyalizm cenahından kimlik siyaseti ve etnik siyaset yükseltildikçe, mikro milliyetçilikler pompalandıkça, Kürt hareketi açısından ulusal demokratik haklara endeksli bir “demokrasi mücadelesi” çizgisi baskın hale gelmiştir. Bu sürecin zirveye çıkış noktası ise 1999 yılı itibariyle gündeme getirilen “Demokratik Cumhuriyet” açılımı olmuştur. Bu açılım bir yanıyla stratejik bir dönüşüm olmakla birlikte gündelik siyasette taktik yönleri ön plana çıkartılmıştır. Ancak bu açılım sürecinin Kürt siyasetinde liberalizm ile harmanlanma açısından önemli bir dönüm noktası olduğunun altının kalınca çizilmesi gerekmektedir. Buradaki Avrupa Birlikçilik ise neo-liberal dalganın “Türkiye’nin demokratikleştirilmesi” argümanı ile birlikte ülkemize giriş yapması ile ilgili görülmelidir. Dolayısıyla ulusal-demokratik haklar mücadelesi bu bağlamda emperyalizmin yönelimleri ile birlikte vücut bulmuş, Kürt hareketi de bu yola girmiştir. Buradaki nesnel yanlardan bir tanesi ise 12 Eylül sonrasında Avrupa’ya geçiş yapan Kürt siyasetçilerinin hareketin Avrupa kanadını oluşturmaya başlamalarıdır. Bu kanat Avrupa Birliği’nin siyasi değerlerini ve yönelimlerini iyi bir şekilde içselleştirmiş ve çıkışı da her zaman burada aramayı tercih etmiştir.
Sentezin ikinci halkası: Ortadoğu’ya emperyalist müdahale ve Amerikancılık
2000’li yılların başında emperyalizmin Ortadoğu’ya dönük müdahaleleri ile açılan perde henüz kapanmadı. Burada Kürt siyasi hareketinin almış olduğu pozisyonu belirleyen temel olgu Ortadoğu’da sınırların yeniden çizilecek olması ve buradan çıkartılan devletleşme arayışıdır. Bu perdenin birinci halkasında Irak işgaline açık (Barzani) ya da örtülü (PKK) destek yer alırken, Irak’ın parçalanması ile birlikte ortaya çıkan bölgesel yönetim devletleşmenin ilk adımı olarak görülmüştü. Buranın devamında türeyen “Demokratik Konfederalizm” ve “Demokratik Özerklik” açılımlarının da post Marksist liberal tezlerle mesafesinin neredeyse sıfır olduğunun altının çizilmesi gerekir.
Emperyalizm işbirlikçiliği ya da özelde Amerikancılığın daha açık ve somut bir şekilde ete kemiğe büründüğü uğrağın Suriye gündemi olması ise sürecin doğası gereği gelişmiştir. Suriye gündeminde sol liberalizmin temel yaklaşımının “gericiliğe karşı mücadele adına emperyalizm lehine pozisyon almak caizdir” olması ve Kürt hareketinin tam da böylesi bir pozisyona yerleşmesi şaşırtıcı olmamıştır. İşin içerisine bölgesel yönetim, özerklik, statü mücadelesi ve kurtarılmış bölgeler stratejisi de girince Kürt ulusalcılığının kendine anarko-ekolojist Murray Bookchin’in komünalizm olarak çizdiği çerçeveyi kutup yıldızı olarak belirlemesi genel itibariyle emperyalizmin yönelimleri ile de uyumlu bir anlam taşımaktadır.
Sentezin üçüncü halkası: Türkiye’de İkinci Cumhuriyet’e eklemlenme
Kürt hareketinin ülkemizdeki son yirmi yıllık yönelimi ya da AKP iktidarı dönemindeki konumlanışı doğrudan Türkiye kapitalizmine ve onun politik-ideolojik çerçevesine eklemlenmenin tarihi olarak okunmalıdır.
Nasıl ki Türkiye kapitalizmi dünya emperyalist-kapitalist sistemine rağmen ya da ona karşı bir pozisyonda durmuyorsa, yukarıda bahsettiğimiz tarihsel kesitleri geçiren Kürt hareketi de uyumlu bir süreç geçirmiştir diyebiliriz. Bu yaklaşımı açmak için şu noktalara vurgu yapılması gerekmektedir.
- Silahlı ya da Türkiye’de legal siyaset yapan kanatların hepsini kapsayacak şekilde Kürt siyasi hareketinin son yirmi yıllık pratiği kendine Türkiye kapitalizmi içerisinde yer bulmak üzerine kuruludur.
- Tüm çözüm ve çatışma süreçleri diyalektik bir bütünlük içerisine ele alınmalıdır. Bunun arka planında ise liberalizm ile Kürt ulusalcılığının sentezinin geliştiğini görmek gerekmektedir.
- Bu açıdan Kürt hareketinin silahlı mücadeleyi ve eylemleri yükselttiği dönemlerde daha “devrimci” bir çizgiye geldiğini, sermaye iktidarı ile masaya oturduğu zamanlarda ise taktik yapıldığını iddia eden anlayış yanlışlığının ortaya konulması gerekmektedir.
- Gelinen noktada Kürt emekçilerinin ve Kürt siyasetinin İkinci Cumhuriyet’e eklemlenmesi meselesinde oldukça ilerlenmiş olup, bugün örneğin HDP’nin düzen muhalefetinin bir bileşeni haline gelmiştir.
- Özellikle AKP iktidarı döneminde Kürt siyasetinin en temel pratiği “liberaller nereye biz oraya” şeklinde vuku bulmuştur. “1923 Cumhuriyeti ve Kemalizm karşıtlığı” üzerinden AKP’nin liberaller ile yaptığı ittifak ülkemizde önemli bir dönüşüm anlamına gelmiş, Türkiye’de tam boy gerici, piyasacı ve işbirlikçi bir rejime geçişin adımları atılmıştı. Bu ittifaka dışarıdan desteğin Kürt hareketinden gelmesi ise şaşırtıcı olmamıştır.
- Rüzgar başka yöne dönüp liberaller AKP ile husumetli hale geldiğinde ise bu sefer Kürt siyaseti yukarıda bahsettiğimiz gibi düzen muhalefetinin bir unsuruna dönüşmüştür. Sermaye diktatörlüğü ve emperyalizm ile sorunu bulunmayan, çeşit çeşit İslâmcıların ve faşistlerin de içinde bulunduğu bir “demokrasi ittifakı”nın etnik rengi olarak bugün HDP’nin lanse edilmesinde liberallerin payı olmadığını düşünmek mümkün mü?
- Dolayısıyla Kürt ulusalcılığının bugün ülkemizde liberalizmin tamamen kucağına düşmüş bir durumda olduğunu söylemek önem taşımaktadır. Bununla birlikte elbette siyasette uç noktalar elbette bulunuyor. Dolayısıyla Kürt siyaseti tam da bu nedenle liberalizm ve ulusalcılık arasında gidip gidip gelirken bir yandan da kimlik bunalımı yaşamaya çok devam edecek gibi görünüyor. Buna örnek olarak, Selahattin Demirtaş’ın ve HDP’nin aslında başkanlık rejimine karşı olmadıklarını söyleyip sonrasında “Seni başkan yaptırmayacağız” denmesini vermek mümkün.
Sonuç olarak, bugün Kürt emekçilerinin çıkarlarının Kürt siyasi hareketi tarafından ne kadar temsil edildiğinin sorgulanması gereken bir evreden geçtiğimizi ifade etmek doğru bir yaklaşım olacaktır.
Kürt siyaseti bugün Türkiye’de bugün düzen güçleri arasında dans ederken daha fazla onlara benzeyen bir pozisyona adım adım yaklaşıyor, Kürt emekçi ve yoksullarının kapitalizme karşı çıkarlarını temsil etmeyen bir noktaya geliyor. HDP’nin dönem dönem TÜSİAD ile yaptığı görüşmeler “Türkiye demokrasisinin” ne kadar gelişmiş olduğunu göstermek dışında başka anlamlar da taşıdığını görmek çok zor olmasa gerek.
Aynı şekilde Kürt siyaseti ile emperyalizm arasındaki ilişkiler daha köklü hale geldikçe “Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkının” adresinde kimin olduğu bellidir. Amerika’nın çıkarları adına atılan tüm adımlarda Kürtlerin müttefik olarak yer alması da, “ulusal kurtuluş” dışında başka anlam taşıyor. Aynı şekilde bunu da görmemek mümkün değil.
Kürt emekçilerinin ulusal demokratik haklarının mücadelesi ile kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadele, sınıf temelinde bir yan yana geliş ile mümkündür. Geçmişte Türkiye kapitalizmine karşı önemli bir dinamik olarak yer alan Kürt emekçileri, aynı misyonu ve hedefi bugün de kazanabilir ve Türk emekçileri birlikte aynı yolda patronların iktidarına ve emperyalizme karşı birlikte mücadele verebilirler.
Ancak bunun için yeni bir sentez gerektiği ise açıktır. Kürt ulusalcılığı ile liberalizmin sentezi yerine, Kürt emekçilerinin sosyalist siyaset ve ideoloji ile yeniden sentezlenmesi mutlak bir zorunluluktur.