ÖDP: Solda ikinci likidasyon adresi ya da dalgayı beklerken erimek
16-02-2020 09:26ÖDP’nin iki yıla yakın süren dağılma-çözülme döneminin ardından Dev-Yol geleneğinin arta kalan kadrolarının taşıdığı ÖDP’nin, son kongresinde Sol Parti adını alma kararı verene kadar geçen süre başka bir bağlamda değerlendirilmeyi hak ediyor elbette.
Hasan Alioğlu
Türkiye’de sol sosyalist hareketin tarihinde önemli kırılma ve evrilme uğrakları yazılırken köşe taşı olarak iki olaya sıklıkla atıf yapılır. Bunlardan birincisi, 12 Eylül faşist askeri darbesi; ikincisi, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılması. Her iki olay ve sonrasında yaşanan süreçler toplumun sosyo-ekonomik politik yapısının bütününü şiddetle sarsmış olduğunun söylemeliyiz. Yarattıkları ana sarsıntının ve artçı sarsıntıların örgütlü siyaset alanını da örgüt-siyaset-ideoloji saç ayaklarında dağılmaya ve “yeni” aranışlara yol açmaması ise imkansızdı.
Sol-sosyalist hareketin tüm parçaları da pek tabi ve haklı olarak bu üçlü saç ayağı üzerinde nerede hata yaptıklarını ve bundan sonraki zamanda neyi yapmaları gerektiği konusunda sorgulamaya ve aranışa gittiler.
Bu sorgulama ve aranış dönemi temel olarak ikili uçlar üzerinde yürümüştür. Genel hatlarıyla siyaset ayağında, birincisi, süreklilik kopuş diyalektiğinde bu topraklardaki sosyalizm mücadelesinin Kemalizm’den kopuşu gerçekleştirmesi tezi ile Kemalizm ve onun doğrudan temsilcisi olan “ceberut devlet” ile hesaplaşılması tezi (bu yaklaşımın daha sonraki yakın dönemde “asker vesayeti” tezi ile liberal paydaşlığı dikkat çekicidir); ikincisi, ilkiyle de ilişkili yanları da barındırarak, Kürt ulusal mücadelesine “Ulusların Kendi Kaderlerini Tayini” (UKKTH) sorunsalına mutlak bir ilkesellik atfederek bu mücadelenin nasıl ve ne biçimde desteklenebileceği ile UKKTH sorunsalına ilkesellik atfetmeden verili nesnel durum üzerinden bu mücadelenin işçi sınıfı mücadelesi ve çıkarları açısından işlevselliğine bakılarak değerlendirebileceği görüşleri; üçüncüsü, işçi sınıfının niceliksel ve niteliksel dönüşümü, devrimci rolü gerek birinci gerekse de ikinci ana başlıklar ile bağlamlanarak tartışılmıştır. Haliyle buralardan da ideolojik tartışma başlıkları ve sonuçlarına varılmıştır.
İdeoloji ayağında ise, Kemalizm’den kopuş her türlü demokratik devrim aranışçılığını iteleyip sosyalist devrimci hattın belirginleştirilmesini ve buna eşlik eden sosyalist iktidar hedefi ve vurgusunu öncelerken, Kemalizm’le hesaplaşma, sivil toplumu ceberut devletin hegemonyasından çıkarmaya ve sivil toplum hareketleriyle birlikte devleti kuşatarak tamamlanmamış demokratik devrimin tamamlanma misyonuna yeni söylem ve araçlar katarak sivil toplum eliyle toplumsal devrimi önceleyen bir almaşığa varılmıştır (bu almaşıktaki “yeni sol” söylemlerin etkisinin izleri açıkça görülebilmektedir). Siyaset ayağındaki tartışmalarla ve sivil toplum-devlet-demokrasi tartışmalarına içkin biçimde, değişen işçi sınıfının devrimci rolü sivil toplum hareketlerinin diğer katman ve bileşenlerine eşitlenerek sınıftan kaçılmıştır.
Bir kez bunlar tartışılmaya başlanınca örgütsel ayak üzerine ise, örgüt kavramının ne olduğu nasıl olacağı, örgütün sınıf bağı mı yoksa bağını mı öncelemesi gerektiği, bu bağlamda öncü parti anlayışının reddi mi yoksa yeniden üretimi mi, partinin ne olduğu ve nasıl olacağı üzerinden aranış ve sorgulamalar devam etmiştir.
Kabul etmek gerekir ki sol-sosyalist entelijansiya için aslında dönemin tartışmaları bugüne oranla hem çok daha heyecan verici, dinamik ve üretken bir ortam sunmuştur.
Bu tartışmalar dönemin siyasi ekonomik fırtınası, toz ve dumanı içinde somut bir platforma taşınarak sonraları Kuruçeşme toplantıları olarak anılacak olan alana taşınmış ve neredeyse tüm sol-sosyalist çevre, örgüt ve aydının katılımıyla devam etmiştir. Bu etapta bu tartışmaların oturduğu ana düzlem yaşanan yıkımın tozlarının sol düşüncenin üzerinden atmak ve “halkla”, “kitleyle”, “sınıfla” buluşmak için sol bir yükselişe, sol bir dalgaya ihtiyaç olduğu kabulünden hareketle birleşik bir sol -sosyalist partinin kurulması fikriydi.
Bu sürecin dolaylı sonuçlarından biri olarak işçi sınıfının devrimci rolünde, sosyalist devrim tezinde, öncü örgüt anlayışında ısrar eden Gelenek dergisi çevresi bazı sosyalist aydınların da katılımıyla Sosyalist Türkiye Partisi (STP) adıyla Marksist-Leninist bir parti örgütü kurması olurken; bir diğer dolaylı sonuç ise Kuruçeşme’de devrimci-yol çevresinin bir kısmının konsolide olarak Geleceği Birlikte Kuralım (GBK) adıyla bir platform halinde davranarak birleşik bir kitlesel sol parti aranışını devam ettirmesi, öte yandan dört faklı çevre ve örgütün bir araya gelmesi ile Birleşik Sosyalist Parti (BSP) adıyla bir başka partinin ortaya çıkması olmuştur.
En nihayetin de yine dolaylı sonuçlardan biri olarak değerlendirirsek, GBK, BSP ve kimi lberal -sol ve sosyalist aydınların, başka bazı çevrelerin katılımıyla Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin yakın dönem siyaset sahnesinde görülmesidir. ÖDP, Türkiye devrimci-sol-sosyalist hareketin 70’li ve 80’li yıllardaki değerli kadro birikiminin ağırlıklı bir toplamını birlik çatısı altında toplayabilmişti.
ÖDP’nin ilk evresi olarak da anabileceğimiz Ufuk Uras’ın genel başkanlığında geçen (2009 yılına kadar genel başkandır) geçen ilk dönemde (1996-2001) az önce bahsedilen tartışmaların sürekli tekrarlandığı, tüm eğilim ve farklılıkların görüldüğü kaotik bir tartışma ortamının egemen olduğunu söyleyebiliriz. Fakat başat eğilim GBK süreciyle ÖDP içerisinde yer alan dev-yol çevresi (Yeniden Dergisi etrafına toplanan) ile liberallerin (parti dışından Birikim dergisinden feyz alan) ittifakının çizmiş olduğu siyasi-ideolojik anlayış egemen olmuştur. Bu ittifakın parti içindeki grup-platform adı ise oldukça manidardı: Özgürlükçü Sosyalizm platformu.
Bu yaklaşımın ana söylem ve kavram kümesini ise yeni toplumsal hareketler, sivil toplum, çoğulculuk, çok kimliklilik, kimliklere saygı, özgürlükçü sosyalizm, güleryüzlü sosyalizm, pozitif ayrımcılık, “sosyalist demokrasi”, ademi merkeziyetçilik, yerelleşme, yerinde yönetim, “radikal demokrasi”, “aşkın ve devrimin partisi olmak”, parti gibi parti olmamak, hemen şimdi(cilik) (özgürlük hemen şimdi, devrim hemen şimdi), “emeğe saygı”, projecilik, bağımsız gençlik örgütlenmesi vb,.. doldurmuştur. Bu söylem ve kavram kümesi ise ülkenin içinden geçtiği siyasal süreçlerde alınan tavırlara yansıması ise, örneğin Avrupa birliği tartışmalarında “emeğin Avrupa’sına evet”, 28 şubat süreci içinde “ne şeriat ne darbe”, Susurluk kazasıyla birlikte ortaya saçılan devlet-mafya-gladio ilişkisi karşısında “bu pisliği halk süpürecek”, vb,.. olmuştur.
Yaygın bir il-ilçe “örgütü”ne, hatırı sayılır bir sayıda “üye”ye, zamanın tüm üniversitelerinde “genç üye”lere ya da “bağımsız gençliğe”, yelpazesinde bulundurduğu aydın – liberal profiliyle önemlice bir medya olanağına, “kadro” profilinin çeşitliliği vesilesiyle özellikle başta KESK olmak üzere önemlice sendika – meslek odası desteğine sahip konuma gelen ÖDP, tüm bu olanaklarına rağmen, örgütsüzlüğü, partiden çok sivil toplum kuruluşları üst platformu görüntüsü, tercihli ideolojik savrulması ile ilk döneminde yaşadığı ilk genel seçim sonuçlarıyla birlikte bir sol birlik “projesi” olarak çöküşünün ilk önemli sinyallerini vermiştir. Keza seçimlere bakışı da parlamenter reformist çizgiyi aşamamış, döneminde almış olduğu yüksek oy oranını (%0,8 oran 250 bin oy) bu bakışla değerlendirmeye tabi tutmuş, parti içi yeni tartışmalar alevlenmiştir. Öte yandan aynı yıl içinde Öcalan’ın Kenya’da yakalanmasının etkisiyle Kürt sorunu daha başka boyutlar kazanarak gruplar arası gerilimin daha da artmasına yol açmış, tüm bileşenler arasındaki siyasal-ideolojik farklar “birlik projesi” daha fazla taşınamaz hale gelmiştir.
Sonuçta, sol bir dalganın yükselişi beklentisi örgütsüz, yönsüz, öncüsüz ve ideolojik savurganlık içinde boşa düşmüş. Düzen içi gerilimler de biriken toplumsal öfke ise Kemal Derviş ekonomi-politikaları ve sermayenin-emperyalizmin AKP projesi ile sistem içi yeni çözümlere doğru akıtılmaya başlanmıştı.
Geriye ÖDP’nin ilk döneminden ortaya çıkan yeni parti örgütlenmeleri – bu partiler Kürt siyaseti etrafında kümeleneceklerdi ilerde-, dönemin politik aurasında mücadele aracı olarak ÖDP’yi seçmiş ama projenin iflasıyla birlikte “örgütsüz” kalmış ve sistem içine savrulmuş bir yığın sosyalizan, devrimci, muhalif genç ve gençlik dinamiği, son nefesini de ÖDP’de tüketmiş genç ve orta yaş kadrolar, Kürt siyaseti eline teslim edilmiş KESK, sendikal bürokrasiden kurtarılamamış ve CHP’ye yedeklendirilmiş sendika ve odalar… “umut”lar yerle yeksan edilirken, Birikim biriktirmeye devam ediyordu…
ÖDP’nin iki yıla yakın süren dağılma-çözülme döneminin ardından Dev-Yol geleneğinin arta kalan kadrolarının taşıdığı ÖDP’nin, son kongresinde Sol Parti adını alma kararı verene kadar geçen süre başka bir bağlamda değerlendirilmeyi hak ediyor elbette.
Fakat, ilk dönemi de (96-2001) geride kalan 100 yıllık Türkiye devrimci, sosyalist hareketinin yaşadığı son büyük likidasyon olarak anılmayı da hak ediliyor.