Seçim sistemi arayışları: Daraldıkça azalan adalet
02-08-2020 23:58Bu basit senaryolar seçim sistemi arayışlarının bir demokratikleşme ihtimalinden daha çok değiştirmek ister gibi gözüktüğü temsil sorununu daha da derinleştirecek ve ülkeyi iki partili bir sisteme kilitleyecek bir dayatma olarak ortaya çıkıyor.
Zafer Aksel Çekiç
Türkiye’de seçimler konuşulurken temsilde adaletsizliğe neden oluyor diye herkesin ilk söylediği seçim barajının kaldırılması olur. Tüm siyasi partiler iktidara gelmeden, iktidara geldiklerinde ve iktidardan indiklerinde en çok seçim barajının kaldırılacağı vaadini tekrarlar. Ancak iş yasa yapmaya geldiğinde 40 yıla yakındır hep aynı şekilde sıranın gelmediğini görürüz.
Son olarak erken seçim tartışmaları ile birlikte seçim sisteminde yapılan değişikliklerin bir yıl sonra yürürlüğe girmesi nedeniyle gündeme gelirken CHP kurultayında da Kemal Kılıçdaroğlu kürsüden yine benzer vaatleri sıraladı. AKP’nin de dönem dönem gündeme getirdiği bu başlıktaki önerilerinin ise “temsilde adalet”i sağlamaktan ziyade pek işlevi kalmayan Meclis’te sandalye sayısını arttırmaya yönelik olduğu ve ittifak zorunluluğundan bütünüyle olmasa kurtulamasa bile en azından daha yüksek bir pazarlık gücüyle hareket etmek istediği görülüyor.
Sermaye düzeninden adalet çıkmıyor
Türkiye’de seçim sistemlerindeki iki köklü değişiklik milletvekili belirleme yöntemi ve baraj uygulamalarına yönelik olarak 1965 seçimlerindeki milli bakiye sisteminin Türkiye İşçi Partisi’ni meclise taşıması nedeniyle kaldırılması ve 12 Eylül askeri darbesi sonrasında getirilen %10 oranındaki ülke ve seçim çevresi barajları oldu.
Yarım yüzyılı aşan süreçte Türkiye sermaye sınıfı açısından “istikrar” hep adil bir temsil yönteminden öncelikli geldiği için gerçekten temsil adaleti sağlayacak bir sistem gündeme dahi gelmiyor. Tüm bu değişiklikler içinde kaldırılan tek hüküm 12 Eylül darbesinin savunulması daha zor olan bölge barajı uygulaması oldu.
Son dönemlerde ise yerel yönetimlere yönelik AKP müdahaleleri arasında büyükşehir belediye meclislerinin ilçelerden gelen “delege” üyelerinin nüfusa göre nispi olarak belirlenmesi yerine tüm ilçelere belirli bir sayıda üyeliğin eşit şekilde verilip nüfusa göre belirlenen aralıktaki ek üyeliklerin verilmesi yer aldı. AKP’nin buradaki hesabı kazanamadığı büyükşehir belediye başkanlıklarını meclisler üzerinden kilitleyip ele geçirmekti. Bugüne kadar fazla başarılı olmasa da son yerel seçimlerin ardından İstanbul ve Ankara’da belediye meclisi çoğunluklarının AKP’de kalmasını sağlayan temel faktör bu oldu.
Görüldüğü üzere bugüne kadar Türkiye’de seçim sistemleri ne milletvekilliği belirleme yöntemleri açısından ne milletvekilliği kazanma koşulları açısından hiç bir zaman demokratik ve adil bir yönelim göstermiyor. Sermaye düzeninin çıkarlarını hayata geçirecek güçlü hükümetler kurulması, seçimlerin bu doğrultuda şekillendirilerek düzen siyasetinin güçlü kılınması esas alınıyor.
12 Eylül’den sonra bir kez daha daraltılmış seçim çevreleri
AKP’nin barajı indirme veya kaldırma önerileri ile birlikte ileri sürdüğü daraltılmış bölge veya dar bölge uygulaması Türkiye’de daha önce 12 Eylül rejiminin seçim tercihi olarak uygulanmıştı. 1983 seçimlerinde her seçim çevresi en fazla 7 milletvekili çıkaracak şekilde düzenlenmişti. Daha sonra 1987 seçimlerinde ANAP ve Turgut Özal bu sayıyı 6’ya çekip üstüne en fazla oy alan partiye ekstra bir milletvekilliği verilecek şekilde düzenleme yapmıştı.
12 Eylül’ün çocuğu olduğunu her fırsatta gösteren AKP’nin bu başlıkta da Türkiye’de sadece iki seçimde kullanılmış bu yöntemleri, bir yandan yasal seçim barajını kaldırıp veya azaltıp demokrasi şampiyonluğu oynarken diğer yandan çok daha ağır ve görünmez bir doğal seçim barajı ile esasında iki partili bir sisteme doğru ittirdiğini görmek gerekiyor.
Daraltılmış veya dar bölge seçim çevreleri ikiden fazla partinin var olmasını yapısal olarak engelleyen, öncelikle o seçim çevresinde en çok oyu alan partiye ve onun dışında da ancak bir ölçüde ikinci sırada oy alan partiye yarar sağlayan ve diğer partilerin temsil potansiyelini önemli ölçüde azaltan bir matematik ortaya çıkartıyor. Türkiye açısından bakınca hemen her seçim çevresinde ilk iki sırayı AKP ve CHP’nin paylaştığı ve AKP’nin pek çok ilde ilk sırada yer aldığı düşünüldüğünde bu iki parti dışındaki partilerin temsil hakkı elde etmesinin doğal olarak imkansızlaşacağı bir tablo ortaya çıkacak.
Daraltılmış veya dar ne demek?
Basit bir örnekle hareket edecek olursak, 6 milletvekili çıkartan bir seçim çevresi (Türkiye’de birkaç istisna dışında her il bir seçim çevresi oluşturur) düşünelim. Bu seçim çevresi veya ilin 6 da ilçesi olsun. Her ilçede 150 bin oy kullanılırken bu oyların aşağıdaki tablodaki gibi her ilçede her partiye aynı sayıda çıktığını varsayalım.
İLÇELER | A PARTİSİ | B PARTİSİ | C PARTİSİ | D PARTİSİ | E PARTİSİ |
1 | 50.000 | 40.000 | 30.000 | 20.000 | 10.000 |
2 | 50.000 | 40.000 | 30.000 | 20.000 | 10.000 |
3 | 50.000 | 40.000 | 30.000 | 20.000 | 10.000 |
4 | 50.000 | 40.000 | 30.000 | 20.000 | 10.000 |
5 | 50.000 | 40.000 | 30.000 | 20.000 | 10.000 |
6 | 50.000 | 40.000 | 30.000 | 20.000 | 10.000 |
Bugün kullanılan seçim sistemindeki gibi D’Hondt sistemine göre her partinin aldığı oylar sırayla o seçim çevresinden çıkan milletvekili sayısına kadar ayrı ayrı bölünüp en yüksek sayılar seçiliyor. Bu sayede her partinin kazandığı milletvekilliklerini bulabiliyoruz.
A PARTİSİ | B PARTİSİ | C PARTİSİ | D PARTİSİ | E PARTİSİ | |
1 | 300.000 | 240.000 | 180.000 | 120.000 | 60.000 |
2 | 150.000 | 120.000 | 90.000 | 60.000 | 30.000 |
3 | 100.000 | 80.000 | 60.000 | 40.000 | 20.000 |
4 | 75.000 | 90.000 | 45.000 | 30.000 | 15.000 |
5 | 60.000 | 48.000 | 36.000 | 24.000 | 12.000 |
6 | 50.000 | 40.000 | 30.000 | 20.000 | 10.000 |
Tablodan da görülebileceği üzere örneğimizde A ve B partileri 2’şer milletvekilliği kazanırken C ve D partileri ise 1’er milletvekilliği kazanıyor. Bu tabloda E partisinin milletvekilliği için toplam oyunu 60 binden fazla arttırması gerekiyor.
Şimdi bu 6 milletvekili seçilen 6 ilçeli seçim bölgesinin 2’şer milletvekili çıkartan 3 “daraltılmış bölge”ye bölündüğünü varsayalım.
A PARTİSİ | B PARTİSİ | C PARTİSİ | D PARTİSİ | E PARTİSİ | |
(1+2) 1 | 100.000 | 80.000 | 60.000 | 40.000 | 20.000 |
(1+2) 2 | 50.000 | 40.000 | 30.000 | 20.000 | 10.000 |
(3+4) 1 | 100.000 | 80.000 | 60.000 | 40.000 | 20.000 |
(3+4) 2 | 50.000 | 40.000 | 30.000 | 20.000 | 10.000 |
(5+6) 1 | 100.000 | 80.000 | 60.000 | 40.000 | 20.000 |
(5+6) 2 | 50.000 | 40.000 | 30.000 | 20.000 | 10.000 |
Görüldüğü üzere C ve D partilerinin kazandığı milletvekillikleri en çok oyu alan iki parti tarafından ele geçirilmiş oluyor. Böylece A partisine oy verenler kadar olan ve toplam oyun üçte birini alan iki partiye oy verenler temsil edilmemiş oluyorlar. Bu tabloda E partisinin milletvekilliği için oyunu herhangi bir seçim çevresinde 60 binden fazla arttırması gerekiyor. İlçe başına 10 bin olan ortalama oy ihtiyacı 30 bine çıkmış oluyor.
Her ilçenin tek bir milletvekili çıkardığı “dar bölge”ye geldiğimizde ise karşımıza aşağıdaki tablo çıkıyor.
A PARTİSİ | B PARTİSİ | C PARTİSİ | D PARTİSİ | E PARTİSİ | |
(1) 1 | 50.000 | 40.000 | 30.000 | 20.000 | 10.000 |
(2) 1 | 50.000 | 40.000 | 30.000 | 20.000 | 10.000 |
(3) 1 | 50.000 | 40.000 | 30.000 | 20.000 | 10.000 |
(4) 1 | 50.000 | 40.000 | 30.000 | 20.000 | 10.000 |
(5) 1 | 50.000 | 40.000 | 30.000 | 20.000 | 10.000 |
(6) 1 | 50.000 | 40.000 | 30.000 | 20.000 | 10.000 |
Bu son senaryoda tüm milletvekillikleri A partisinin oluyor. Böylece toplam oyun üçte ikisi hiç temsil edilmiyor. Bu tabloda E partisinin milletvekilliği için oyunu herhangi bir seçim çevresinde 40 binden fazla arttırması gerekiyor. Daha önce ilçe başına 10 ve 30 bin olan ortalama oy ihtiyacı ise 40 bine çıkmış oluyor.
Bu basit senaryolar elbette gerçek hayatta çok daha karmaşık ama temel matematik değişmiyor. Hatta gerçek hayatta tüm bu sayıların yanı sıra seçim çevrelerinin sınırlarını nasıl belirleneceği üzerinden büyük bir mühendislik çalışması da devreye giriyor. Böylece seçim çevreleri öyle belirleniyor ki, bir partinin oy gücü bir bölgeye yoğunlaştırılıp diğerlerinde zayıflatılarak veya benzer yöntemlerle temsil imkanları bir taraftan diğerine yönlendirilebiliyor.
Bu basit senaryolar seçim sistemi arayışlarının bir demokratikleşme ihtimalinden daha çok değiştirmek ister gibi gözüktüğü temsil sorununu daha da derinleştirecek ve ülkeyi iki partili bir sisteme kilitleyecek bir dayatma olarak ortaya çıkıyor.