TBKP likidasyonu ders olmalı
16-02-2020 09:27TBKP, likidasyon ve reformizmin Türkiye solundaki son örneği olarak kalmadı. Sol bu kötü deneyden gerekli dersleri çıkarmamıştı. 1990’lı yıllardan günümüze kadar başka bir dizi reformist odak ortaya çıktı.
Mir Güney Kartal
Türkiye Sosyalist Hareketi’nin mücadele tarihi çok önemli dönüm noktalarını içinde barındırıyor. Bu dönüm noktalarının, dünya ölçeğinde komünist hareketin ve işçi sınıfının içinde bulunduğu durum, ülke nesnelliği ve sosyalist hareketin her bir öznesi açısından öznel bir dizi yanı da kendi içinde barındırdığını belirtmemiz gerekiyor.
Amacımız sosyalist hareketimizin yaklaşık yüz yıllık tarihi içindeki her bir dönemi ya da kırılma kesitini ayrı ayrı ele almak değil. Daha çok bizim tarihimiz açısından TKP’nin siyasal ve örgütsel varlığının ortadan kaldırıldığı ciddi bir likidasyon sürecine evrilen döneme fener tutup bugüne dersler çıkarmaktır.
Sahiplendiğimiz yüz yıllık TKP tarihinin başarıları, zaafları, inişleri, çıkışları bugünümüze ışık olmalıdır. Bu büyük mirasın her boyutuyla ele alınması komünist parti ve siyasetinin geleceğini daha sağlam adımlarla örgütlemesinin de başat yaklaşımı olmalı.
Dışarıda ve içeride likidasyonun zemini
Girişte belirttiğimiz gibi sosyalist solun likidasyon süreçlerinde tarihsel bağlamın, dünya komünist hareketinin ve işçi sınıfının mücadelesinin o an ki durumu önemli bir yer tutar. Tutar ama genellikle yeni olmayan düzen içi eğilimlerin pratiğe taşınabileceği bir zeminden güç alan ”yönetici” kadroların, komünist bir partiyi likidasyona götüren ana belirleyenler olduğunu/olacağını da hemen ekleyelim.
Belirtmek gerekir ki her şey sınıf mücadelesinin tarihsel seyrine veya dönemsel geri çekilişlere bağlanamaz. Özne’nin ve ona önderlik edenlerin yönelimlerinin ve rollerinin böylesi süreçlerde belirleyici bir işlev gördüğü gerçeğinin altı bir kez daha çizilmelidir. Bu yüzden Komünist hareketimizi likidasyona götüren sürecin hemen öncesindeki yıllarda ülkemizdeki nesnel koşulları, solun durumunu ve darbelerle yeniden şekillenen siyasi haritayı kısaca hatırlamak faydalı olacaktır.
1971 darbesi ve 9 yıl sonra gelen 12 Eylül 1980 darbesi solun siyasal ve örgütsel olarak tam anlamıyla ülke siyasetinden silinmesini hedefliyordu. Darbeyle birlikte gelen tutuklama, baskı, işkence ve idamlar, sendikaların, derneklerin kapatılması ve yasaklanması gibi adımlar toplumsal alanda büyük bir tahribat ve güvenlik kaygısını da öne çıkarıyor, zaten dağılma halindeki sosyalist hareketin toparlanma, örgütlenme ve kendini yeniden kurma zeminini daraltıyordu. Darbenin ardından sermaye iktidarının programı, temizlediği zeminde gerici-liberal-piyasacı saldırıyı etkin şekilde hayata geçirmekti.
Darbenin bir başka hedefi sosyalist siyasetin ve örgütlü toplumun geri dönüşsüz bir şekilde yenildiği ve sivil toplumcu yeni solculuk olarak tanımlayabileceğimiz liberal siyasetin toplumsal hafızaya nakşedilmesidir. İlerleyen yıllar, sosyalist harekette yenilginin getirdiği içe kapanma halini, içi boş birlikçilik tartışmalarını, dünya ölçeğindeki liberal saldırıya paralel ”yeni” bir “sol” arayışı, teorik ve ideolojik savrulma zeminini de giderek belirginleştirmiştir.
Uluslararası alandaki siyasal fotoğrafa bakıldığında ise emperyalist-kapitalist sistemin sosyalizme dönük saldırısının belli ölçülerde ideolojik aşınmalara yol açtığı bir tablo giderek belirginleşiyordu. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve SBKP özelinde glasnost/perestroyka süreci sosyalizmin çözülüşünün anahtarı haline geliyordu. Bu dönem bir yandan Avrupa başta olmak üzere dünya komünist hareketinde gerileme ve ideolojik bulanıklığa yol açarken diğer yandan darbe sonrası yıllara denk geldiği için Türkiye sosyalist hareketinin teorik, ideolojik, programatik ve örgütsel tasfiyesinin de önünü açıyordu.
TİP-TKP birleşmesi ve TBKP tasfiyesi
TKP 5. Kongresi’nden sonra TİP ile yürütülen birlik görüşmeleri bu dönemin başlangıcı oluyordu. Birlik görüşmeleri 1987’de TBKP’nin kuruluşuyla sonuçlanırken partinin programı geleneksel komünist bir parti programından ziyade ‘’yeni tip’’ Avrupa komünist partilerinin programlarıyla özdeşleşen yanlar taşıyordu. Program uluslararası sosyalist harekette de tartışılan ”yeni düşüncelerin” tezahürü olarak ”parti programı” adı altında toplanmıştı. Ortaya çıkan metin ‘’yeni’’ ile kastedilenin geleneksel komünist bir parti programı olmadığını gösteriyordu.
Marksist-Leninist ilkelerin silikleştiği, sosyalist devrim stratejisi, iktidar hedefi, işçi sınıfının ve partisinin esamesinin okunmadığı, bunların yerine düzen içi taleplerin ve yönelimlerin azami düzeyde yer tuttuğu program, TBKP sürecinin nasıl bir likidasyon ile sonuçlanacağının da işaretlerini veriyordu.
Dahası bu program aslında SSCB’de reel sosyalizmin çözülüş süreci noktalanmadan önce Türkiye’de TBKP süreciyle sosyalizme sırt çevrilmeye başlandığını gösteren somut bir belge olmuştur. İşçi sınıfının yapısından sınıflar mücadelesindeki rolüne kadar ortaya atılan, merak uyandıran, üzerine tartışılan ”yeni” fikirler likidasyona uzanacak bir tarihsel süreci adım adım döşüyordu.
Giderek açık hale gelen iktidar hedefi ve Marksist-Leninist ilkelerden kaçış ”yenilenme” süreci adı altında darbe sonrası hükümet olan ANAP ve dönemin başbakanı olan Özal’dan demokrasi bekleyen bir noktaya kadar uzanıyordu.
Bu demokrasi beklentisinin örnekleri ise bir numaralı likidatör Nabi Yağcı tarafından sık sık yazılı ve görsel basında dillendiriliyordu. Yeri gelmişken bir örneğini paylaşmak isteriz. Nabi Yağcı 9 Kasım 1990’da özel bir televizyon kanalının programına katılır. Bu programda sorulara verdiği cevaplar şöyledir.
“Soru: Serbest piyasayı destekliyor musunuz?
Cevap: Evet. Sovyetler Birliğinde yaşanan bunalımın gerisinde devlet sosyalizminin yattığı düşüncesindeyiz gayet tabii özelleştirmenin de serbest piyasanın da yanında olmak çok mantıki bir sonuç.
Soru: Komünizm ve serbest piyasa yıllarca birbirinin zıddı oldu. Şimdi ikisini yan yana söylemek çok enteresan. Lütfen tarihi bir belge olsun. ‘Ben bir komünistim ve serbest piyasa ekonomisini destekliyorum,’ der misiniz?
Cevap: Derim.
Soru: Türkiye’de siyasi partiler içinde size en yakın düşünen parti hangisi?
Cevap: Serbest piyasa uygulaması açısından bize en yakın parti ANAP” [1]
Nabi Yağcı’nın ‘’bize en yakın parti’’ olarak ismini andığı parti ve onun başındaki Özal’ın ülkenin toplumsal, siyasal ve ekonomik alanı baştan aşağı dizayn edecek neo-liberal bir dönemin özel misyonuyla donatıldığı gerçeği çok geçmeden ortaya çıkacaktı.
Yukarıdakine benzer onlarca diyalog ve beyanatla birlikte esas olarak TBKP programı işçi sınıfına, onun öncü partisi olma iddiasına ve sosyalizme elveda diyordu. 1987’de gerçekleşen birleşmeden TBKP’nin 1992’de kapatılmasına kadar giden süreç TKP’nin siyasal ve örgütsel varlığının son bulmasını da beraberinde getiriyordu.
Nitekim SBKP’nin likidasyonunu TBKP likidasyonu takip etmiştir.Bu büyük tasfiyenin sonrası sermaye sınıfı için de sol için de yeni bir dönemin açılması demekti.
Kapitalizmin dünya ölçeğindeki ideolojik saldırısı, sosyalizm cephesinde oluşan büyük gedikler, darbeler ve solda büyük tasfiye operasyonu…
Artık soldan arındırılmış toprağın sermaye iktidarı tarafından sürülerek yeniden işlenmesi gerekiyordu. Örgütlü siyasi mücadele yerini sivil toplumculuğa bırakırken, küreselleşen dünya da artık işçi sınıfı kimliğinin ve mücadelesinin yerini ulusal, dinsel, cinsel ve çevreci düzen içi kimlik ‘’mücadeleleri’’ alıyordu.
TBKP, likidasyon ve reformizmin Türkiye solundaki son örneği olarak kalmadı. Sol bu kötü deneyden gerekli dersleri çıkarmamıştı. 1990’lı yıllardan günümüze kadar başka bir dizi reformist odak ortaya çıktı. Bunlara pusulanın başka yazılarında gerekli yer ayrılacaktır.
Sonuç yerine: Kırmızı çizgiler ve dersler
Yaşanan onca şeye rağmen kurutulamayan Leninist bir damar güncelliğe hapsolmadan gerek teorik gerekse ideolojik mücadelenin yeniden üretimini ve kadrolaşmayı en başa yazarak o günlerden günümüze uzanmıştır. Sermayenin söküp atamadığı kökler bu sayede yeniden filizlenmiş ve toprağı daha iyi kavrayabilmek için tarihinden dersler çıkararak yoluna devam etmiş ve edecektir.
Sosyalist solun, tarihindeki likidasyon ve tasfiyelerden çıkarması ve ezber haline getirmesi gereken önemli dersler olduğu ise açıktır.
Sol kendi bağımsız siyasetini örgütlemek için öncelikle kırmızı çizgilerini çok net bir biçimde çekecek ve asla esnetmeyecek bir yaklaşıma sahip olmalıdır. Bunun yolu da sosyalizm programından, sosyalist devrim ve iktidar perspektifinden, geleneksel Marksist-Leninist homojen bir parti yapısından, Leninizm’i merkeze koyan bir kadro politikasından, parti içi yaşamı ve kültürü canlı tutmaktan, işçi sınıfının siyasal öncülüğünü ve temsiliyetini üstlenecek bir stratejiden geçiyor.
Bugün yukarıdaki ilkeleri “güncel siyaset” adına terk edenler reformizmin sosyalist harekette ki geleneğinin devamcısı olurken, ilkelerine sıkı sıkıya sarılan devrimci teori olmadan devrimci pratik olmayacağını bilenler geçmişten çıkardığı derslerle komünist hareketin geleneğini geleceğe taşıyacaktır.
[1] 9 Kasım 1990, aktaran Naciye Babalık, TKP’nin Sönümlenmesi, s.351-352