Topacın marifeti daim dönmesi…
08-03-2020 10:08AKP genel Merkezi’ne bağımlı, dolayısıyla tutarlılığı olmayan, konjonktürel sefil düşünce sistematiğini kendilerine dönük eleştirileri şu karşı saldırı ile perdelemeye çalışıyorlar: Erdoğan karşıtlığı gözünüzü karartmış, ona karşıt olacaksınız diye Esad’cılık yapıyorsunuz…
Nevzat Kalenderoğlu
Ortalama bir sosyal medya kullanıcısı, Suriye’nin kuzey kenti İdlib’den askerlerin ölüm haberlerini, hatta acı görüntülerini ulusal çapta yayın yapan kanalları takip eden insanlardan çok daha önce öğrendi.
Sosyal medya kullanıcıları ‘teyit edemediği’ ölüm haberlerini, eş zamanlı olarak alt yazı ile Suriye ordusuna verilen kayıpların kalem kalem açıklandığı ‘son dakika’ haberleri ile doğrulamış oldu. Yani artık herkes biliyordu ki, cephede verilen kayıp haberlerinden önce ‘rejim unsurları’na verilen zarar servis ediliyordu. Ardından üç parça halinde, ‘alıştıra alıştıra’ artırararak ölüm haberleri verilecekti.
Medya’nın resmini çiziyoruz. “Sayın Altun, Ankara’da olağanüstü toplandığınızın haberini aldık, bunu servis edebilir miyiz?”.
Medya-iktidar ilişkisi kuşkusuz bambaşka bir konu. Ancak hangisinin hangisini belirlediği hep tartışılageldi. Kimi zaman medya yol gösterici oldu iktidara, kimi zaman iktidar ‘alo’ deyip belirledi manşetleri.
Bu ‘ısmarlama’ habercilik oyununda en çok zorlananların, bu yandaş mecralara yol gösteren ‘baş’ kalemlerin olduğunu ifade etmek gerekiyor. Bir fikirleri var mı, ceplerini doldururken düşün dünyalarını tamamen boşaltıp, iktidar mensuplarından aldıkları bilgi kırıntıları ile dolduruyor olabilirler mi, bir o yana bir bu yana savrulmalarından ibaret bir düşünce önderliği olabilir mi? Ve daha fazlası…
Kulislerden bildirenler mabadı en rahat olanlar, onlar ismini veremeyeceği bir yetkiliye dayandırıp dedikodu aktarıyorlar. Riskleri çok az. Peki, özellikle dış siyaset manasında AKP’yi her türlü övme pozisyonunda kalemlerini tutanlar öyle mi?
Türkiye’de birileri karar kılıp ‘özüne’, ABD’ye ve batıya dönme kararı aldı. Siyasi atmosferde hava ABD’den yana esiyordu, yine müttefiklik şarkıları yükseliyordu, Rusya ya da İran’ı değil dost görmek bir seçenek olarak sunmak dahi yasaklanıyordu. ‘Avrasya romantizmi’ diyordu baş kalemler ve Ruslarla işbirliğini kestirip atıyordu; peki Ruslarla enerji nakil anlaşmalarımızı, İran’la ticaret anlaşmalarımızı, NATO’ya kafa tutan ‘solcuları anti-emperyalizm saflarına çağıran’ yazılarını, ABD’ye kafa tutan Erdoğan yazılarını ballandıra ballandıra yazan yazarlar nasıl dönecekti?
İdmanlı idiler. Dönemin ruhunu en abartılı anlatan ‘baş yazar’ oluyordu, Rus dostluğuysa en ABD karşıtı onlar oluyor, anti-emperyalizmi dahi anıyorlardı. İbre ABD’ye döndüyse yine ‘moskof düşmanlığı’ bayrağını en önde onlar taşıyor, ABD ile ilişkileri onlar övüyorlardı. Topaç bilir misiniz? Topacın marifeti daim dönmesi…
Kalemler yalan yazıyor
Dün, Erdoğan’ın “dünya beşten büyüktür” lafını alıp dünya liderliği dersi verenler bugün “ABD ile yürüyelim ama Rusya’yı da o kadar karşımıza almayalım” tavsiyesini gerekçelendirip yazıya döküyor.
Erdoğan’ın ya da AKP’nin Rusya’yı karşıya almaktan özel olarak çekindiğini yazamayan kalemler, Putin ile görüşme için ‘diplomasi’ hamlelerine değinmeyen yazarlar 5 Mart’taki ikili görüşme için “TSK’nın hamleleri sonrası Putin’in de Türkiye’nin kararlığını bir kez daha anladığından şüphe yok” diye yazıveriyorlar. “Krizin soğukkanlılıkla, ABD ve Rusya arasında bir denge diplomasisi yürütülerek çözülmesi gerektiğini” daha dün yazmışsın, ne gam.
İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani ABD tarafından öldürüldüğünde ‘yesinler birbirini’ diyenler; ‘bu bizim meselemiz değil’ diyenler; şimdi ABD-İran&Rusya arasındaki 3’er aylık salınımları siyaset, diplomasi, ‘varlık-yokluk’ meselesi diye sunuyorlar.
Putin-Erdoğan görüşmesini köşelerine nasıl taşıyacaklarını ise merakla bekliyoruz.
Yeni parti kurdu diye AKP’den aforoz edilen ve bizce de Ortadoğu’da ve Türkiye’de akan kanın sorumluluğunu taşıyan Davutoğlu’na saldıracağım diye onun maceraperest, tutarsız, taşeron dış siyasetine eleştiriler getiriliyor; aynı köşelerden yeni maceraperestliğe tek laf edilmiyor.
Bu AKP genel Merkezi’ne bağımlı, dolayısıyla tutarlılığı olmayan, konjonktürel sefil düşünce sistematiğini kendilerine dönük eleştirileri şu karşı saldırı ile perdelemeye çalışıyorlar: Erdoğan karşıtlığı gözünüzü karartmış, ona karşıt olacaksınız diye Esad’cılık yapıyorsunuz… Ya da benzer bir şekilde: Mesele Erdoğan’ın AKP’nin çıkarları değil, mesele Türkiye’nin çıkarları…
Meselenin ne kadar Erdoğan-AKP meselesi, ne kadar memleket meselesi olduğu tartışmaya açık. Ancak bu saldırı, yandaş kalemliğin kimliğini de ifşa ediyor. Zira, AKP’nin vebali olan her adım ‘memleket meselesi’ oluveriyor. Erdoğan ve partisi türlü dış düşmanların biricik hedefi…
Asıl tartışılması gereken AKP’nin dış politikadaki yanlışları, sıkışması ve Türk askerinin bu yanlışlıklar üzerinden bir savaşa gönderilmesi iken satırlardan buram buram hamaset dumanları tütüyor. Zalim Esad’dan kaçan mazlumlara kucak açan Türkiye, AB’ye koz olarak mazlumları tabur tabur sınıra taşıyan yine Türkiye.
Şu ‘sürüden ayrılma’ korkusu
Bu bir onu bir bunu yazan kalemlerin hareket alanını sağlayan ise ne yazık ki yalnızca iktidar değil. Bu her salınımı ‘millilik’ ve ‘memleket meselesi’ üzerinden tartıştıran; itiraz edeni ise kolaycılıkla o’cu bu’cu olmakla suçlayan iktidarın borazanı bu kadar yüksek ötüyorsa; ‘millilik’ zokasının düzen muhalefetinde de çabucak yutulması veya ‘öteki’ ilan edilmenin korkusundan dolayıdır.
Bakınız savaş korosuna. Düzenin en muhalif, en yüksek perdeden Erdoğan-AKP karşıtlığı yapan öznesi bile savaş gündeminde takılıyor AKP’nin peşine. Nasıl takılmasın? AKP’nin yılmaz muhalefet partileri bile nasıl AKP’ye benzeyip bu gündemlerde ‘milli cephe’ oluşturuyorsa, o cepheye meşruiyet taşıyorsa; en muhalifi de ‘mecburen’ katılıyor bu koroya.
İdlib’in Suriye toprağı olduğuna, İdlib’de cihatçıların varlığının ülke güvenliğine en büyük tehdit olduğuna, Suriye’nin parçalanması durumunda ülke güvenliğinin nasıl bir hal alacağı sorununa, emperyalist planları uğruna gencecik askerleri kurban ettiğimize, TSK’nın cephe arkadaşı olarak cihatçı teröristleri bulduğumuza yalnızca komünistler işaret ediyor.
Atılan imzaların kapsamını soran yok, ‘Suriye’nin toprak bütünlüğü’ konusundaki yükümlülüğü kurcalayan yok; “İdlib hangi devletin toprağıdır” diye soran dahi yok.
Rejim değişinceye kadar…
Hulusi Akar’ın bir taziye ziyaretinde yaptığı konuşmasını yazdılar geçtiğimiz gün. Asker yeğenini kaybeden bir Belediye Başkanı’nın “Hem Belediye Başkanı hem de şehit yakını olarak bu emperyal kirli savaşın bir an önce bitirilmesi gerekiyor” sözüne Akar, “Rejim değişinceye kadar bu mücadele ve müdahalemiz devam edecek” diyor.
Şimdi anlatın bunun üzerine milli güvenliği, bölgedeki varlığı, savaş sebebini, rejim unsurlarına verilen zaiyatı…
Bir ek, Amerikancıların, Batıcıların fırsat bu fırsat Suriye üzerinden Rusya düşmanlığını körüklemesi yandaştan daha mı az mide bulandırıcı? Rusya düşmanlığının, İran düşmanlığının utangaç Amerikancılık manasına geldiğini; Amerikancıların ‘Avrasya hülyası’nın bitmesinden duyduğu sevincin naraları olduğunu belirtmek gerekiyor. Belki başka bir yazıda açmak üzere…
Emperyalizme, emperyalizmin bağımsızlığa açtığı savaşa, işbirlikçi taşeronuna ve borazanına hayır.