TUDEH ve ABD’siz Ortadoğu
25-01-2020 08:43ABD Ortadoğu’dan nasıl kovulacak? Ortadoğu’daki mevcut iktidarlar ABD’yi kovabilecek kapasiteye ve siyasi iradeye sahip mi?
Behiç Oktay
Dünyanın gözü bir kez daha ABD’nin emperyalist saldırıları nedeniyle İran’a çevrildi. Kasım Süleymani’nin öldürülmesi sonrası İran’ın vereceği yanıt merakla beklendi ve İran ABD’nin Irak’taki üssünü bombaladı. Son olarak Ukrayna’ya ait bir yolcu uçağının İran tarafından düşürülmesinin ardından ortalık bir kez daha duruldu.
Peki İran’ın komünist partisi TUDEH bu gündeme nasıl yaklaşıyor? ABD’ye ve İran’daki teokratik rejime yaklaşımı nasıl?
Öncelikle TUDEH’in kısa bir tarihçesinden bahsedelim. 1941 yılında kurulan İran Kitlelerinin Partisi TUDEH, kitleler içerisinde hızlıca örgütlenmeye başladı. 1944 yılında seçimlere katılan TUDEH meclise girmeyi başardı. Sovyetler Birliği ile yakın ilişkileri olan TUDEH mecliste ve ülke genelindeki aktif siyaseti ile dikkatleri üzerine çekti. Ancak dönemin başbakanı Muhammed Musaddık’ın ABD ile yakınlaşması sonucunda 1949 yılında TUDEH’in çalışmaları yasaklandı.
1979 yılında Şah’ın devrilmesinde önemli bir rol oynayan TUDEH, hem Şah döneminde hem de 1979’dan sonra seçimlere katılmış, bu seçimin ardından iktidarı ele geçiren molla rejiminin baskı politikalarından da en çok etkilenen örgüt olmuştur. 1983 yılında parti yeniden yasaklanınca yaklaşık 10.000 üyesi tutuklandı, Parti üyelerinin çoğu ya ülke dışına kaçtı. Bugün merkezi yurtdışında olan TUDEH bir şekilde varlığını sürdürüyor olsa da İran siyasetinde belirleyici bir konumdan uzak olduğunu söylemek gerekir.
Son gelişmelerin ardından TUDEH’in tutumu
Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeler ışığında TUDEH’in tutumunun hem ABD emperyalizmine karşı mücadele hem de İran’daki şeriat rejimi ve İran’ın Ortadoğu’daki politikaları ile mücadele etmek olduğunu söyleyebiliriz.
TUDEH’in son dönemde yaşananlara dönük açıklamalarına bir göz atalım. TUDEH, ABD’nin İran’daki rejim ile kökten bir sorunu olmadığını, şu sözler ile açıklıyor:
“ABD ve bölgedeki müttefikleri, ekonomisi üzerinde ciddi baskı uygulayarak İran’da “rejim değişikliği” peşinde olduklarına dair hiçbir sır saklamıyorlar. Buna rağmen ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarına bağlı bir “işbirlikçi İran rejimi” ile de çalışabileceklerine dair sinyaller veriyorlar.
ABD ve müttefiklerinin eylemlerinin ve tehditlerinin ana kurbanları emekçiler ve İran’ın marjinalleştirilen halkıdır. ABD’nin hedefi, temel sosyal haklar, ifade özgürlüğü, daha düşük fiyatlar, makul sosyal hizmetler talebiyle günlük grevler ve protestolarla tezahür eden ve İran halkının iktidar teokrasisine karşı artan sosyal protesto hareketini çalmak için kitlesel huzursuzluk ve sosyal çöküş yaratmaktır.”
Buradaki vurgu, bugün ABD’nin saldırganlığını İran’ın şeriat rejimi üzerinden meşrulaştırmaya çalışanlara karşı “ABD işbirlikçi bir şeriat hükümetiyle de çalışabilir” mesajı veriyor. Bunun doğruluğunu iki şekilde teyit edebiliriz; Obama döneminde İran ile imzalanan nükleer anlaşma ve ABD’nin Ortadoğu’daki diğer baskıcı teokratik hükümetler ile (Suudi Arabistan, BAE vb.) oldukça iyi ilişkilerinin olması ABD’nin baskıcı veya teokratik rejimler ile herhangi bir probleminin olmadığını gösteriyor. Bunun yanında İran halkının hükümete ve rejime karşı mücadelesinin ABD tarafından çalınmak istendiği de vurgulanıyor. Bunun ile mücadele yönteminin ise “TUDEH Partisi’nin ve diğer ilerici ulusal demokratik güçlerin en önemli görevlerinden biri, ABD yönetiminin bu dolambaçlı politikasıyla mücadele etmek ve ifşa etmek” olduğu ifade ediliyor.
Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesi ve sonrasında yaşananlar ile ilgili açıklamalarında ise TUDEH’in hem ABD’nin bölgedeki emperyalist politikalarının hem de İran’ın bu saldırılara karşılık vermesinin bölgedeki gerilimi artırarak başta İran halkı olmak üzere bölgedeki tüm halkların zararına bir süreç olduğu görüşünde olduğunu görüyoruz. TUDEH, bölgedeki tansiyonun yükselmesine karşı ise hem ABD hem de İran karşıtı bir mücadelenin barış talebi üzerinden örülmesine dönük çağrı yapıyor. Bu barış talebinin ABD ile İran arasındaki bir barıştan ziyade bölgenin tümünde bir barış ve huzur ortamının tesis edilmesi olduğunun da altını çizmek gerekiyor.
TUDEH’e dönük olarak getirebileceğimiz eleştiri ise İran ve ABD’yi birbirine denk iki güç olarak konumlandırması olacaktır. ABD ve İran’ı birbirini karşılıklı olarak provoke eden iki güç olarak betimleyen TUDEH, hem ABD’nin hem de İran’ın, başta Irak olmak üzere Ortadoğu’yu savaş alanına çevirme hevesinde olduğu kanısında. Bunun doğru olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak TUDEH’in açıklamalarında açık ve net bir şekilde ABD’nin bölgeyi terk etmesi noktasında bir vurgusunun olmaması bu açıklamaların eksik yanını oluşturuyor. Tabi ki bu TUDEH’in ABD’nin Ortadoğu’daki varlığından memnun olduğu veya bir şikâyeti olmadığı anlamına gelmiyor. Yalnızca ABD’yi Ortadoğu’da doğal bir aktör olarak görme ve bölgedeki tüm savaşların baş sorumlusu olduğunun biraz da olsa göz ardı edildiği izlenimini uyandırıyor. Sanki İran ABD’yi tehdit etmeyi bırakınca ABD Ortadoğu’dan kendiliğinden çekilecekmiş gibi bir düşünce altyapısının hatalı olduğunu vurgulamak gerekir.
ABD’siz Ortadoğu mümkün mü?
Bu noktada hem İran hem Türkiye hem de bölgedeki tüm ülkeler için yanıtlanması gereken temel soru ortaya çıkmaktadır: ABD Ortadoğu’dan nasıl kovulacak? Ortadoğu’daki mevcut iktidarlar ABD’yi kovabilecek kapasiteye ve siyasi iradeye sahip mi?
Buna verilecek en kısa cevap hayır olacaktır. Kapitalist üretim ilişkileri yok edilmeksizin ve bunun bir sonucu olarak emperyalist ekonomik düzenin dışına çıkılmaksızın ne ABD ne de Ortadoğu üzerinde akbaba gibi gezinen diğer kapitalist öbekler Ortadoğu’da barış ve huzurun oluşmasına izin verecektir. Bu durumu Ortadoğu’dan çıkartıp Venezuela’ya baktığımız zaman da benzer bir tablo ile karşılaşıyoruz. Ne kadar ABD karşıtı olursan ol, ülkendeki kapitalist üretim ilişkilerini yıkmadıkça emperyalizmin kaderini çizmesine mahkumsun.
Eğer bugün burjuvazinin artık ilerici bir karakter taşıyamayacağı konusunda hemfikirsek, ulusal kurtuluş mücadeleleri döneminin kapandığını söylüyorsak, anti-emperyalist mücadele tartışmasız şekilde ilk sıraya yazılmalıdır, ancak yalnızca ABD karşıtı pozisyonları nedeniyle gerici ve kapitalist ülkelere topyekûn arka çıkmak sosyalistler açısından hatalı bir konumlanış olacaktır.