Türkeş 27 Mayıs tarihinden çıksa mı?
31-05-2020 08:37Alparslan Türkeş daha önceki açıklamalarında işi kendilerinin yaptığını ve bu konuda herhangi bir tereddütlerinin olmadığını söylemişti. Peki 27 Mayıs içerisinde Alparslan Türkeş’i bu kadar tartışmalı konuma taşıyan neydi?
Vedat Aktan
Tartışmalar bu yıl Yassıada’nın betona dönüştürülme çalışma açılışında tekrardan açıldı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 27 Mayıs Darbesi’nin 60’ıncı yılı nedeniyle Yassıada’nın isminin Demokrasi ve Özgürlükler Adası olarak değiştirildiği açılışta konuşma yaptı. 27 Mayıs Darbesi’ne tepki gösteren MHP Lideri Bahçeli, partisinin tarihinde de bir ilke imza attı. MHP’nin kurucusu Alparslan Türkeş, 27 Mayıs Darbesi’nin de liderlerinden biri olduğu için MHP daha önce hiç 27 Mayıs yıldönümünde açıklama yapmamıştı. Alparslan Türkeş daha önceki açıklamalarında işi kendilerinin yaptığını ve bu konuda herhangi bir tereddütlerinin olmadığını söylemişti. Peki 27 Mayıs içerisinde Alparslan Türkeş’i bu kadar tartışmalı konuma taşıyan neydi?
Başbakanlık Müşavirliği’ne atama
Tarihsel anlatımlar içerisinde herkesin çokça tartıştığı başlıklardan birisi Türkeş’in Başbakanlık müşavirliğine atanmasına ilişkin olduğu yönündedir. 27 Mayıs sonrasında Türkeş ve arkadaşları adına ilk önemli hadise, Türkeş’in Başbakanlık Müsteşarlığı görevine atanması olmuştur. İhtilal sonrasında Türkeş’i, Gürsel’in arkasında 2. adam yapacak olan bu pozisyonuna tayini ve nedenleri hep merak edilmiştir. Türkeş’in bu şartlar altında, hiç kimsenin tam anlamıyla önemini idrak etmediği düşünülen Başbakanlık Müsteşarlığı koltuğuna “emr-i vaki” ile oturduğu yorumu tartışmalarda oldukça kabul gören bir içerikte bulunmaktadır. Türkeş de, bu pozisyona atanmasının emr-i vaki ile gerçekleştiğini belirterek; ihtilal tarihinden 4 gün sonra aybaşı olması ve memurların maaş bordrolarının imzalanması lüzumu üzerine, kendisinin “benim imzamı açın” diyerek bu atamanın re’sen gerçekleştiğini ifade etmiştir. Süreci ve işleyişi bilen Türkeş, en karşı olduğu sivil idareyi kendisine bağlamış, bu dönemde öne çıkmasını sağlayan farkları göstermeye başlamıştır. Bunlardan birincisi olarak Türkeş’in, ihtilale katılan subaylar içerisinde “sadece ne yapacağını değil, nasıl yapacağını plana bağlamış” olmasının önemli bir rolü olduğu düşünülmektedir. İkinci olarak da komitenin yabancı muhabirlerle iletişimini sağlamak üzere İngilizceyi iyi bilen Türkeş ve Sami Küçük’ü görevlendirmesi de, Türkeş’in kısa sürede ön plana çıkmasında etkili olmuştur. 29 Mayıs günü Ankara’da önemli sayıda alt rütbeli subayın toplanıp, ikinci bir komite kurduklarını ve iktidar talep ettiklerini öne sürerek; Gürsel’in, Türkeş’i Başbakanlık Müsteşarı atamak yoluyla işlerini kolaylaştırdığını ifade etmiştir. Bu yoruma istinat edildiğinde Türkeş’in alt rütbeli subaylar nezdinde ciddi bir etkisinin olduğu düşünülebilmektedir. Ordu içi dengeler göz önünde bulundurulmuştur.
Anlatılan ve aktarılan bütün yorumların dışında, Türkeş’in Cemal Gürsel ile olan ilişkisinin de, kendisinin bu önemli göreve gelmesinde etkili olabileceği gözden uzak tutulmaması gereken bir keyfiyet olarak değerlendirilebilir. Türkeş ile Cemal Gürsel’in ilk münasebeti 1942 yılında gerçekleşmiş ve Türkeş, Gürsel ile kendisi arasında “Ziya Gökalp’ın fikirlerine bağlılık, memleket sevgisi, milliyetçilik” gibi müşterek tarafları bulunduğunu, bundan ötürü aralarında önemli bir “muhabbet” geliştiğini ifade etmiştir. Ortaklaştıkları bu konu onları bir arada tutmuş, Türkeş planları ile anti-komünist karakterini sahaya aktarmak için planları olduğunu göstermiştir.
13 Kasım ayrışması
İkinci ve daha önemli olan ayrışma başlığı ise yeni ülkenin kuruluşu ve şekillenişine ilişkindir. 27 Mayıs darbesi sonrasında askerler tarafından teşekkül eden Milli Birlik Komitesi oldukça heterojen bir kimliği vardır. Komitenin çeşitli rütbeler ve yaş gruplarından oluşan yapısının yanında üyelerin arasında bulunan fikir ayrılıkları, basitçe iki grup etrafında bölünmeye meydan vermiştir. Bu gruplardan birisinin başını, ihtilal sonrasında Başbakanlık Müsteşarı olacak olan Alparslan Türkeş çekerken, diğer kliğin öncüsü Cemal Madanoğlu olacaktır. Alparslan Türkeş, Albay kimliğinin yanında komite içerisinde bilhassa görece genç olan subayların sempatisini kazanacak ve bu grup Milli Birlik Komitesi’ni, “Atatürk’ün tamamlayamadığı” diye nitelendirdikleri reformların tatbikini amaç ve ilke kılmak isteyeceklerdir. Böylece bu grup “radikaller” olarak tasnif edilirken, Türkeş de dönemin milliyetçi-sosyalist lideri Nasır’dan mülhem “İhtilalin Kudretli Albayı” olarak tarif edilecektir. Buna mukabil, Madanoğlu’nun grubu “seçimlerin bir an evvel yapılması suretiyle idarenin sivillere devredilmesi” düşüncesinde hareket edeceklerdir. İki görüş arasındaki bu temel anlayış farkı, beraberinde diğer sorunlarla birleşince 13 Kasım 1960 tarihinde, komite iç tasfiye uygulayacak ve içlerinde Türkeş’in de bulunduğu 14 üye yurtdışına memur olarak tayin edileceklerdir.
Tarihin cilvesi bakınız ki Madanoğlu ileride başka bir devrimci-demokrat cunta söylemi içerisinde yer alacak ve öncülük edecek isim olarak anılırken, diğeri 1975 sonrası sivil siyasetin ayaklarının örülmesinde ön plana çıkan isimlerden biri olacaktır.
NATO’nun baki subayı
Tartışmaların merkezinde olması Türkeş için bir sorun teşkil etmemiştir. Kafasında bir amaç vardır ve bu amaç için yapılması gerekenleri yapmıştır. Bu amaçlardan en önemlisi anti-komünist karakterdir. Bu karakterin getirdiği öncelik diğer her şeyden önemlidir.
1948’de Kara Harp Akademisi’ni bitirerek kurmay subay oldu.
Aynı yıl, Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) gönderildi.
ABD’de Harp Akademisi ve Piyade Okulu’nu bitirdi.
1955–1957 sürecinde Washington’da NATO Daimi Komitesi’nde görev aldı.
1959’da kısa bir süre Almanya’da Atom ve Nükleer Okulu’na devam etti. Aynı yıl albay rütbesine yükseldi ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı NATO Şubesi Müdürlüğü’nde bulundu. Soğuk savaş dönemine dair yapılan planlamalarda ve yatırımlarda Türkeş her zaman önemli ve öncelikli bir yere sahip olmuştur. NATO içerisinde aldığı eğitimler ve Sovyetlere karşı yapılacak mücadelede kurulacak olan yeni teşkilatların içinde yer almasını normal karşılamak gerekir. Bu ilişkileri tarif etmesi açısından aşağıdaki alıntı önemlidir;
“27 Mayıs’tan sonra bakanlıkları dolaşmaya başladım. İçişleri Bakanlığı’na gittiğimde, orada, ayrı bir odada, bir ayrı büroda Amerikalıları gördüm. Bizim yetkililere, “Nedir bu?” diye sorduğumda şu cevabı aldım: ‘Biz komünizmle mücadele için Amerika ile işbirliği yapıyoruz. Buradaki Amerikalılar da, onlarla bizim aramızdaki işbirliğinin koordinasyonunu yapıyorlar.’
Ama işi biraz daha inceleyince gördüm ki, İçişleri Bakanlığı’na dışarıdan gelen şifre, telgraflar ile bakanlıktan dışarı çıkan tüm evraklar oradan geçiyor. Yani onlar, bunları görüyorlar, kontrol ediyorlar.”
Bunu öğrenen Alparslan Türkeş, Amerikalıların odadan çıkarılmasını ister. Amerikan Yardım Binası’na gitmelerini, orada çalışmalarını söyler.
Bundan sonrasını Türkeş anlatıyor: “Ben bu talimatı verdikten sonra, CIA’nın Ankara’daki Başkanı olan zat, bana geldi. Çankaya’da oturuyordu. Hatta bir iki defa birlikte yemek yemiştik. Oradaki Amerikalıların kalmasını rica etti. Ben ısrar ettim. Sonra dedim ki, ‘Biz sizinle dostuz. Amerika ile dostluğumuzu sürdürmek kararındayız. Komünizmle mücadelede sizinle işbirliği yapacağız. Fakat onlar orada kalmamalı.’
Turancılık davasından yargılanmadan NATO subaylığına, komando okullarından katliam emirleri vermeye kadar tartışmaların merkezinde yer alan bir isim, oluşturulan devlet geleneğinde her zaman kullanışlı bir karakter olmuştur. Yeni Türkiye’nin yeni karakter içerisinde İslamcı kesim tarafından daha fazla sahiplenilmeye çalışılan, yeni bir tarih yazımı ile 27 Mayıs’tan kopartılmaya çalışılan Türkeş için hiçbir zaman anti-komünist karakteri sorun edilmemiştir. Olması gereken de belki de budur. “Yeni tarih”te yeni yer bulabilecek mi?