‘Yetmez ama Evet’ yeniden: Yetinmeyi vaaz edenlerde üçüncü perde

‘Yetmez ama Evet’ yeniden: Yetinmeyi vaaz edenlerde üçüncü perde

01-02-2020 08:46

Bugün 2020 bir nevi 'cehennem' olarak tarif ediliyorsa; onlar buraya gelen yola taş taşıyanlardı, kamburları buradandır, omurgasızlıkları ise artık bakidir.

Nevzat Kalenderoğlu

Abartılan bir heyula mı, ‘muhalefet’i sarmış bir ahtapot mu?

AKP ile doğmadılar… Murat Belge, Ahmet Altan, Yasemin Çongar zaten varlardı.

90’ların başında Sovyetler Birliği’nin yokluğunda, kapitalizmin mutlak galibiyetinin erken ilanının kutlama evresinde, pusulalarını tek kutuplu dünyada demokrasi, özgürlük, insan hakları, sivil toplum ve Batıcılığın reformcu borazanları olarak görev yaptılar.

‘Eski’ye, ‘ithal’ olmayana nefret kustular. Bazıları Marksist geçinen yeni Amerikancılardı, bazıları hem İslamcı hem Amerikancı.

Fikir erbabı olduklarını iddia ettiler. Kulaklarına üflenmemişçesine, sağdan soldan servis edilen belgeleri yokmuşçasına, küresel kapitalizmin merkezleri ve onların yayınlarından bi’haberlermişçesine, fikirleri özgünmüş gibi kalemlerini pazarladılar.

Cemaate yanlamışlardı, sermayeye yanlamışlardı. Yayın sahibi, köşe sahibi oldular. Entelektüel geveze idiler.

‘Taraf olmayan bertaraf olur’ safhasından ‘düşünmek Taraf olmaktır’a götürdüler işi. 2007 sonunda yuvalarını, Taraf’ı ilan ettiler. Daha düşük frekanslısı Radikal artık yoktu; solcuları, solcu geçinerek ikna ettiler. Solcuları, soldan caymak üzere olanları can damarından; Cumhuriyet nefretinden, vesayet korkusundan, özgürlük ve çok seslilik hasretinden vurdular.

Baskın Oran, Cengiz Çandar, Ömer Laçiner…

Kürt hareketi ile seçim denemeleri yaptılar. Afili kampanya isimleri ile ‘1000 Umut Adayları…’, ‘Meclis’e Ufuk gerek…’ dediler. Çok sonra PODEMOS’u övdüler, SYRIZA’ya öykündüler.

AKP’nin eksiklerini ve kusurlarını makyajladılar, Siyasal İslam’ın açılım yüzü oldular, toplumu etkileyebilme potansiyelleri 2010’da denendi.

Darbenin 30. yılı seçilmişti referandum için. Askeri darbeleri ve yargı engellerini tarihe gömeceğiz derken yepyeni bir sivil darbeler döneminin önünü açtılar. Postal vesayetine karşı yeni bir siyasi vesayete yol verdiler. Demokrasi ve insan hakları demenin suç olacağı bir toplum için demokratça çalıştılar.

Misyon ‘eski’ olanın yıkılmasıydı, eski ile beraber kurallar, kurumlar, kazanımlar yok ediliyordu bir bir. Yeni anayasa, yeni anayasa denilen süreçte hukuk mevhumu mezara gömülüyordu. Misyon buydu. Mutlak olduğu ilan edilen tek kutuplu dünyada, Türkiye’de ‘Cumhuriyet’ fikri yeniden ele alınmalıydı. ‘Globalizm’ çağında soldan fikirler köhne, koca külliyat ise muzır neşriyat sayılmalı idi. Kamuculuk, bağımsızlık gibi fikirleri doğalından bünyesinde taşıyan kamu kurumları sallanmalı, tasfiye edilmeli, dönüştürülmeli idi. Devlet denilen organın ataletinden dem vuruluyordu, bürokrasinin sıkıcılığından ve sivil toplumun rengârenkliğinden. Yargı sistemi tamamen değişmeli idi, nedir öyle parti kapatmalar? 301’ler? Yasama ve yürütme ile yargının diyalektiği yeniden tasarlanmalı idi.

Konuşmayı da yazmayı da çok seven bir güruha sabahtan akşama kadar ‘yeni anayasa’ konuşturdular. Yeni Anayasa Platformu kurup başladılar hukuk çalışmaya. Platformsuz, çalıştaysız, organizasyonsuz, kampanyasız duramazlardı; vakıfsız çalışamazlardı onlar. Adlarını alt alta yazdırmaktan güç alıyorlar, kariyer yapıyorlar; ancak korkuyorlardı da.

Toplumun idari haritalarını çıkartıp; onları birleştiriliyorlardı toplantılarında, toplumsal mutabakat sağlıyorlardı platformlarında. Kâğıt üstünde ya da fiyakalı bir masada alevi, Kürt, solcu eskisi, gayrimüslim, Türk kökenli olmayan numunelik örnekleri uzlaştırıp toplumsal uzlaşının prototiplerini üretiyorlardı. Pratikte tutmaması pratikte deneyenin problemiydi, teori kusursuz çalışıyordu.

Mümtaz’er Türköne demokratikleşme dersi veriyordu, toplantılarda yeni bir ‘kuruluş’ felsefesi konuşuluyor, Kemalizm mahkûm ediliyordu.

Yıkıcılıklarını kuruculuk sandılar. Pratik kendi miatlarını tüketti, bukalemun yeni rengini aradı.

Kullanışlılar; ancak aptallar mı?

Kullanışlı olmaları konusunda bir fikir ayrılığı şu aşamada yok. Siyasal İslam’ın reklamı bu kadar iyi yapılabilirdi, ‘laik Türkiye’de zararsızlığı konusunda bu kadar ikna edici olunabilirdi.

Yetmez Ama Evetçi’lerin ‘aldanmışız’ itirafı pes etmeleri manasına gelmedi. Cemaat-AKP geriliminde pek tabii ki ‘Taraf’larını cemaatten yana kullandılar. Yargının konusu belki ama, darbeye asker postalına karşı olan özgürlükçü liberaller Abant’a saman kağıdı zarflarla davet edilirken; zarf sahipleri askeri bir darbeye, iktidar ise karşı darbeye hazırlanıyordu.

2010’daki boykot tavrı ile Yetmez Ama Evetçilerden politik olarak ayrıştıklarını savunan Kürt siyasi hareketinin dönem figürleri, taraflaşan liberallerin toplantılarında boy göstererek aslında ortaklığın devam ettiğini gösterdiler.

Nuray Mert’in yanında belirdi Hüda Kaya, İmam Taşçıer, Adem Geveri. 2010’daki liberallerden ayrışma çabası tuzla buz oldu. Neden sonra HDP eş Genel Başkanı da oldu zaten Yetmez Ama Evet’çi Sezai Temelli. Dizi dizi YAE’çi vekili ile birlikte.

CHP de geri durmadı.

YAE’çiler her dönemde muteber sayılacaklarını biliyorlardı, özgüvenleri buradan geliyordu. En vahim örneği, Ergenekon davasının sonuçlandığı gün partisinin grup toplantısında konuşan Kılıçdaroğlu’nun Nazlı ılıcak ve Altan kardeşleri anması değilse neydi?

Yine mi YAE?

Son Kılıçdaroğlu-t24 buluşmasında, yerel seçimlerde ‘kısmi’ başarı sağlamış bir lider olarak ona “Asıl muhafazakâr bizdik, yıllar yılı değişmemek için direndik” dedirtmek siyasi bir başarıdır.

Hasan Cemal, Murat Belge, Aydın Engin…

“CHP Lideri Millet İttifakı’nın genişlemesi konusunda Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu Gelecek Partisi ile Ali Babacan’ın kurması beklenen yeni partiden çok umutlu” görüşünün gazetelerinden yayılması da.

CHP’ye Kürt seçmenin oyuna yeniden bir ortaklık zemininde talip olma misyonu da yüklendi akşam yemeğinde.

CHP Lideri gelen davete bakıp ‘bu kesimin hangi öngörüsü, hangi tespiti tuttu ki?’ diye sormadı. İkna etme amacıyla mı gitti bilinmez ama ikna edilerek masadan uğurlandığı kayıtlarla sabit.

Postaldan kaçanlar 15 Temmuz ve dolayısıyla 16 Temmuz darbelerine zemin hazırlamadılar mı? Ya da soluğu Yenikapı milli mitinginde alan Kılıçdaroğlu mı soracaktı bu soruyu? Günah-sevap muhasebesi yapmanın zamanı mıydı…

Referandumda vaadedilen özgürlük, demokrasi içeren katılımcı rejim tesis edilemezken; yerine ne konulduğu ortada. Canhıraş eski anayasa, eski sistem sövgüsü yapılırken; ‘yeni anayasa’ hala hayali kurulan ve dertleri bitirecek bir ütopya olarak kaldı dillerde.

Yetmez Ama Evet misyonu bir arada yaşamı sağlama, ötekileri kapsama, demokratik bir toplumsal atmosfere kavuşma, özgürlükleri garanti altına alan bir anayasayı yazma misyonu değildi; Yetmez Ama Evet’çiler kandırılan, aldatılan, üzerine sifon çekilen ‘düşün özneleri’ değillerdi. Bugün 2020 bir nevi ‘cehennem’ olarak tarif ediliyorsa; onlar buraya gelen yola taş taşıyanlardı, kamburları buradandır, omurgasızlıkları ise artık bakidir.

Liberallerin kale alınması iki kesim tarafından eleştiri konusu yapılıyor. Bir kesim, liberallerin toplumdaki varlığının, etkisinin abartıldığı savıyla ‘liberalizm heyulasına karşı savaş açan meczuplar’ tespitini yapıyor. Bu tartışmaya değer bir konu. İkinci kesim ise ‘hatırlatıcı’lara, liberallerin dışlanarak ‘AKP karşıtlığı’ cephede gediklere sebebiyet verildiği savıyla bir nevi ‘bölücü’ damgası yapıştırıveriyor. Bu da ilk tartışma çözüldüğünde düzeysiz, sığ bir tartışma olarak rafa kaldırılacaktır.

Liberaller partisizidir; ancak öte yandan çok partilidirler. Yani, bir partilerinin olmaması, eş zamanlı olarak bir dizi partide kimlik buldukları gerçeğini değiştirmiyor. Bu durum örgütsüzlük manasında ciddi bir hareket alanı sağladığı gibi; sorumluluk anlamında sıfıra yakın bir serbestlik de veriyor. Örgütsüz olarak, fısıltı gazetesi ile fikir nüvelerini yayan liberaller dolaylı bir biçimde fikirlerini örgütlemiş oluyor. Dezenformasyonun, tarih çarpıtıcılığının, hafızasızlığın, ‘yeni’ bir heyecanın, kof bir umudun hızla örgütlenmesinden daha kolay ne var ki?

Ardına kadar açık olan kapılar, verilmiş kürsüler, uzatılan mikrofonlar ve yaratılan fikir erbabı yanılsaması da cabası. ‘Ne umduk, ne bulduk’ günah çıkarma seansı bitiyor, yine ‘yeni’ şeyler söylüyordu eylemlerinin sorumluluğunu hiç taşımayan düşünürler.

İkincisi, pek sonra fark ediliyor ki, örgütsüz görünümlü bir örgütlülüğü binlerce kılıfla örtülmüş bir ahtapot vari ağla üniversitelere, kulüplere, vakıflara, kuruluşlara, platformlara fikren, madden, finansör olarak sızılmış durumda. Bu tahmin bile edilemeyecek bir dolaylı örgütlülüğe de işaret ediyor.

Dolayısıyla bir heyuladan bahsedilmiyor, bizce bir virüsü andıran organizmalar bütününden söz etmek mümkün. Toplumsal etki ise yanlış ölçümleniyor kanısındayız. Medya eliyle Taraf’ın etkisini hatırlatalım. Operasyonel bir etkiden ziyade, algı ve fikir başlıklarında bir hegemonyadan bahsettiğimiz açık olsa gerek. “AKP’ye karşı olan herkes saflara” kampanyasından daha bozucu, daha sığ, daha karaktersizleştirici bir etki olabilir mi?

Son olarak, liberalleri yakın ama ‘etkili’ geçmişleri ile raftan bir kez daha indirmemizin sebebi açık. Hem bayram hem seyran zira; kabaca ‘AKP karşıtlığı’ üzerinden tarif edilen bir cepheleşme girişimi planlarının yapıldığı malumunuz. Öncekinin aynısı bir yeni adım.

Seçim odaklı olacağı aşikar bir araya gelişlerin hem mevcut üyeleri (CHP, İyi Parti, kısmen HDP…) hem de müstakbel üyeleri (Davutoğlu ve Babacan’ın ekipleri) eskiye dönüşten, örneğin yeni anayasadan, demokrasiden, toplumsal uzlaşıdan vs. bahsederek ‘cepheleşme’ tamtamlarını yeniden çalıyorlar. Bu tamtamı duyup da kollarını sıvamayacak, kendine bir görev ve misyon biçmeyecek bir liberal, bir ‘kullanışlı aptal’ grubu biz tanımıyoruz. Kafalarını kaldırıp aydın pozlarıyla kanaat önderliğine soyunacaklar.

Hatırlayalım, hatırlatalım; Kılıçdaroğlu gibi ‘unutkan’ olmayalım. Önce şu kabarık faturanın hesabını isteyelim, verebilirlerse başlasınlar toplumsal muhalefeti yeniden deforme etmeye.