RÖPORTAJ | “5 aydır işsiz ve güvencesiz yaşamaya çalışıyoruz”
Kadıköy Sineması’nın (artık) eski çalışanları, Şubat 2020’de işten ayrılmak zorunda bırakıldıklarını ve hiçbir haklarının ödenmediğini açıklayarak dayanışma çağrısında bulunmuştu. Sosyalist Kültür olarak perdenin arka tarafında filmi izlememizi sağlayan emekçilerin yanında olduğumuzu belirtiyor sözü 5 aydır mücadelesinden vazgeçmeyen Mevlüde’ye bırakıyoruz.
Kadıköy Sineması’nın (artık) eski çalışanları, Şubat 2020’de işten ayrılmak zorunda bırakıldıklarını ve hiçbir haklarının ödenmediğini açıklayarak dayanışma çağrısında bulunmuştu. 5 aydır seslerini yükseltmeye çalışan emekçiler ‘Kadıköy Sineması Emekçileri’ adıyla Twitter hesabı açarak #KadıköySinemasındaHakGaspı etiketi altında taleplerini dile getirmeye devam ediyor. Sosyalist Kültür olarak perdenin arka tarafında filmi izlememizi sağlayan emekçilerin yanında olduğumuzu belirtiyor sözü 5 aydır mücadelesinden vazgeçmeyen Mevlüde’ye bırakıyoruz.
Gamze Kulak: En başından başlayalım. İşyerinde çalışma şartlarınız nasıldı? Mesela haftada kaç saat çalışıyordunuz, fazla mesai ücretiniz ve izin haklarınız veriliyor muydu?
Mevlüde Karataş: Ben yarı zamanlı gişe personeli olarak çalışıyordum. Yarı zamanlı çalışan iki kişiydik. Yarı zamanlı ne demek? Haftalık 30 saat çalışmak demek. Hizmet sektöründe genelde haftada altı gün çalışıldığını düşünürsek günde beş saat çalışmam gerekiyordu. Beş saatin üstünde çalıştığım her saat ekstra mesai demek.
Sinema genelde 10:00 gibi açılıyor (yarım saat öncesi sonrası payı var bunun bir de). Saat 10:00’da başladığım işi 15:00’te devretmem gerek. Aynı şekilde benden sonra işe başlayan arkadaşın da saat 20:00’de çıkması gerekiyor. O zaman burada sormamız gereken soru şu: Son film gösterimi kaçta yapılıyor? Alışılagelen haliyle saat 21:00 gibi, burada 15 dakika erken veya geç gibi oynamalar da oluyor tabii. Gişeyi kapatmak demek raporlama yapmak, kasayı toplamak ve günlük ciroyu teslim etmek demek. Zaten son seansı saat 21:00 kabul edersek 1 saat mesai yapmış oluyoruz. Bir de bunun teslim için harcanan vakti var. Acıklı olan tüm bu ekstralar işin özüne sinmiş bir yanlış, yerleşik bir hak gaspı. Haftada 30 saat değil, 37-38 saat çalışmış oluyoruz ama aldığımız para 30 saat üzerinden ödeniyor, SGK primimiz 30 saat üzerinden yatıyor. İşveren devletin belirlediği asgari koşulu (30 saat) yerine getirdiği için görevini yapmış sayıyor kendini. Oysa fazla mesainin bir tanımı var. Yasalarla belirlenmiş güvence altına alınmış bir tanım bu.
Bir de Kadıköy Sineması sık sık gece seansları düzenleyen bir yer. Sabah saat 10:00’da açılıp akşam saat 22:30’a ve hatta 23.00’a seans koyan bir sinemada yarı zamanlı olarak iki kişi çalışıyor. Varın hesabını siz yapın! Bizim gibi siz de üzülürsünüz.
G.K.: Anlattığınız fazla mesai durumu dışında takip ettiğimiz kadarıyla başka konular da sizi haklı fesih kararı almaya mecbur etmiş görünüyor. Bunlara dair de bilgi verir misiniz?
M.K.: Görüntüyle birlikte ses kaydeden kamera değişiminin yapılacağını öğrendiğim ilk andan itibaren tepkimi gösterdim. Bu özel hayatın gizliliğinin ihlali anlamına geliyor. Bu bir suç. Aynı zamanda çalışanı mülkü olarak gören bir zihnin ürünü. Siz bir çalışansınız evet ama her şeyden önce bir insansınız. Buradaki sakıncalı bakış; sizi insan olmanızdan önce çalışan olarak görüyor. Mobbingi başka yerde aramaya gerek var mı? İtirazımı kurum müdürüne bildirdim. Etkili olup olmadığını bilmeden bir süre geçti. Sonrasındaysa bir gün işe gittiğimde kameraları değiştirilmiş olarak buldum. Hemen bir avukat arkadaşımdan neler yapabileceğimi sordum ve haklarımı öğrendim. Ve olayın ardından yaptığımız ilk toplantıya hazırlıklı gittim. Daha yeni söz almıştım ki sözüm kesildi ve üslubunca kapının yeri tarif edildi. Çıkış kararımızı ise ertesi gün hep birlikte aldık ama hafta sonuna denk geldiği için bir gün bekledik. Haklı fesih sürecini başlatmamız böyle gerçekleşti.
“5 aydır işsiz ve güvencesiz yaşamaya çalışıyoruz”
G.K.: Bildiğim kadarıyla fesih kararınız aslında şubatta ama dava sürecine yeni başlayabildiniz. Pandemi sebebiyle yaşanan bu gecikmeli süreci de paylaşır mısınız?
M.K.: İhtarnameleri şubat ortasında yolladık ama dava sürecine hemen geçemedik çünkü benim dışımda ayrılan birçok arkadaşımın eski mülk sahibiyle (kendisi şu anki mülk sahibinin babası) ortak ve değer verdikleri bir geçmişe sahipler. Bu bağdan dolayı da doğru tarif mi olacak bilmiyorum ama gerçekleri hep gönül gözleriyle görüyorlardı. Yani olaylara bakışlarında hakikat kırılıyordu, toleransları çok yüksekti. O nedenle şubat ortasından pandemi başlayana kadar hayli zaman kaybettik yasal süre için. Bu arada işverenler çıkış gerekçemizi SGK’ye istifa diye bildirmiş böylece işsizlik maaşı için başvuru yapma hakkımız elimizden alınmış oldu. Bu hakkımız baki, dava lehimize sonuçlandığında yine alabileceğiz ama hepimiz için doğurduğu sıkıntı büyük oldu. Tam bu süreçte yani bir aylık işsizler olarak yakalandık pandemiye. Tabii şubattaki yarım ay da var. Yani en son ocak ayı maaşını aldık. 5 aydır işsiz ve güvencesiz yaşamaya çalışıyoruz.
G.K.: Sizin sosyal medya kanallarıyla yaptığınız duyuru ve açıklamadan sonra Kadıköy Sineması da bir açıklama yayınladı ve süreci kendi açılarından anlattılar. Bu açıklamaya karşı senin cevabın nedir?
M.K.: Açıklamaları öfke, suçlama, kimseyi ilgilendirmeyen bir yığın detay ve kendini ifşa ile dolu. Birçok kişi gibi ben de gülünç buldum. İki gişe çalışanı hesabını yaptık zaten orada maaş da mobbing de yer alıyor. Elbette daha birçok şey var ama bu göstergeler çıkarım yapmak için yeterli diye düşünüyorum. Belki şunu ekleyebilirim, hak ihlali yapılan kameralar için film şirketine sorumluluktan söz edilmiş. Gişeye ve büfeye konulan sesli kameranın film şirketine ne katkısı olacak? Seçilmiş iki yer de sinema işletmecisini ilgilendiren alanlar. Film şirketiyle nasıl bir bağlantı kurmamızı beklediklerini anlayamadım.
İkinci sav olarak da gişedeki kiracı bilet şirketinden bahsedilmiş. Onların ihtiyacı olsaydı geldikleri an yapmaları gerekmez miydi? Ya da şöyle soralım; sözü edilen bilet firmasıyla büfenin ilgisi ne? Bu öne sürülen iki şey de gerçeği yansıtmıyor. Zaten sinemanın rutin işleyişinde doğdu bu fikir. Orada çalışan biri olarak bunu biliyorum. Güvenlik ve hassas para akışından bahsedilmesi en akla yatkın seçenek. Ama orada da şöyle bir durum var, diyelim gün sonunda kasada bir para açığı çıktı, bu açık çalışana aittir. Hemen alınır ya da duruma göre ay başına ertelenir ama bu parayı biz öderiz. Bu bir kuraldı ve hep buna göre çalıştık. Dolayısıyla biz gişeciler olarak bir hata yaptığımızda zaten kendimiz ödüyoruz bedelini işverene yansımıyor ki. İşveren ona yansımayan bir sorunun önlemini neden alıyor olsun? Açıklamanın bir başka yerinde kameralar için alelade seçilmiş yerler olduğunu söylemiş. Gişe ve büfe para akışının olduğu iki yer ve biz hesap açıklarını kendi ödeyen insanlarız. O zaman sorun para değil. Sorun, bizleri yüksek kontrol ve tahakküm altına almak. Kendileri de belirtmiş, bu sorunla bir ay savaştık ve tabii ki kabul etmedik. Anlatmaya ve anlamaya çalışmak için bir ay gayet yeterli bir süre diye düşünüyorum.
“Önemsenen şey insan, erdemler, kültür vs değil, para”
G.K.: Kültür alanında emekçi olmak, toplumsal algıda hep “keyifli” olarak düşünülüyor. Kültür alanında çalışan biri olarak, bence de epey keyifli ama kaçırılan önemli bir nokta, çalışma koşullarındaki adaletsizliklerin aslında birçok sektöre göre daha fazla olması ve günyüzüne çok daha zor çıktığı gerçeği. Aynı sektörde hizmet alanında çalışan olarak ne düşünüyorsun?
M.K.: Bu alanın bende uyandırdığı algı da kültüre ve sanata duyduğum aidiyetten kaynaklı bir yakınlıktı. O yüzden cezbedici bir tarafı var böyle kurumların. Kültür-sanat hayatına ait kurumlarda insana ve insana ait olan şeylere yüksek bir bilinç ve hassasiyet olduğunu var sayıyoruz. Neden? Bu bir yanılgı. Bizim yanılgımız! Yaşadığım tecrübe bana gösterdi ki iş hayatında herkesin birincil derecede önemsediği şey para kazanmak. Önemsenen şey insan, erdemler, iyi bir filmin hazzı, itibar, kültür vs değil amaç para. Bunlar karşılığında para ederse anlamlı. İtibar para kazandırdığı için önemli. Kazandırmasaydı önemli olmazdı. Tamamıyla atıyorum; para kazandıran yeşil ışık olsaydı, itibarın yerini yeşil ışık alırdı. Bakın işveren ve çalışan dediğimiz iki insan aynı ülke şartlarında yaşıyorlar. İşveren verdiği maaşın sokaktaki karşılığını biliyor olmalı diye düşünüyorum, bilmiyor olamaz. Mesela 3 lira veriyor o parayla ne yapılır biliyor olmalı? Değişken olmakla birlikte bir market alışverişi ne kadara mal olur ya da ulaşım bedeli nedir? Bunlar yan yana konulup toplandığında ortaya çıkan tabloda bir cevap saklı. Biz zannediyoruz ki böyle kurum sahiplerinin ya da yöneticilerin insandan yana ağır basan bir terazileri var. Anlayışlılar, duyarlılar vs bir sürü yanlış zanla doluyuz. Gerçek hiç böyle değil. Herhangi bir manifaturacı, bir telefon bayii veya bir bakkal neyse o da o. Neden bu insanlar kitap okuyor diye Oliwer Twist‘i yazmışlar gibi davranma eğilimindeyiz ki? Ben yaşayarak öğrenmiş oldum. Farkında mısınız? Tüm bunları devletin belirlediği en alt limit için konuşuyoruz. Daha altı yok. Var dersek kaçak işçi statüsünden söz etmemiz gerekir.
Söyleyeceklerim bu kadar. Teşekkür ederim.
G.K.: Biz teşekkür ederiz…