AKP İstanbul Sözleşmesine neden saldırır?
İstanbul Sözleşmesi şiddete sebep olan ayrımcılıkla – kadın erkek eşitsizliğiyle mücadeleyi içerirken sözleşmeyi imzalayan AKP iktidarı eşitliğin fıtrata aykırı olduğunu savunuyor.
Gönül Aydınlık
Emperyalizm destekli siyasal İslamcılar, bilhassa İhvan, Ortadoğu’da girdiği her coğrafyada gerek ideolojik gerekse siyasal gelişmeler açısından çökmüş durumdadır. Her bölgede tasfiye olmaktadır. AKP iktidarı ise Müslüman Kardeşler (İhvan) ile bağlantısını inkar etmemiştir. AKP’nin bir rejim değişikliği partisi, karşı devrim partisi olduğu ise artık herkesin malumu. Keza bu teze soğuk bakan siyasal özneler bile utana sıkıla laiklik eksenli siyasete hak vermiş durumda. Bu rejim değişikliği çok uzun süre önce liberaller tarafından “yeni” Cumhuriyet olarak kodlanmıştı. “Yeni” Cumhuriyet’in hassas dengesini ise kadınlar oluşturmaktadır.
Kuruluş aşamasından itibaren yerleşme sancıları çeken bu yeni Cumhuriyet’in toplumda hala karşılık bulamaması üzerine bir de AKP iktidarının düşüşe geçmiş olması eklendiğinde İslamcı cenahta birçok başlıkta bir dizi tartışma baş göstermiştir. Söz konusu tartışmaların vücut bulduğu başlıklardan biri Siyasal İslam’ın bir türlü nereye oturtacağını kestiremediği kadın sorunudur. Bu noktada, gerici hareketin hiçbir koşulda kadın sorununa çözüm üretemeyeceğini -çözüm üretmek gibi bir derdinin de olmadığını- hatırlatmakta fayda var. Siyasal İslam içerisindeki geleneksel ve yenilikçi kanat arasında süregelen kadın sorunu tartışmasında, gelenekçi cenah, İstanbul Sözleşmesini hedefe almış ve ortadan kaldırmak için sözleşmenin etrafından dolaşan fikirler üretmiştir. Sağ ideolojinin ve gerici medyanın uzun süredir hedef tahtasında oturan İstanbul Sözleşmesi, içeriği gereği AKP’nin yaratmak istediği toplumsal dönüşümle büyük bir tezatlık içerisinde bulunmaktadır. Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere birçok gerici özne, kadın erkek eşitliğini fıtrata aykırı olarak nitelendirirken İstanbul Sözleşmesi uluslararası hukukta, şiddetin kadın erkek eşitsizliğinin bir sonucu olduğunu vurgulayan ilk sözleşme olma özelliğini korumaktadır. İstanbul Sözleşmesine bakıldığında da kadın erkek eşitliğini bir ilke olarak almaları ve kadınlara yönelik ayrımcılığı önlemek üzere tedbirleri uygulamaları noktasında tarafları yükümlü kılmaktadır.
Pınar Gültekin cinayetiyle tekrar gündeme gelen İstanbul Sözleşmesi bilindiği üzere AKP hükümeti tarafından 2011 yılında imzalanmıştır. Fakat bir süredir AKP ve diğer gerici öznelerin iş birliğiyle sözleşmeden çekilmek gerektiği dillendirilmektedir. Bugün gelinen noktada AKP neden İstanbul Sözleşmesine saldırı pozisyonuna geçmiştir?
Bu soruya cevaben AKP’nin kadın politikasında bir değişikliğe gittiğine dair bir çıkarımda bulunmak hatalı olacaktır. Son 20 yıllık döneme bakıldığında iktidar partisinin kadına yönelik gerici saldırıları, kadını ikincilleştirerek toplumsal hayattan hızla uzaklaştırması, -eve kapatması- hatırlanacaktır. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi iktidarın politika değiştirdiği anlamına gelmemektedir. Bilakis AKP bu adımıyla gerici rejimini inşa ederken kadını konumlandırdığı yeri sağlamlaştırma arayışındadır. Sözleşmenin imzalayıcısı olan iktidar partisinin sözleşmenin uygulanmaya başlandığı 2014 yılından bu yana kadına yönelik şiddete karşı tutumu ve kadına biçtiği toplumsal roller göz önüne alındığında AKP’nin bilinçli bir tercihle hareket ettiği açıklığa kavuşmuş olacaktır.
Kadın sorununda başta da belirtiğimiz taraflara bakıldığında geleneksel İslamı savunanlar da daha ‘yenilikçi’ olanlar da hiçbir zaman gerçek anlamda kadın erkek eşitliğinden yana olmadılar. ‘Yenilikçi’ kanada bir örnek vermek gerekirse, Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın da yönetim kadrosunda yer aldığı Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM), her fırsatta kadın erkek eşitliğini reddeden bir örgütlenme olarak karşımıza çıkıyor. Siyasal İslamın her iki kanadında da kadın, aile kavramı üzerinden tanımlanıyor; erkeğin tamamlayıcısı olarak görülüyor. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi üzerinden vuku bulan tartışmada tarafların ikisi de kadın erkek eşitliğini reddeden bir çizgidedir.
İstanbul Sözleşmesinin şiddeti fiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik şiddet olarak kapsamlı bir şekilde ele alıyor oluşu, kadına yönelik şiddetin bir ayrımcılık sonucu ortaya çıktığını belirterek toplumsal cinsiyete dayalı şiddet-ev içi şiddet tanımlaması önemli bir adımdır.
İstanbul Sözleşmesine bakıldığında devlete ve birçok kuruma ciddi sorumluluklar yüklendiğini de görüyoruz. Kadına yönelik şiddetin engellenmesi, şiddete karşı koruyucu tedbirlerin alınması, şiddet durumunda gerekli cezai yaptırımların uygulanması noktasında birçok yaptırıma sahip bir sözleşme olarak karşımıza çıkıyor İstanbul Sözleşmesi. Ayrıca sözleşmede saptanan şiddetin sebeplerinden biri olan ayrımcılığın önlenmesiyle ilgili birçok düzenleme içeriyor. Yalın bir ifade ile tekrarlamak gerekirse, İstanbul Sözleşmesi şiddete sebep olan ayrımcılıkla – kadın erkek eşitsizliğiyle mücadeleyi içerirken sözleşmeyi imzalayan AKP iktidarı eşitliğin fıtrata aykırı olduğunu savunuyor.
Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere birçok bakanın, milletvekilinin açıklamalarına bakıldığına kadını aşağılayan ve ayrımcı nitelikte olan söylemlerini görebilmek mümkün. Dolayısıyla eşitliğin fıtrata ters olduğuyla başlayan her konuşma sözleşmeyi en başından geçersiz hale getirmeye yetiyor.
Ülkemizde her geçen yıl kadın cinayetlerinin artması kadın düşmanı politikaların bir uzantısıdır. Kadına şiddet ve kadın cinayeti davalarında iyi hal indirimlerinin uygulandığı, Nisan ayında AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla meclisten geçen infaz düzenlemesiyle kadına yönelik şiddet ve istismar suçlularının cezaevlerinden salıverildiği, kadına şiddetin Diyanet başta olmak üzere birçok gerici aktör tarafından meşrulaştırıldığı bir tabloda kadın cinayetlerinin politik olduğunun altının çizilmesi gerekmektedir. AKP’nin eliyle kurduğu gerici rejimde kadını konumlandırdığı yeri görmeyen, laikliğin ve cumhuriyetin ilkelerinin tasfiye edildiği bir düzlemde gericilikle mücadele etmeyen, toplumun şer’i kanunlar referans alınarak yeniden inşa edilme projesinin karşısında yer almayan kadın mücadelesinin kazanım elde etme şansı bulunmamaktadır. Gelinen noktada, kadın cinayetleri, toplumun kadına bakışını bir resmidir. Bu bakış bizzat iktidar eliyle gerici söylemlerle üretilmiştir. Kadınları ikincil sınıf olarak gören, kadının toplumsal rolünü aile içinde yeniden üretim süreçleriyle tanımlayan gerici rejimle kadın erkek eşitliğini, laikliği, aydınlanmayı savunarak baş edebiliriz. Anneliği kutsayarak, kadını itaatkar eş olarak kodlayıp toplumsal alandan uzaklaştırıp eve hapseden bu düzenle hesaplaşılmalıdır.
Her gün bir kadını katleden ve binlercesini de bu korkuyla yaşatan çürümüş düzenin ta kendisidir. Bu ülkenin ilerici kadınları olarak iktidarın gerici politikalarını kabul etmediğimizi, toplumsal yaşamdaki varlık mücadelemizi sürdüreceğimizi, kadınları korumayan ve uygulanmayan yasaların takipçisi olacağımızın sözünü veriyoruz. İktidar İstanbul Sözleşmesinden çekilmenin halkın talebi olduğu yalanını söyleyedursun biz sözleşmeden ülkemizin imzasının çekilmesini kabul etmediğimizi, kadına şiddetin meşrulaştırılmasına izin vermeyeceğimizi söylemeye devam ediyoruz. Bu karanlık tabloda İstanbul Sözleşmesinden çekilmek kadına şiddeti onaylamaktır!