Anormal normalleşme
Bu ülkenin emekçilerinin alkışa değil emeğinin karşılığına ihtiyacı vardır!
Hünerment Boral
Covid-19 ile geç tanışan Türkiye erken normalleşiyor, bu durumun sebebi tabii ki de “kusursuz sağlık hizmetlerimiz” ile virüsü yenmemiz değil.
Vaka sayısının sözde azalmasıyla beraber 11 Mayıs’ta AVM’leri açmaya koyulan hükümet gerçek önceliklerinin ne olduğunu ise bir kez daha kanıtlamış oldu. Uzun kuyruklar ve yok denecek kadar az önlemler ile açılan AVM’ler hizmet emekçilerinin sağlığını hiçe sayarak yoluna koyuldu. Hemen ardından ise 1 Haziran’da normalleşmeye tamamiyle geçileceği, 16 Mart’ta kapatılan umuma açık istirahat ve eğlence yerlerinin açılacağının “müjdesi” verildi.
Salgını yendiğini lanse eden hükümet, buhranda olan halkı kandırarak rahatlatmak ve sıcak para akışını sağlamak gayesiyle anormal normalleşme politikasını yürürlüğe geçirdi.
Salgının yayılmasını engellemek amacıyla getirilen sokağa çıkma kısıtlamaları da amiyane biçimde laf olsun torba dolsun şeklindeydi. 20 yaş altı ve 65 yaş üstü vatandaşların sokağa çıkmasını engelleyen kısıtlama esnetilerek çalışmak zorunda olan kişiler muaf tutuldu. Bu durum da çocuk işçiliği ve yüksek riskli grupta olduğu halde çalışmak zorunda kalan işçilerin çaresizliğini ve düzenin iğrençliğini tüm gerçekleriyle gösterdi.
Pandemi dönemi her konuda sınıfta kalan sermaye yanlısı AKP hükümeti planladığı bu adımlarla da emekçi halkı değil burjuvaziyi düşündüğünü göstermiş oldu. Kısa çalışma ödeneği adı altında işten çıkarılmayı yasaklayan AKP hükümeti emekçi sınıfı yokluğa mahkum etti. Yalısının bahçesinde, villasında spor yapan sermaye sınıfı ise halkı hiçbir gerçekliği bulunmayan kampanyalarla sıvasız evinde kalmaya çağırdı. Paradoksa itilen halk ya evde kalıp açlıktan ölecek ya da çalışıp koronavirüs sebebiyle ölecekti. Önlem alınmadan çalıştırılan inşaat ve yapı işçileri, market emekçileri, hem okuyup hem çalışmak zorunda olan öğrenciler… Hiçbir şekilde güvencesi olmayan emekçi sınıf hayatıyla kumar oynayarak çalışmaya mecbur kaldı ve sonuçları ülke çapında korkunç oldu. Buna karşın Sınıf Tavrı’nın başlattığı ve büyük etki yarattığı “evde kalmak için ücretli izin” kampanyası ile toplanan imza sayısı oluşan yaranın ne kadar derin olduğunu gözler önüne serdi.
İmza kampanyasına ek olarak Türkiye Komünist Hareketi’nin yayınlamış olduğu Toplumcu Reçete ile salgına karşı yapılması gerekenler 14 madde halinde listelendi. Kapitalizmin global ölçüde ekonomik ve halk sağlığı konusunda girdiği krize çözüm olarak açıklanan liste çeşitli kanallar aracılığıyla yayımlandı. Salgına ve ekonomik krize karşı açıklanan reçetede tamamiyle ücretsiz sağlık hizmetleri, düzenli taramalar, ücretsiz ilaç ve tedavi araçları, gıda fiyatlarının sabit tutulması, emekçilerin alacaklarının ödenmesi ve borçlarının askıya alınması gibi maddeler kesin ve eksiksiz bir biçimde belirtilmişti; fakat sermaye düzeni bu temel haklara karşı olduğundan mütevellit sermaye yanlısı hükümet de karşı çıkmıştır.
Kamulaştırmanın yerine özelleştirmelerin, serbest piyasacılığın ve bireyselliğin getirildiği sistem krizi körüklemekten başka hiçbir işe yaramadı. Krizin bir diğer ayağı ise salgın ve ekonomik yetersizlik kaygısı ile paniğe kapılan halk oldu. İlk vakanın ilan edilmesiyle gıda, temizlik ve kişisel hijyen ürünlerine akın eden halk kapitalizmin getirdiği yağma kültürüne maruz bırakıldı. Özel sermayenin tekelinde olan maske ve eldiven gibi salgından korunma araçlarına getirilen astronomik zamlar halkın paniğini daha da çok arttırdı. Maske edinmez ise hasta olacak ya da maske takıp aç kalacaktı. İşe el koyan devlet 20 – 65 yaş arasındaki herkese haftalık maske dağıtacağını belirtti fakat bunu da beceremeyen hükümet halkı özel sektörün önüne geri attı.
Salgın koşullarında çalışmak istemediğimizi belirttiğimizde ise bizlerin “şanslı” olduğu çünkü hala bir işimizin olduğu belirtildi. Baktığımızda bir tarafta ekipman yetersizliği olduğunu yüzlerce kez belirtmesine rağmen hayatını kaybeden sağlık emekçileri, enfekte çalışan olduğu halde karantina altına alınmayan şantiyelerde ve fabrikalarda çalışmak zorunda olan emekçiler, yoksulluktan intihar eden ebeveynler. Bu gerçekliğin karşısında ise ceplerini daha fazla doldurmak isteyen sermaye, kapitalist düzen ve onun şakşakçısı libareller var. Hükümetin ise hangi tarafta olduğunu söylemek gereksiz olacaktır.
Bu süreci fırsat bilen kan emici sermaye yeni rant kapıları yaratarak parasını katlamaya devam etti. Salgın için bütçe ayırması gerekirken sömürdüğü halktan para dilenen hükümetin yapması gereken şey ise toplumcu reçetedir.
İstifçilik ve yağmacalık ile kapitalizmin çarklarında gittikçe ezilen, parası olanın tatil olarak gördüğü, parası olmayanın ise her gün ölebileceği korkusuyla geçirdiği bu zorlu süreç sosyalizm ihtiyacını acı bir şekilde gösterdi.
Bu ülkenin emekçilerinin alkışa değil emeğinin karşılığına ihtiyacı vardır!