Beyazıt Meydanı’ndaki Ölümsüz: Turan Emeksiz
Turan Emeksiz, sadece 28 Nisan 1960’ta polis tarafından katledilen bir öğrenci değildir. Biz ilerici gençliğin dünü ve bugünüdür. Biz de, ondan sonra gelen ‘68 kuşağı da onun yolundan gitmiştir, gidecektir. Hayata, kavgaya, attığı adımına kadar mücadelesini katan bir gençliği yaratmak hedefiyle yaşayanlar, yaşamak için ölenler, bu ülkenin pırıl pırıl gençliğidir. Yeni bir ülkenin tuğlalarını döşeyenler de bugün bizleriz. “Okumuş insan emekçi halkına karşı sorumludur.” diyenler de bizleriz.
Arjin Avcı
“Bir ölü yatıyor
ders kitabı bir elinde
bir elinde başlamadan biten rüyası
bin dokuz yüz altmış yılı nisanında
İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda”
Nâzım Hikmet bu satırları Turan Emeksiz’in ölümünden kısa bir süre sonra, mayıs ayının bir vaktinde kaleme almıştı. Baskıların hat safhada olduğu, yüzlerce gazetecinin hüküm giydiği, sanatçılarımızın yazarlarımızın ve öğrenci gençliğimizin dışarıda üretim yapacak olması gerekirken ya demir kapıların ardına ya da ölüme mahkûm edildiği ayları ve yılları kapsar bu dönem. Beyazıt Meydanı’ndaki ölümsüz, yani Turan Emeksiz de bu dönemin henüz 20 yaşında, başını eğmeyen, haksızlığa karşı yürüyüş eyleyen bir gencecik öğrencisiydi.
Gelin, sonucu Turan Emeksiz’in katledilmesinden 27 Mayıs ihtilaline kadar gidecek olan zaman dilimini götürdükleriyle ve aynı zamanda özellikle biz üniversite gençliğine getirdikleriyle beraber ele alalım:
Şimdiye kadar örneğini gördüğümüz toplumsal hoşnutsuzluğun getirdiği sahte umut ışıklarından biri olan Menderes hükümeti; CHP’yi tenkit eden, farklı bir seçenek olmadığı için muhalif görünen yapısıyla iktidara geldi fakat tenkitte bulunduğu CHP eylemlerinin benzerini hatta yeri geldiğinde fazlasını hayata geçiren bir baskı dönemini başlattı. Günümüze kadar, şimdiki yıllarımızı da kapsayan yönetim anlayışı, DP döneminden beri pek bir değişikliğe uğramamıştır; öğrencileri her yönden baskı mekanizmasında eriten, az önce de dile getirdiğimiz aydınlarımızın, muhalif sanatçılarımızın üretimini engelleyen, sermayeci politikalarının faturasını canımız pahasına bizlere kesen bir yönetim şekliyle, Türkiye’nin sistemsel hesaplaşmalarının gelmediği tekrarlarıyla göz önüne seriliyor.
Demokrat Parti, bu örneklerden sadece biridir. Köy enstitülerini kapatan, seçmeli din derslerini müfredata sokan, serbest piyasa anlayışını tam anlamıyla hayata geçiren, imam hatiplerin sayısını artıran, NATO uğruna askerleri Kore’ye, yani ölüme götüren, bunun karşısında duran solcu aydınlarımızı tutuklatan ve nice Turan Emeksiz gibi ilerici öğrencilerin önüne geçen Demokrat Parti, 27 Mayıs’a kadar iktidarda olduğu dönemde tüm gerici politikalarını yaymaktan hiç gocunmamıştır. CHP de bugün olduğu gibi sessizliğini korumaktan hiç gocunmamıştır.
Hâliyle; bu zaman diliminin günümüze kadar getirdikleri ve götürdükleri, yaşanan olaylar çerçevesinde yeterince kendini belli ediyor. Bugün asıl değinilmesi gereken nokta; bu olayların sol çevrelere, sol görüşlü öğrencilere karşı olan anlayışın üzerinde durmaktır. Turan Emeksiz, bugün halkına ve ilerici değerlerine sahip çıkan sorumluluk sahibi öğrencilerden biridir ve bu yüzden adını hâlâ anmaktayız. Yeni baştan kurulacak bir ülkenin hayalini kuran öğrenci gençlikten biriydi. “Biz bugünün şartları içinde aşırı sol cereyanları fikir ve vicdan hürriyeti mevzuunda mütalaa etmek gafletinde bulunmayacağız.”(*) diyen Menderes’in yolunu tutacak nice hükümetlerden sadece biri de bu hükümetti.
Aynı zamanda Tahkikat Komisyonu’na(**) karşı çıkan Turan Emeksiz, sadece 28 Nisan 1960’ta polis tarafından katledilen bir öğrenci değildir. Biz ilerici gençliğin dünü ve bugünüdür. Biz de, ondan sonra gelen ‘68 kuşağı da onun yolundan gitmiştir, gidecektir. Hayata, kavgaya, attığı adımına kadar mücadelesini katan bir gençliği yaratmak hedefiyle yaşayanlar, yaşamak için ölenler, bu ülkenin pırıl pırıl gençliğidir. Yeni bir ülkenin tuğlalarını döşeyenler de bugün bizleriz. “Okumuş insan emekçi halkına karşı sorumludur.” diyenler de bizleriz.
Biz; Turan Emeksiz’in yoldaşları olarak, Beyazıt’ta, üniversitelerin bir ticarethane olmadığını, haklarımızın gasp edilemeyeceğini, mücadelemizin sonucunu yağmurda, soğukta göstererek yemekhane hakkını kazanan öğrencileriz. Bunun daha fazlasını istemenin de bir görev olduğunun bilincinde olan öğrencileriz! Bunu belirtmeye devam edeceğiz.
Genç işsizliğin zirvelerde olduğu ve aynı zamanda işçi-öğrenci kimliğine sahip gençliğin gittikçe arttığı, bu yüzden kendi gelişimine bizzat kendisine vakit ayıramayan bir gençlik oluşuyor. Daha fazlasını istemek için bu nedenleri bir çuval dolusu cümlelerle destekleyebiliriz fakat anlaşılması gereken tek durum: Zamanında mücadelesini üniversitelere kazımış gençliğin talepleri; yeni bir ülke, yeni bir üniversite anlayışına sahipti. Bugün bizim de sahip olmamız gereken temel misyon budur. Apolitik gençliği, üretimden soyutlanmış gençliği mücadeleye sevk edecek koşulları yaratacak misyon büyük bir önem taşımaktadır.
Üniversitelerimiz açıldığında her gün yanından geçeceğimiz Turan Emeksiz heykelinin karşısında her zamankinden farklı bir dirençle, bilinçle ve fazlasını isteyeceğimiz kavganın inancıyla, en önemlisi umutlarımızla duracağız. İçimize sığmayan umudu gençlikle paylaşıp hayata sığdıracağız. Bu umudun mayasında tarihsel bilinç ve duyarlılığın izleri barınacaktır. Bu sefer kolay kolay bozulamayacak anlamına gelecektir. Egemen sınıfın gelişen gençliği körelten ve onları yalnızca kendi yoz ideolojilerine göre yetiştiren hedeflerine karşı Deniz Gezmişlerin, Harun Karadenizlerin, Turan Emeksizlerin yanında saf tutmaya devam ediyoruz. Yolumuzu aydınlatan ışığı bu güçle harmanlıyoruz. Bu düzen tarih boyunca kendi safını sıklaştırdıkça biz de onlarla aramıza keskin sınırlar koyduk; pratikte bunu kâh 6. Filo eylemlerinde, kâh Haziran direnişinde, yemekhanede, okulda, eylemde gösterdik. Yolumuz uzun olsa da tarihten aldığımız güçle aynı zamanda yolumuzu açtık.
Biz üniversiteli gençlik, kendimizi sadece tarihin tozlu sayfalarında yer alacak figürler olarak görmüyoruz. Turan Emeksiz gibi nice öğrenciyi de öyle görmüyoruz çünkü biliyoruz ki yanıltıcı ölümler içerisinde boğulmuş bir tarihin “tozlu” sayfaları yoktur. Yanıltıcı olduğu için, tam tersi, tarihimizi her daim güncel kılar. Biz hep aynı kalan bir iradeyi temsil etmekteyiz ve bunu sürdürmek için rotamızı sosyalizme doğru belirlemenin en başat görevimiz olduğunu biliyoruz.
(*): Adnan Menderes tarafından 29 Mayıs’ta TBMM’ye sunulan program
(**): DP’nin bu dönemde çıkardığı komisyon kararları baskı rejiminin en üst safhasıydı. 18 Nisan 1960 yılında kurulan bu komisyon, tümüyle DP üyelerinden oluşmuştur. İstenilen şekilde gazeteler toplatılabileceği, savcıların ve askeri yargıçların görevlerine sahip olabileceği, kararlara karşı çıkanlara hapis cezasının verilebileceği komisyondur.