Kaçış mı, mücadele mi?
Emekçi bireyin kendi başına yabancılaşmanın bilincine varamaması ve kavrayamadığı problemi aşmanın yollarını ararken tek meselenin yoksulluk, geleceksizlik veya yaşam tarzına müdahale olarak okuması da çıkmazlardan birini oluşturuyor. Ve sonuç olarak kaçış da merhem olmayınca umutsuzluk ve karamsarlık genel karakter halini alıyor.
Aydın Marmara
Umutsuzluk ve karamsarlık… Bu iki kelimenin, kurtuluşun yolunu döşeyebilecek öznelere tabi olmayan insanların hayatlarında neredeyse kalıcı bir motifmiş gibi durduğu şu günlerde siyaset adına yapılması gerekenin özgün şeyler yazıp çizmekten öte klişelerin altını çizmekten geçtiği inancını taşıyorum.
Yeniye olan inancın ve ihtiyacın hissedileceği kümenin veya hissedecek zümrenin gençlik olduğu herhalde su götürmez bir gerçektir. Egemen ideolojinin kabında henüz daha formunu bulamamış belki de bu yolda geleceğini bulamayacağına ikna olmuş genç nesillerin yeniyi ve geleceğini arayışı çok tutkuludur. Bu yüzden de geleceğe eşitlikçi bir proje koyan solun tutarlı temsilcisi komünistlerin en çok kendine yoldaş bulduğu alandır gençlik dinamiği. Bugün gençliğin görünümü, siyasallaşma kanallarının kısırlığı ya da yanlış siyasallaşmanın önlenemezliği başka bir yazının konusu olarak kalsın. Biz de bu şerhlerin ötesine geçerek yazının fikir babasının ortaya çıkmasını sağlayalım.
Ülkemizde liberallerin bir partisi olmadığı veya dişe dokunur bir partisi olmadığı gerçeği kenarda dururken liberallerin sermaye partilerinin ufkunda üst belirleyenin liberalizm olduğunun da altını çizelim. Ama bugün partisi olan liberallerden birinin ( Evet, Liberal Demokrat Parti’nin eski başkanı Cem Toker’den bahsediyoruz) gençliğe kurtuluş olarak sınır kapısını işaret eden tweetinden hareketle bu yazı yazılıyor. Bu paylaşımın ne kıymeti harbiyesi var diye sorarsanız aslında gençlik içinde kendine damar bulmuş “kaçış fikriyatı”nın net bir biçimde ifadesi olduğu için sadece ufak bir ateşleyen olmak dışında bir önemi yok.
Bugün özellikle amfileri dolduran gençlik arasında dönen sohbetin temeli ‘kaçış’ diye kodladığımız yolların konuşulması üzerine geçiyor. Dokunduğunuz öğrenci yurt dışı planlarından bahsediyor, sosyal medyada bunun üzerine türlü videolar izleniyor, koşullar üzerine araştırmalar yapılıyor ve sonunda döngü bir başka bahara kalmak üzere erteleniyor. Her dönem bunun alıcısı var iken; bu dönem bu fikriyat yok satıyor. Bunun iki temel nedeni ise herhalde birçoğumuz için reddedilmeyecektir: Birincisi AKP’nin özel bir misyon oynadığı gerici 2.Cumhuriyet düzeni ve ikincisi dünyada kısmen Türkiye gibi burjuva iktisatçılarının ‘yükselen piyasalar’ diye kodladığı kapitalist ülkelerde neo-liberal sermaye birikim rejiminin yeniye dair nefesinin tükenmesidir. Problem, yeniye dair olanın dairesinde gençliğin kümelenmek zorunda olmasından geliyor. Bu sıkışma hali sadece son 20 yılın hadisesi değil bilhassa kapitalizmin yeni bir model bulmakta zorlandığı krize girdiği her döneme ait bir ‘sorun’. Aslına bakılırsa sıkışmaların ve krizlerin doğal olduğunu söyleyen komünistler açısından ‘sorun’ teşkil etmiyor olması gerekir. Hatta bu krizli günlerin “biz demiştik” demenin siyasal cesaretinin mücadeleye katılım konusunda pozitif bir ivme yaratacağı düşünülür fakat kriz ve mücadelenin torbası pozitif korelasyon içermiyorsa mücadele içindeki insanlar için bile yıkıcı bir hal alıyor. Mücadele çağrısının olumlu etki uyandırmamaya başlamasının sebebi ise Fransa 68’inden bu yana filizlenen post-modern ve post-marksist bakış açılarının sonucu olarak bilhassa Sovyetler Birliği’nin çözülüşüyle daha hızlı bir biçimde insanlığın bilincine faş edilen parçalı veya mücadeleyi bireye indirgeyen bakışın iktidar ve çözümle yapısal olarak buluşamıyor olması. Sonuç alınamamasının etkileri bugün kaçış fikriyatının yolunu döşeyen nedenlerden biri. Tüm bunlarla paralel olarak neo-liberal saldırının mücadelenin eksenini emekçiler için saptırmış olması. Tüm bunların siyasal ve somut çıktısı yeniye dair umut yitimi ve yabancılaşmanın hayatın damarlarında hissedilmesi. Yeniye dair umut yitimi ise örgütsüz emekçiler ve gençlik demek olurken mücadelenin mana kaybetmesi olarak geri dönüyor. Tüm bu değerlendirme kaçış fikrinin temellerindeki düzenin başarısızlığını ve sermaye diktatörlüğünün baskıcı karakterinin hatlarını gizlemiyor; fakat tüm her şeyi düzenin baskıcı karakterine bağlamanın da sınırı bulunuyor. Çünkü mevcut düzen sadece zor aygıtı üzerinden kitleleri düzen içerisinde tutmuyor yanıltıcı olan ise büyük oranda baskıya indirgeniyor oluşu.
Emekçi bireyin kendi başına yabancılaşmanın bilincine varamaması ve kavrayamadığı problemi aşmanın yollarını ararken tek meselenin yoksulluk, geleceksizlik veya yaşam tarzına müdahale olarak okuması da çıkmazlardan birini oluşturuyor. Ve sonuç olarak kaçış da merhem olmayınca umutsuzluk ve karamsarlık genel karakter halini alıyor.
Normalde ters giden mücadele deneyimlerinde öznenin kendisini sorgulaması çağrısı yapılır, bunun çare olduğuna inanmıyorum. Bunu geçmişte ehven-i şer olarak önümüze sürmelerinde samimiyet olduğunu düşünmüyorum; açıkça söyleyelim bu önerileri sevmiyoruz. Bugünkü umutsuzlukta, geleneksel solun tarzını iğdiş eden ve radikal demokrasinin çözüm olacağını ifade eden bakış açılarının iflası var. Son tahlilde geleneksel olana vurgu yapmanın zamanı gelmiş ve geçmekte. Burada emekçilere pişenden gençliğe düşenin partili mücadele olduğunu ifade etmekte yarar var.