Kapitalist küreselleştirmeci politikalar, ülkemizin çarpık modernleşmeden kaynaklanan sorunlarını da pekiştirdi. Köktendinciliğe ve şovenizme yatkın kitlesel potansiyeli harekete geçiren iktidar pratiği, moderniteyi temsil eden akılcılık, laiklik ve bilimsellik gibi kavramların toplumda yaşam bulmasını istemiyor. Kimliksel ve kültürel odaklı neoliberal küreselleşme anlayışı radikal demokrasi kisvesi altında özellikle etnik ve mezhepsel ayrışmayı tehlikeli biçimde körüklüyor. Modern dönemi temsil eden büyük anlatıların yerini postmodern durumu niteleyen küçük ölçekli çoklu anlatılar aldı[1].
Çok parçalı toplumsal grupların özgül değer yargıları ise çağdaş ölçütlere uymayabiliyor. Öyle ki tüm dünyayı tehdit eden coronavirüs bile bazı grupları mevcut alışkanlıklarından bir süreliğine bile uzaklaştırmaya yetmiyor. Kültürel aidiyeti temsil eden ritüellere katılmak bir varoluş sorunsalına dönüşüyor. Toplu asker uğurlamasından Umre’den dönenleri ziyarete; düğün alayına katılmaktan pikniğe gitmeye varan ritüellerden vazgeçilemiyor. Bunların yanında virüs tehlikesinin esamesi bile okunmuyor. Gözle görünmeyen bir tehlikeye pabuç bırakmayacak kadar cesur yürekli cahillerimiz var; kör inançlarına ve sabit fikirlerine inatla bağlılar, üstelik özgüvenleri de tam! ‘Biz Türk’üz bize bir şey olmaz’ diyen de var; ‘Allah ne yazdıysa o olur’ diyen de… Birey üzerindeki grup baskısının etkileri de cabası.
Görmüyorsam yoktur
Gözüyle görmediği tehlikeyi yok sayacak kadar soyutlama yeteneğinden yoksun olanlar, bazen aymazlığa varan boşvermişlik, bazen de akıl dışı bir tevekkül etkisiyle davranıyor. Örneğin yaşadığı çevreyi eşek arıları istila ettiğinde evden çıkmaktan korkacak olanlar, gözle göremedikleri için virüsü tehdit olarak algılamıyor. Böylesi kişileri GDO’lu ürünler, kanserojen katkı maddeleri ve iklim krizi gibi görünmez küresel risklere inandırmak da kolay değil. Bu küntlük, bildiklerini doğru sayıp bilmediklerini yok sayan kesimleri oy deposu olarak sahiplenen popülist siyasetin eseridir. Modernitenin kazanımlarını küçümseyen anlayış ne yazık ki Orta Çağ ilkelliğini baş tacı ediyor. Yıllardan beri bilgeliğin tevazusu, cehaletin küstahlığı altında eziliyordu. Oysa bugün, aklı ve bilimi dışlayan, mesleki uzmanlığı küçümseyen iktidar sahipleri, Türk hekimlerine emanet olmuş durumda! Zamanında hekimlere söven, yumruk atan şimdi minnetle alkış tutuyor. Şifa bulmak için hurafeler yetmeyip doktordan medet umuyorsanız, termal kamerayla ateş ölçebiliyorsanız, otomobil, mobil telefon, bilgisayar gibi çağdaş teknolojik ürünleri kullanabiliyorsanız bilim insanlarını alkışlamak zorundasınız.
Akıl ve bilimle inatlaşılmaz
Siyaset erbabı, Kanal İstanbul, deprem, gıda güvenliği gibi doğrudan insan yaşamını ilgilendiren konulardaki uyarıları ve önerileri için de bilim insanlarını alkışlamak zorunda. Siyasal iktidarlar, akıl ve bilimle inatlaşma lüksüne sahip değildir. Hemen her konuda bilim insanlarının ve uzmanların görüşlerini yok sayan üstünlük taslayıcı tavır bu kez fena halde duvara toslamıştır. Allah’a emanet bilim olmayacağı artık anlaşılmıştır. Cehaleti baş tacı edenler, cahillerini yaşatabilmek için de bilim insanlarına ihtiyaç duyduklarını kavramış mıdır? Dut pekmezinin ilahi gücünün yetmediği bir virüs uğruna çizilen lider karizması, yurdum insanı için hayal kırıklığıdır. Başkomutan sıfatıyla askeri kamuflaj giyen muktedirin en kısa sürede başhekim olarak da beyaz önlük giymesi yandaşlarını ziyadesiyle rahatlatacaktır (!)
Kayıtsızlığın bazı nedenleri
Neoliberal küreselleşmenin bireyciliği kutsayarak toplumsal dayanışmayı yok sayması ise ülkemiz dahil tüm kapitalist dünyayı ilgilendiren bir diğer sorundur. Egemen ideolojinin üretimi olan benmerkezcilik ve vurdumduymazlık, bireyleri dış dünyadan kopartarak nesnel gerçekliğin doğru algılanmasının önüne geçmektedir. Neoliberal küreselleşmeyle pompalanan tüketim kültürü hedonizmi de kışkırtarak bireyi toplumsal kayıtsızlığa itmiştir; özellikle İtalya’da coronavirüsün hızla yayılmasında gençlerin benmerkezci vurdumduymazlığı etkili olmuştur.
Öte yandan günü kurtarmaktan başka hiçbir amacı olmayan yoksul kitlenin salgına görece kayıtsız kalıyor görünmesinin temel nedeni de acımasız yaşam kavgasıdır. Yoksulluk, gelecek bilincinin oluşmasının önünde önemli bir engeldir. Bu kitlenin gelecek bilinciyle hareket ederek kendini ve çevresini salgından korumaya çalışmasını beklemek boşunadır. Devletin ‘gerekmedikçe evden çıkmayın’ uyarısına muhatap olanların çoğu da işe gitmek zorunda olan emekçilerdir. Sıkıldığı için evden kaçan emeklilerin dışında hala çalışmak zorunda olan emekliler de olduğunu anımsamak gerekir. Devlet tarafından işverenin insafına bırakılan emekçilerin Sağlık Bakanı’nın önerisiyle kendi OHAL’lerini ilan etmeleri mümkün değildir. Hatta salgın süreci uzadıkça ücretsiz izin adı altında işten çıkarmaların artması da büyük bir sosyal kriz riskidir. Böylesi olağanüstü süreçlerde derin sınıfsal farklılıkları gizleme olanağı ortadan kalkmaktadır. Siyasal iktidarın temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp öne sürdüğü ‘halkı yaşatabilmek için şirketleri kurtarma’ planı, en son Ekonomik İstikrar Kalkanı paketiyle de yinelenmiştir.
Kapitalizmin maskesini düşürenler
Bu süreç kapitalizmin sorgulanması için önemli bir fırsattır. İnsanı öbür dünyaya hazırlayan popülist politikalara değil, bu dünyada esenliğe kavuşturacak toplumcu bir anlayışın egemenliğine gereksinim vardır. Kutsal olan insan yaşamıdır. İnsan olmadan hiçbir kutsal değerin de anlamı yoktur. Coronavirüsle mücadeleye katkı vermek için İtalya’ya giden Kübalı sağlık ekibinden Dr. Fernandez, insanı yaşatmayı devrimci bir görev olarak tanımlarken Dr. Diaz ise dayanışma ilkesine dayalı onurlu bir görevi yerine getireceklerini belirtmiştir[2].
Rekabetçi anlayış ekseninde birbirini tepelemenin meşru sayıldığı kapitalist sistemin tersine işbirliği ve dayanışma gibi kolektivist değerleri 61 yıldır aklın ve bilimin rehberliğinde koruyup geliştiren devrimci Küba’dan dünyanın öğreneceği çok şey vardır. Küba, popülist politikalarla halkını eblehleştirmek yerine ehilleştirmeyi yeğlemiştir! Yıllardır bir çok Afrika ülkesine ve kıtadaki komşu ülkelere gönderilen devrimci Kübalı doktorlar şimdi de Avrupa’dadır. Castro’nun söylediği gibi Küba, yabancı topraklara asker değil yine doktor göndermiştir[3].
Ölümü kutsayan emperyal vampirlere inat, yaşamı kutsayan devrimcilere bin selam olsun!
[1] Lyotard, Jean François. Postmodern Durum. Çev., Ahmet Çiğdem. 2. Baskı. İstanbul: Vadi Yayınları, 1997.
[2] https://gazetemanifesto.com/2020/kuba-italyada-salgindan-en-kotu-etkilenen-lombardiya-bolgesine-doktor-gonderdi-345124/
[3] http://gercegingunlugu.blogspot.com/2010/01/castro-biz-doktor-gonderiyoruz-asker.html
Bu haber en son değiştirildi 2 Temmuz 2020 12:28 12:28
Hamas yöneticilerinden Sami Ebu Zuhri yaptığı açıklamada en önemli önceliklerinin İsral saldırılarının durdurulması olduğunu ifade…
Erzincan'ın İliç ilçesindeki altın madeni sahasında 13 Şubat'ta meydana gelen heyelanda 9 işçinin hayatını kaybettiği…
İçişleri Bakanlığı’nca kayyum atanan Tunceli Belediyesi Eş Başkanı Birsen Orhan, savcılık sorgusunun ardından tutuklama talebiyle…
Narin Güran cinayetinde amca Salim Güran ve baba Arif Güran'ın araçlarının içinde bulunduğu 5 araç…
Şahin, " Bilinmelidir ki RTÜK sansür kurumu değildir. Anayasamız net bir hükümle sansürü yasaklar" ifadelerini…
Dokuzuncu olağan kongresini gerçekleştiren Saadet Partisi'nde genel başkanlık için Kayseri milletvekili Mahmut Arıkan ile İstanbul…