Güneş Doğan
Ekim ayının son haftalarında meclis komisyonundan geçen torba yasa, bir tartışma konusu olarak gündemimizde geniş bir yer aldı. Yazıya geçmeden önce; torba yasa nedir, bunu açmak gerekiyor. Torba yasalar; bünyelerinde birçok mevzuata yönelik düzenlemeler barındıran yasa tasarıları olarak ortaya çıkarlar. Yapıları karmaşıktır ve birbirinden ilgisiz birçok konuya dair madde bulundurmalarıyla orantılı olarak anlaşılabilirlikleri ve izlenebilirlikleri azalır, tasnif edilmeleri zorlaşır.
Önümüze koyulan torba yasa, patronlara yönelik teşvik ve emekçilere yönelik yaptırımlarıyla beraber, sermaye devletinin pratiğini tekrardan gözler önüne seriyor. Gerekçesi, “salgının işçi ve işveren üzerinde yaratmış olduğu olumsuzlukların sosyal adalet ilkesi gereğince dağıtılması” olan torba yasa, işçi sınıfının güvencesizliğini arttırırken patronların önünü açmak için ise elinden geleni arkasına koymamış görünüyor. Kaçak, sigortasız, kayıtsız işçi çalıştırmış işverenler affedilirken işçilerin kaçak olarak çalıştırıldıkları dönemlere dair ne bir ceza alıyorlar ne de geçmiş primlerin ödenmesine dair bir uygulamayla karşılaşıyorlar.
Torba Yasa Bizlere Ne “Vaat Ediyor?”
“Belirli Süreli İş Sözleşmeleri” adı altında yapılan sözleşmeler, işin niteliğine göre en fazla iki sene sürecek şekilde ve istisnai durumlarda yapılabilirken bu yasayla beraber yirmi beş yaş altı ve elli yaş üstü için genelleştiriliyor. Örnek vermek gerekirse, bir fabrikada operatör olmak belirli süreli sözleşme istemezken, inşaatta kalıp ustası olmak bu tarz bir sözleşmeyi gerektirecek bir iş olarak görülebilir. Belirli süreli iş sözleşmesine tâbi olan kişiler; iş güvencesinden, kıdem ve ihbar tazminatlarından mahrum olmakla beraber sendikal haklardan ve toplu iş sözleşmelerinden de faydalanamazlar. Yani bu tür sözleşmelerde bir nevi taşeron mantığı işlemektedir. Şimdi karşı karşıya olduğumuz durum, bahsedilen yaş kesimlerinin doğrudan bu sözleşmelerle istihdam edilmesinin önünün açılmasıdır.
Önümüze getirilen torba yasa kapsamında gençliğe, süreli sözleşmeler doğrultusunda kısmi çalışma dayatılıyor. Bu sayede emeklilik için gerekli olan sigorta ve prim yatırma zorunluluğu, on sekiz yaştan yirmi beş yaşa çekilebiliyor. Emeklilikte yaşa takılanlar gibi yüz binlerce kişinin emeklilikte prime takılmasına yol açacak olan bu durum gençliği; “emekli olamamak” gibi çok ciddi bir problemle karşı karşıya bırakıyor.
Patronların işçiye karşı yükümlülüklerini de çok büyük oranda azaltan süreli sözleşmeler; işçinin ücretine zam yapılıp yapılmayacağını, zorunlu izinlerde (üçer günlük doğum, ölüm izinleri) ücret ödenip ödenmeyeceğini ve ücretsiz izinlerin verilip verilmeyeceğini tamamen işverenin takdirine bırakıyor. Bunca “rahatlığı” sağlayan süreli iş sözleşmeleri, işverenlerin suiistimaline karşı devlet tarafından kontrol edilmesi gereken bir meseleyken böyle bir dönemde fırsatçılığın önünü açıyor ve sermaye devleti tarafından belli kesimlere dayatılıyor.
İşçi sınıfının bir kesiminin, sadece belirli bir yaş grubuna dahil olduğu için anayasal haklardan; sosyal güvenlikten mahrum kalacağını görüyoruz. Ayrıca bu yaş grubunun hem iş hukuku hem de sosyal politikalar dahilinde öncelikli olarak korunması gereken bir kesim olması, tasarıda dikkat çeken ayrıntılardan sadece bir tanesi.
İktidarın “Sermaye mi Gençlik mi?” İkilemi
Belirli bir yaşa yönelik ayrımcılığı getiren yasa tasarısı, mevcut anayasanın eşitlik ilkesiyle beraber 2, 10, 48, 49, 51, 53, 55 ve 60. maddelerinin doğrudan ihlali anlamına geliyor. Anayasanın mülkiyet üzerine kurulu olduğu, sermayeye hizmet için kullanıldığı ve istismar edildiği gerçeğinin farkında olmakla beraber var olan hakların doğrudan gaspına sebep olacak bu torba yasa bizlere, meclisin konjonktürel görevini bir kere daha hatırlatıyor.
Bu ayrımdan en çok etkilenen kesimlerden biri, elbette ki gençlik olacak. Nasıl olduğunu anlatalım. Eğer torba yasa teklifindeki maddeler meclisten geçerse milyonlarca genç işçi; vazgeçemeyeceği sosyal güvenlik hakkından mahrum kalacak, esnek çalıştıkları dönemler kıdemlerine eklenmeyecek, yirmi dört yaşını doldurana kadar çalıştıkları günler emekliliklerine sayılmayacak. Üstüne üstlük, yirmi beş yaşın altında olup ayda (tek işveren için) on günden az çalışanların yalnızca kısa vadeli sigorta primi ödenecek. Kısa vadeli sigorta primine alternatif olarak gençlere, ödenmeyen uzun vadeli sigorta primini kendilerinin ödemesi seçeneği sunuluyor. Yani kendi primimizi kendimiz ödemek için çalışmış olacağız. Bu trajikomik durumla sağlanmak istenen ise, prim maliyetiyle beraber işçilik maliyetini azaltmak ve istihdamı arttırmak. Varacağı sonucu ise hepimiz biliyoruz: yirmi beş yaş altını güvencesiz ve ucuza çalıştırarak sömürmek sermayeye o kadar tatlı gelecek ki, kayıt dışı işçi çalıştırma oranlarıyla beraber işsizlik de artacak. Torba yasanın kabul edilmesi, gençliğe dayatılan geleceksizliği bir kere daha tasdik edecek.
İkinci sınıf işçi olarak “istihdam ettiğiniz”, güvencesiz kıldığınız, ücretli köleliği reva gördüğünüz, temel haklardan yoksun bıraktığınız gençliği böyle mi kapsamayı düşünüyorsunuz? Açıktır ki iktidar, sırtını yasladığı sermaye ve kapsamak istediği gençlik arasında kalmış ve sermayeyi seçmiştir. Bunun karşısında ana muhalefetin cevabı ise, bir boşluğu doldurmak yerine, “belirli süreli iş sözleşmesi maddesi kaldırılsın” olmuştur. Zaten muhalefetin ne bu düzenle ne de gençliğin önündeki geleceksizlik gerçeğiyle bir problemi olmadığını biliyorduk. Fakat, muhalefetin önünü kapattıkları yetmezmiş gibi gençliği pasifize etmek adına yaptıklarını görmezden gelemiyoruz.
Ana Muhalefetin Düzen Çıkmazı
Bu torba yasa kapsamında yapılandırılacak borçlara KYK kredi borçlarının da eklenmesi; “parasız, eşit eğitim” talebi içerisinde düzen karşıtı bir yerde konumlanan gençliğin önünü kapatma çabasından başka bir şey değildir. Milyonlarca lira vergi borcunu affediyorlar, borcu talep ettikleri yerde de faizleri sıfırlıyorlar. Fakat temel eğitim hakkına gelince bir sürü gence müşteri muamelesi yapmaktan çekinmiyorlar. Mevcut iktidar, okurken çalışmak durumunda kalan binlerce gencin karşısına kredi “seçeneğini” sunarak hayata borçlu başlamalarına neden olurken gençliği kapsamaktan çok uzaktadır. Bir o kadar uzak olan diğer unsur ise, yapılandırma gibi “yemlerle” gençliği bu düzene hapsetme uğraşındaki muhalefettir.
Sözde İşçinin, Özde İşverenin Çıkarı ve Sınıfa Karşı Sınıf
İşten çıkartma yasaklarına rağmen 4857 sayılı iş kanunu üzerinden (25/2-işverene ahlak ve iyi niyet dışı davranış sebebiyle işçiyi tazminatsız olarak işten çıkarma hakkı) işçileri fişleyerek işten atan patronlar ve buna göz yumarken ücretsiz izin süresini sürekli uzatan devlet, pandemi döneminde bir kere daha işçi sınıfı karşıtlığını göstermiştir. Emekçilerin vergi borçlarını affetmezken sermayenin borçlarını tekrardan yapılandıran, kayıt dışı çalıştırmanın kaynağını işsizlik fonundan patronlara aktaran devletin, sermayeyle bağı bir kere daha açıkça ortaya çıkmıştır. Öyle ki sermaye, kâr hırsına kurban ettiği işçi sınıfının gözünü boyamak için eskisi kadar çaba göstermemektedir. Devlet mekanizmalarına kalan, bu tarz torba yasalar vesilesiyle sınıfın haklarını gasp etmekten başka bir şey değildir.
Sonuç Yerine
Tüm bu saydıklarımıza ve hatta fazlasına sebep olacak olan torba yasa, 10 Kasım günü meclisin gündeminde olacak. Kıdem tazminatının fona devredilmesi meselesini pandemiyle beraber rafa kaldıran iktidar, parça parça müdahalelerle ortadan kaldırma girişimlerini durduracak gibi görünmüyor. Bununla beraber daha sayamadığımız birçok madde özelleştirmelere ve doğal kaynakların sömürülmesine yönelik yaptırımlar taşıyor. Ufak bir parantez açmak gerekirse, “maden ve enerji şirketlerini denetleyen mekanizmaları bürokratik engel olarak tanımlayan” maddelerin içerisinde on iki aya kadar ruhsatsız işletilebilecek olan madenlere ve onların devlete olan borçlarına göz yumulmasına rastlayabiliyoruz. Aynı zamanda bu maddeler içerisinde; havaya bir sürü kimyasal ve zehirli gaz salan, atık lastiklerin işlenmesi sonucu ortaya çıkan ürünler, orman ürünleri ve çöpü yakarak elde edilen enerji “yenilenebilir” sayılıyor ve teşvik ediliyor. Yine kârların şirketlere, zararın halka gideceği bir tasarı bizleri bekliyor.
Tüm bunlar işçi sınıfı içerisinde yer alan gençliği hem maddi hem manevi olarak etkilemekte ve zarar vermektedir. Düzenin ve onun unsurlarının bir çare olmadığı açıkça belliyken gençlik, bu düzene alternatif sunabilecek sınıfın parçasıdır ve umudu yükseltebilecek güçtedir. Tüm bu yaptırımlara karşı cevabımız ve tek çaremiz, sınıfımızın saflarında örgütlenmektir. Bizi oyalayanlara, göz ardı edenlere, geleceğimizi çalanlara karşı mücadeleyi yükseltelim.
ABD'li Senatör Lindsey Graham, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve eski Savunma…
Kadına yönelik şiddeti tek başına biyolojik bir mesele olarak erkek saldırganlığıyla açıklamak en hafif tabirle…
Bu düzen çürümüştür. Şimdi bu çürümüş düzeni yeni anayasa ile tescillemek istiyorlar. Medeni kanunu tartışmaya…
Yenidoğan davası, duruşmanın altıncı gününde devam ediyor. Örgüt lideri olmakla suçlanan Dr. Fırat Sarı savunma…
NNA’daki habere göre “Kurtarma ekipleri, düşman savaş uçaklarının bir konut binasını hedef aldığı ve çok…
Türkiye Komünist Hareketi Tunceli İl Örgütü ,Tunceli ve Ovacık belediyelerine kayyum atanması üzerine bir açıklama…