Nerede olduğunu bilmeyenler: Tersane işçileri
Peki insanları bu kadar basitçe yüzdeler ve rakamlarla ifade edebilir miyiz? Bizler gerçekten sadece birer sayı mıyız? Maalesef ki sadece “bir” sayıyız. Milyarlarca “bir” ama birlikte olamayan milyarlarca birleriz. Bırak basamak oluşturmayı ikiyi bile elde edemeyen birleriz. İşte iş böyle olunca sadece “bir” sayıdan ibaretiz.
Erol Bayraktar
Suyun üzerinde bir dünya yapanlar, yüzen saraylar yapanlar, kendisini nehrin akıntısına kaptırmış gemicikleri yapanlar, sermayedarlar rant içinde yatsın diye yat yapanlar… Kim bu yapanlar? Patronlara bu yüzen sarayları kim yapar? Sözde birileri ticaret yapsın diye bu gemicikleri kim yapar? Tabii ki de işçiler yapar. Fakat yakından tanımadığımız işçiler… Tersane işçileri… Evet, yakından tanımadığımız(!).
İşçi denildiğinde gözümüzün önüne pek çok farklı işçi gelse de nedense tersane işçileri gelmez. Acaba nedeni işçi denildiğinde gerçekten sadece gözümüzün önünde olan işçileri görmemizden midir? Böylelikle Yalova, Tuzla gibi yerlerde çalışan tersane işçilerini görmemezliğimizden midir? Peki kimdir bu tersane işçileri?
8’de başlayan mesaisi için ortalama 5.30’da evlerinden çıkan, sabahın ilk feribotunu kaçırdıklarında ise, işe geç kalıp yevmiyelerini alamayan, yazın kavurucu sıcağında kaynak yapan kışın dondurucu soğuğunda demir kesen ve en önemlisi baret, gözlük, eldiven, iş ayakkabısı, iş kıyafeti, emniyet kemeri olmadan çalışan tersanedeki emekçilerdir. Bu kadar ekipmansız çalışmanın bedelini ise ölümle ödeyen işçilerdir. Sadece %10’luk bir kısmının kadrolu olduğu emekçilerdir. Peki neden kadrolu değillerdir? Peki neden ekipmansız çalışırlar? Asıl soru, peki ne zamandan beri ekipmansızlığın sonucu olan ölümü kabul eder oldular?
Ölüm ne zamandan beridir iş güvencesizliği anlamını taşır oldu? İş güvenliği sağlanmadığından beri mi? Peki neden iş güvenliği sağlanmaz oldu? Bu sorun nasıl oluştu? Hiçbir zaman içine girip de seyahat edemeyecekleri gemileri yapan işçiler ve bu gemilerin sahipleri arasındaki çatışma bu sorunu oluşturdu. Sermayedarların kar hırsı doğalında bir çatışma oluşturdu. Çatışmayı oluşturan sorunu kar etmek noktasından ele alalım ve bu gemi sahiplerine ‘sermayedar’ adını koyalım. İşçilerin ölüm veya kadrolaşamama gibi sorunları olduğu gibi sermayedarların da sorunları vardır. Sermaye sahibinin en büyük sorunu sermayesini katlama kaygısıdır. Sermaye sahibi sermayesini katlamadıkça sınıfsal konumunu koruyamaz. Bu sebeple sermayedar sermayesi ile meta üretmeli daha sonra bu metayı pazarda satarak sermayesini katlamalıdır. Eğer sermayesinin artış hızını daha da artırmak istiyorsa metanın üretim kısmında bir takım değişikliğe gitmeli yani metayı üretenlere (işçilere) müdahale etmelidir. İşçilerin maaşlarını azaltabilir bunu da daha olumlu şekilde uygulayabilmek için işçilerini kadrolu olarak değil de taşeronlardan oluşturur. Böylece sınıfsallığın üzerini örtmekte dolayısıyla ücret düşürülmesine karşı örgütlü bir işçi sınıfıyla karşılaşmamaktadır. Bir başka müdahale olarak iş güvenliği sağlamaz. İş güvenliği sağlanmaması sebebiyle oluşacak en ciddi sonuç ölümü getirir, ölüm ise patronlar için sorun oluşturmaz ki… Çünkü kapitalizm zaten kendi içerinde Marx’ın deyimi ile ‘işsizler ordusu’ yaratır. Örneğin 2019 yılında çalışan bir işçi olsaydınız o yılın işsizlik oranı olan %13.4’ü dikkate aldığınızda sizin yerinize o işi yapacak 4 milyon 396 bin kişi olacaktı. İşte bu rakamlardan dolayı sermayedar iş güvenliği sağlayamayabilir, sizin ölümünüz onun için bir anlam ifade etmiyor olabilir. Peki insanları bu kadar basitçe yüzdeler ve rakamlarla ifade edebilir miyiz? Bizler gerçekten sadece birer sayı mıyız? Maalesef ki sadece “bir” sayıyız. Milyarlarca “bir” ama birlikte olamayan milyarlarca birleriz. Bırak basamak oluşturmayı ikiyi bile elde edemeyen birleriz. İşte iş böyle olunca sadece “bir” sayıdan ibaretiz. Bir kibritin kolayca kırıldığını bilip kırk kibritin aynı anda kırılamayacağını bildiğimiz halde böyleyiz. Peki neden böyleyiz? Tersane emekçileri üzerinden baktığımızda, bu emekçiler böyle olmayabilirler miydi?
Tersane işçisinin çoğunluğu taşeron işçidir. Elbette taşeron işçilerin tamamı da tek bir taşeron firmaya çalışmaz. Her tersanede ortalama 20 taşeron firma vardır. Bunun dışında götürücü diye tarif edilen alt taşeronlar vardır. Bunlar kendi firması olmayıp işçi çalıştıran kişilerdir. Bundan dolayı tersane işçileri hangi şirketle çalıştığını bilmez. ‘Nerede çalışıyorsun?’ diye sorulduğunda Salih’e veya Hüseyin’e der. İlk olarak nerede olduğunu bilmez daha sonra ise ne yaptığını. Salih ve Hüseyin ne derse onu yapar. Çalışma koşulu, çalışma temposunu ve hatta çalışıp çalışmayacağını bile belirler bu Salih ile Hüseyin. Bu da tersane işçisinin kendi emeği üzerinde yabancılaşmasına yol açar.
Bizi “diğerlerinden” ayıran en önemli özelliklerimizden birisi olan iletişim alınmıştır tersane işçilerinden. Çoğu zaman aynı tersanede çalışan işçiler birbirlerini tanımazlar bile. Bunun sebebi çay içtikleri yemek yedikleri ya da soyunup giyindikleri yerlerin hep farklı yerlerde olmasındandır. İşçiler yemeklerini konteynerlerde, barakalarda ya da tamir gemisinin altında yiyorlardı. Yani bir arada olup sorunlarından bahsedecekleri yemekhane tarzı bir yer yoktu onlar için. Tersane dışında anlaşmalı yemek firmalarının getirdiği tabldotlarla da kimi zaman ağaç altında kimi zaman kaldırım taşlarının üstünde kimi zaman da kızağa çekilmiş bir geminin altında yağmur ve çamurun içinde yemeklerini yiyorlardı. Durum böyle olunca yabancılaşmıştı bir tersane işçisi diğer bir tersane işçisine… Süreç böyle devam ettikçe yalnızlaşmış, aklı karışmış ve egemen ideolojinin etkilerine tümüyle açık işçiler oluşmuştu tersanelerde.
Tekrardan kibrit misali bakalım olaya. Bu sefer birlik içinde olan kibritlerin kırılmaması noktasına değil de kibritlerin yapabileceklerine bakalım. Çıkaracakları ateş elbette büyük olacaktı tek bir kibritin çıkaracağı ateşe göre. Parlayacaklardı, böylelikle de göstereceklerdi biz körlere görmediğimiz sorunlarını. Sadece tabela olarak duran ikazları, asla zamanında yatmayan maaşlarını, ertelenen sigortalarını, ölen işçi arkadaşlarını göstereceklerdi.