Siyasetten neden kaçmamalı?
Öyleyse soralım, bizlere “Aman ha, sakın bulaşma!” denilen siyaset gerçekte nedir?
Belleklerimize yerleştirilmek istenen çeşitli önermelerden birisi, siyasetin “kirli” olduğudur. Bugün siyaset neredeyse “yalan” ve “çıkar” ile özdeşleştirilmiştir. Siyaset çıkar için yapılır, yalan ve boş söz ile yürütülür yani ‘temiz’ insanların işi değildir. Ayrıca siyasetin “tehlikeli” olduğu söylenir. Ülkemizde sürekli artan baskı ve hukuksuzluklar, AKP’nin sindirme politikaları siyasetin nasıl da “tehlikeli” olduğunu gözler önüne serer!
Tüm bu söylemlerin hizmet ettiği yer ise siyasetten kaçmak ya da siyasete “bulaşmamak” ile sonuçlanır. Siyasetsizliğinse memleket sorunlarına çözüm üretmemekle, hatta bu sorunlara sırt dönmek ile sonuçlandığı ortadadır. Yaşadığı çevreye, ülkesine sırtının dönen insan kendine ve yaşadığı topluma yabancılaşacağı gibi daha da kolay “yönetilebilir” hale gelir. Bu ise ülkemizde ve dünyada sürmekte olan kapitalist sistem için bulunmaz bir nimettir.
Bizlere insanca bir yaşam sunamayan kapitalizm, “doğasından” kaynaklı pek çok krize gebedir. Kapitalizmin, kapitalist üretim tarzının ve sermaye birikiminin en az sorunla devam etmesi içinse çeşitli politikalar üretmesi; bu krizlerin toplumlarda yaratacağı hoşnutsuzlukların önünü alabilmesi gerekir. Bunun içinse kimi zaman kavramları sulandırır, kimi zaman kendi ideolojik söylemleriyle de toplumun “algısını değiştirmesi” gerekir. Örneğin liberaller gibi özgürlük kavramını sulandırıp düşünce özgürlüğü adı altında faşist söylemlerin yolunu açabilir; laiklik kavramını ezbere indirgeyerek siyasal İslam’ın yolunu da döşeyebilir. Algıları değiştirmek içinse AKP’nin yaptığı gibi ülkemizde işsizlerin sayısı çalışanların sayısını geçmişken bir Ayasofya ‘açılımı’ yapmayı deneyebilir, komşu ülkelerle siyasi krizleri körükleyebilir.
İşte üretilen bu politikalar yoluyla kendi destekçilerini olduğu gibi siyaset üretebileceği bir “dünya görüşü” olmayan kesimleri de rahatlıkla yönlendirebilir ve yönetebilir. Böylece ya memleket gerçeklerine kör ya da memleket sorunlarından rahatsız ancak “hiçbir şey yapmayan” toplamlar yaratır. İkisi de düzenin devamlılığına hizmet ettiği gibi, tarihin öznesi olan insanı “nesne” konumuna getirir.
Burada sorgulanması gerekense siyasetin gerçekte ne olduğudur. Çünkü ancak sorgulayan, üreten ve değiştirmeye çalışan insan tarihte gerçek yerini bulabilir. Öyleyse soralım, bizlere “Aman ha, sakın bulaşma!” denilen siyaset gerçekte nedir?
Siyaseti tanımlamak için pek çok farklı fikir tarih boyunca ortaya atıldıysa da bugün sözlükte karşımıza çıkan; devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış, tanımıdır. Yazımızın amacı siyaset bilimindeki “Siyaset nedir?” tartışmalarında bir taraf olmak değil, liseli gençliğe bir rota oluşturmaktır. Dolayısıyla ezber bilgileri bir kenara bırakalım. Bizler gençliğiz, işimiz ezber yapmak değil, “ezberleri bozmak” olmalıdır. Bunu aklımızda başa yazalım.
Bize öğretilen, siyasetin “devlet” işleriyle ve bir toplumun nasıl yönetileceğiyle ilgili olduğudur. Oysa “sığ” tanımları bir kenara bırakıp da insanlığın tarihine baktığımızda siyasetin toplumların yarınını nasıl şekillendirdiğini tüm yönleriyle görürüz.
Siyaset tarih boyunca belirleyici olmuş, toplumlar üzerinde ya büyük dönüşümlere ya da büyük çöküşlere sebebiyet vermiştir. Siyaset ideolojilerden beslenmiş ve yönetim aygıtı buna göre şekillenmiştir. Ancak bunların hepsinin üzerinde yükseldiği bir zemin vardır ki buna “alt yapı” deriz. Alt yapı, insanların üretim sürecinde birbirleriyle zorunlu olarak kurduğu “üretim ilişkilerini” ifade eder. Doğrusu bunlarla beraber var olan üretim tarzı, toplumun yapısını belirler. “Üst yapı” olarak ifade ettiğimiz bunun dışında kalanlar yani; eğitim, din, hukuk, aile, siyaset gibi kurumlar da alt yapı tarafından belirlenmektedir.
Kısacası kapitalist üretim tarzının savunulduğu bir siyasi hat, bu siyasi hattın kurmak istediği gelecek ile sosyalizmden yana bir siyasi hattın ve bu siyasi hattın düşlediği gelecek de oldukça farklı olacaktır. Bunun sonucunda kar için üretime ve sömürüye dayalı kapitalizm siyasi hattını da ideolojik yönelimlerini de bu karın devamlılığını esas alarak oluşturacaktır. Örneğin serbest piyasa ekonomisini, kapitalizmi savunanlar pandemi döneminde dahi parasız ve ulaşılabilir sağlık hizmeti sunamayacak; sağlık hizmetlerinden de “kar” elde etmek için çalışacaktır. Politikalarını buna göre oluşturacak ve düzenin devamı için toplumu elinde hala yönetilebilir tutmaya çalışacaktır. Bazen baskılar, bazen kandırmacalar ve hamaset ile bazen de siyasetten uzak tutarak…
Öyleyse kirli, yalancı, çıkarcı siyaset dediğimizde karşımıza burjuva siyaseti çıkmaktadır. Bunun ayrımını yapamamak ise burjuva siyasetinin ekmeğine yağ sürdüğü gibi, geleceğe dair düşlerimizi de gerçekleşemez kılmaktadır. Dolayısıyla umutsuzluk ve eylemsizlik aşılamaktadır.
Görülmektedir ki tehlikeli olan siyasetin kendisi değil; siyasetten kaçıştır.
Siyaset, gericilerin karanlığına karşı düşlediğimiz ülke için yapılırsa; aydınlık bir gelecek kavgasıdır. Kapitalizmin sömürü mekanizmalarını destekleyen piyasacı politikalara karşı kamuculukla yapılırsa; ekmek kavgasıdır. Kadınları ikincilleştirenlere karşı eşitlikten, özgürlükten yana yapılırsa; yaşam kavgasıdır. Siyaset bizleri yalnızlaştırmak, bilinçsizleştirmek isteyenlere karşı yapılırsa; var olma kavgasıdır.
Geleceğimizi elimize almanın yolu bizi pasif, umutsuz ve çekingen hale getirmek isteyen burjuva siyasetine karşı dik durmaktan; aldatmacalara geçit vermemek, insanca yaşamak için sosyalizmin sesini daha da yükseltmekten geçmektedir.