Tarihin sonu mu?
Kapitalizme güvensizlikte Tayland ve Hindistan %75 ve %74 oranlarıyla en başta gelmekte. Fransa %69 ile üçüncü sırada bulunuyor. Kapitalizmin verdiği zarar-fayda konusunda uzlaşamayan bir kaç ülke (Avustralya, Kanada, ABD, Güney Kore, Hong Kong, Japonya) vardır.
Ceyhun Yaşar
Edalman Trust Barometer adlı kuruluş, kapitalizmin insanlar için ne ifade ettiğine dair bir araştırma yayınladı. ABD, Fransa, Çin ve Rusya dahil 28 ülkede toplam 34 bin kişiyle yapılan araştırmada, katılanların %56’sının cevabı “kapitalizmin dünyaya verdiği zararın, faydasından çok daha fazla olduğu” şeklinde oldu.
Kapitalizmin insanlarda yarattığı algının kendisi, günümüzde kapitalizmin yarattığı somut durumlar üzerinden şekillenmektedir. Herkes, hatta bazen burjuvazi bile bu sistemi eleştirmekte, böyle giderse sistemin bir geleceğinin olmadığını düşünmekte… Eleştirilen bir sistemin öncelikle, bu araştırmanın yarattığı somut etkiyle iyi bir şekilde kavranması, sorunlarının belirlenmesi ve değiştirilmesi akla ve mantığa uygun olsa gerek.
Kapitalist sistemde toplum sınıflara bölünmüştür, egemen sınıf ise burjuvazidir. Burada egemen düşünce ise Alman ideolojisinde “Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda egemen düşüncelerdir, başka bir deyişle toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, egemen manevi güçtür de. (….) Egemen düşünceler, egemen maddi ilişkilerin fikirsel ifadesinden başka bir şey değildirler, egemen düşünceler, fikirler biçiminde kavranan maddi, egemen ilişkilerdir.(…)” şeklinde ortaya konmaktadır. Buradan şunu anlamak gerekir, bu sistemde egemen sınıf burjuva sınıfı olduğu için, günümüz siyasal ve ekonomik sorunları burjuva sınıfının maddi çıkarları uğruna diğer sınıflar üzerinde yaptığı etkiden şekillenmektedir. Ve manevi düşünceler maddi çıkarlar üzerinden ortaya çıkmaktadır.
Burjuva sınıfının çıkarları ise insanlığı kapsayamamaktadır. Egemen güç olan sınıf kendi çıkarlarını ekonomik ve siyasal alanda maksimize etmektedir. Ekonomik ve siyasal alanın ayrılışına dikkat çeken Marx, klasik iktisadı bu ayrımı göremedikleri için eleştirmiştir. Bugün ise ekonomi-siyaset arasındaki ilişkinin siyasal alandan bakıldığında anlaşılabildiği şüphesiz olsa gerek.
Kapitalizmin sorunlarının nelerden çıktığına -aslında tarihsel bir süreç olduğunu bilmekle- yüzeysel bir şekilde değinmeye çalıştım. En basitinden bugün bu sistemin yarattığı bireycilik, kar hırsı, işsizlik, enflasyon, geleceksizlik, kadın sorunu, ulusal sorunlar, bölgesel ve küresel savaşlar, bireyin üzerinde yarattığı psikolojik buhran, ekolojik sorunlar ortadadır. Bunlara bir dizi somut örnek verilebilmekle birlikte, ilk başta da değindiğim gibi herkes tarafından dillendirilmektedir. Araştırmanın kendisine bakıldığında bu cevabın ortaya çıkması aslında hiç şaşırtıcı değil. Zaten araştırmaya katılanlar kararlarını teknolojik gelişmelerin hızı, iş güvencesizliği, medyaya karşı şüphe ve hükümetlerin zorluklara müdahale konusundaki yetersizlikleri gibi gerekçelerle açıkladı.
Araştırmaya öncülük eden David Bersoff da “İnsanlar bu gün sahip olduğumuz ve içinde yaşadığımız dünyanın iyi bir gelecek için optimize edilmediğini sorguluyor.” dedi. Kapitalizme güvensizlikte Tayland ve Hindistan %75 ve %74 oranlarıyla en başta gelmekte. Fransa %69 ile üçüncü sırada bulunuyor. Kapitalizmin verdiği zarar-fayda konusunda uzlaşamayan bir kaç ülke (Avustralya, Kanada, ABD, Güney Kore, Hong Kong, Japonya) vardır. Bu ülkelerin uzlaşamaması bir dizi olgusal sürecin sonucu olsa da detaylarını okuyucunun merakına bırakıyorum… Bu haber sitesinden, basit bir araştırma ile bu ülkelerin ekonomik durumlarına ve bu refahı nasıl sağladıklarına ulaşılabilmektedir.
Araştırmaya aslında Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” adlı makalesindeki teorinin test edilmesi amacıyla 2000 yılında başlanmış. Fukuyama, SSCB’nin dağılmasıyla kapitalizmin zafer kazandığı ve bu tarihin sonu anlamına geldiği şeklinde yorumlamıştır. Bu sıralarda Fukuyama ABD Dışişleri Bakanlığı’nda analist olarak görevliydi. SSCB’nin dağılmasıyla kapitalist bloğun karşı-devrimci dalgası eski sosyalist ülkeler üzerinde yayılmacı bir politika izlemekteydi. Böylece kapitalist bir dünya oluşturulabilecekti. Bu tezin kendisi ile emperyalist politikalar bir bütünlük sağlamaktaydı. 2004 yılına gelindiğinde aynı yazar emperyalizmin çıkarlarının değişmesiyle kendi tezini sona erdirdi. “Bu ülkelerin kapsamlı devletlere ihtiyacı yok, ama elzem devlet faaliyetlerini sınırlı bir saha içerisinde gerçekleştiren güçlü ve verimli devletlere ihtiyaçları var.” dedi. Küreselleşme ulus devletlerin sonunu getirirse emperyalizm dünyayı nasıl yönetecekti? Aslında burada sadece Fukuyama değil bir çok burjuva düşünürü bu reformun bir parçası oldular. Friedman’ın özelleştirme ağırlıklı vurgusunda yanıldığını söyleyip, aslında hukuk düzeninin, özelleştirmeden daha önemli bir ayrıntı olduğunu söylemesi… Dünya bankasında çalışan Stiglitz’in istifa ederek “Küreselleşme: Büyük Hayal Kırıklığı” kitabında İMF ve Dünya Bankasını eleştirmesi bunlara örnek gösterilebilir.
En başta dediğimiz gibi burjuva sınıfı kendi maddi çıkarları doğrultusunda hareket etmekte ve bunun sonucunda manevi düşünceler ortaya çıkmakta…
Bu gün bakıldığında kapitalizmin insanlığa verdiği zarar, tarihin sonunun kapitalizm ile olmayacağına ışık tutmakta yani somut durum buna işaret etmekte. Tüm bunlardan çıkarılması gerekenin ise şu olması gerektiği kanısındayım. Kapitalizm toplumu sınıflara bölmüştür, krizlere mahkumdur ve bu krizler sosyal-ekonomik-psikolojik olarak her alanda gözlemlenmektedir. Değiştirilmesi için karşısına bir şey koymak mantıklı olandır. Zaten herkes kapitalizmi eleştiriyor ama eleştirmek, yorumlamak tek başına yeterli olmuyor. Çünkü bu sistemden fayda sağlayanlar sistemin devamlılığı için elinden geleni ardına koymuyor. Değiştirmek, sorunlardan kurtulmak ise zor olan. Ama tarih zoru yapanları yazıyor.