Sınıf Tavrı YK üyeleri Manifesto'ya konuştu

Sınıf Tavrı Yönetimi ile son gelişmeleri konuştuk: “En acil görev, tepkiyi ve öfkeyi politik bir bilince dönüştürmektir”

Sınıf Tavrı YK üyeleri Manifesto'ya konuştu

Sınıf Tavrı Yönetimi ile son gelişmeleri konuştuk: “En acil görev, tepkiyi ve öfkeyi politik bir bilince dönüştürmektir”

Türkiye’de ekonomik kriz yol alırken, sendikal harekette de ciddi değişimler yaşanıyor. Bir yandan DİSK ve Türk-İş kongrelerinde ortaya yeni bir diziliş çıkarken, diğer yandan işçi sınıfının eylem ve tepkisinde artış gözlemleniyor. Son gelişmeler ışığında Sınıf Tavrı YK üyeleriyle konuştuk.

Röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz:

Manifesto: Türkiye’de ekonomik krizin olgunlaştığı bir dönemde geçiyoruz. Özellikle işsizlik ve yoksulluk ciddi anlamda emekçi halkı yıldırmış durumda. Bu noktada işçi sınıfı içinden bazı tepkilerin yükseldiğini ve arayışın olduğunu görüyoruz. Bu konudaki görüşleriniz neler?

Kemal Parlak: Yaşanan ekonomik kriz uzun ve derinleşerek süren bir kriz oldu, işsizliğin yanı sıra pahalılık gerçekten emekçi halkın hayatını cehenneme çevirmiş durumda, pahalılığın ve yapılan zamların devam edeceği görünüyor yani sermaye iktidarının krizin bedelini işçi sınıfına ve emekçi halka karşı maliyeti daha da büyütecekleri anlamına geliyor. Çeşitli tepkiler var elbette, meslek örgütleri ve sendikaların krizin faturasını ödemeyeceğiz hamasetinin dışında, işçi sınıfında emekçi halkta ciddi bir öfke ve tepki var. Bu öfke ve tepkinin çok az bir kısmı politik olarak doğru kanallara akmaktadır. Bu gün en acil olan görevin bu tepki ve öfkeyi politik bir bilince dönüştürüp örgütlemektir.

Irmak Ildır: Son ekonomik göstergeler krizin ciddiyetini bize gösteriyor. Her ne kadar siyasi iktidar ve temsilcileri “her şey kontrol altında” görüntüsü çizse de, rakamların dili bize tam tersini söylüyor. İşsizlik kontrol altına alınamıyor. Hayat pahalılığı ciddi bir sorun haline dönüşmüş durumda. En önemlisi, insanlar emeklerinin karşılığını alamadığı gibi, “umutsuzluk” içinde kıvranıyor. Bu ciddi bir tepki birikmesi anlamına geliyor. Biz bu tepkinin bir kısmını gündelik eylemlerde görebiliyoruz.

Bugün krizin iki yönüyle birlikte karşı karşıyayız. Bir yönü, krizden fırsat çıkaran sermaye çevreleridir. Bunlar iş yapabilmek için kıyasıya birbiriyle mücadele ediyor. Hepsinin birleştiği tek nokta ise işçi sınıfının sınırlı da olsa var olan haklarının daha da geriletilmesi. Metal işçilerinin MESS ile yürüttüğü grev süreci bunun için önemli bir deneyim. 40 yıllık piyasacı tezler sermaye grupları tarafından sakız gibi uzatılarak emekçilerin önüne sürülüyor.

Krizin diğer yönü ise, işçi sınıfının örgütsüz bir biçimde bu süreci karşılamış olması. Sermaye çevrelerinin örgütlülüğü, kendi aralarında kavgaya tutuşurken dahi gözlemleniyor. Siyasi iktidar ve sermaye sınıfı el ele vererek işçi sınıfının haklarına göz dikmiş durumda. İşçiler bu duruma yer yer, metal işçilerinin ya da EYT’lilerin sokağa çıkması gibi, ciddi tepki gösterse de büyük oranda örgütsüz durumdadır. Bu durum bir tür, “toplumsal çözülüşü” dayatıyor. Çıkışsız kalan, borç içinde yüzen bir emekçinin “intihar ederek” bu durumdan kurtulmaya çalışması da bu işin bir sonucudur. İşçi sınıfı içindeki arayışa ciddi bir cevap veremedikçe bu tür vakalarla karşılaşmak “olağan” hale gelecek. Bizim bu durumu kabul etmememiz ve tüm gücümüzü sınıfın örgütsüz halini kırmak için seferber etmemiz gerekli.

“DÜZEN SİYASETİNDEKİ KIRILMALAR, SENDİKAL HAREKETİ DE ŞEKİLLENDİRİYOR”

Manifesto: Bu arayışlarla beraber sendikal hareketin içinde bazı arayışlar var. Buna karşı sendikal bürokrasi önce Türk İş içinde, sonra da DİSK kongresinde düzen muhalefetine göz kırptı. Buradaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kemal Parlak: Sendikal hareketin içerisindeki arayış ne yazık ki işçi sınıfının mücadelesinin nasıl yol alacağı arayışı değil. Bu arayış kendini sermaye sınıfı ve düzeninin yönelim ve arayışlarına yedeklemiş durumda. Sendikal hareketin toplamına baktığımızda bir iki küçük sendikanın dışında nerede ise geri kalanın tamamı burjuva siyasi güçlerinin arka bahçesi ve işçi sınıfının kuşatılmışlığının aracı halindeler. Sendikal hareketin içindeki kimi ilerici unsurlar bir bir tasfiye edilmekte ya da dönüştürülmekteler. Türk-İş içindeki muhalif sendikaların tamamı dönüştürüldü. Bu sadece sendika yöneticilerinin değiştirilmesi anlamına gelmiyor. Sendika tüzükleri de geriye götürülüyor.

Bakın Kristal-İş örneğine… Tarihi örnek mücadelelerle ve sınıf sendikacılığının örnekleriyle dolu ama şimdi üyenin söz hakkı sıfırlanıyor. İşçinin söz hakkı tüzükte sınırlandı, işyeri temsilcilerinin seçimle gelmesi tüzük değişikliği ile ortadan kaldırdılar. Bütün sendikalarda anti demokratik uygulamalarla kuşatılmış durumda.

Dolayısıyla genel kurullardaki değişiklikler bir anlam ifade etmiyor. Bakın Türk İş genel kurulunda yönetimde her hangi bir değişiklik olmadı, en iş birlikçi sendikal bürokratları koltuklarını korudular. Lakin burjuva sınıfının içerisindeki siyasal arayışların etkisini Türk İş içine nüfuz ediyor. Burjuva siyasetindeki kırılmalara karşılık, örneğin Millet İttifakı ya da yeni oluşumlar gibi, gelen değişimler söz konusu. Bir başka anlamda, Türk İş cephesinde aynı tas aynı hamam ve sınıfa ihanete devam çizgisi hâkim durumdadır.

“‘DİSK’ ARTIK DÖRT HARFTEN İBARET”

DİSK kongresine gelmeden önce DİSK’e bağlı sendikalara bakmak gerekiyor. Tarihsel anlamda, sınıf sendikacılığının merkezi olan DİSK’ e bağlı sendikalar bir iki küçük sendikanın dışında sınıf sendikacılığının kırıntısı bile görünmüyor. Örneğin bugün artık kabına sığmaz bir mesele haline gelen ve taşerondan kadroya geçen işçilerin ana sorunu olan 696 sayılı KHK mağdurları… Genel İş bu konuda hiçbir çözüm üretmediği gibi, tamamen belediye başkanları ekseninde bir sendikacılık yürütülüyor.

Diğer yandan Birleşik Metal (BMİS) sendikasına bakalım. Bizim için farklı bir sendika, tarihsel Maden İş’in ve Kemal Türklerin sendikasıdır. Fakat son dönemdeki yaptıkları tam anlamı ile hayal kırıklığı yaşatmıştır.

Son metal grup sözleşmesi süreci çok kötü yönetilmiştir. TİS komisyonunda grev kararı çıkmasına rağmen, birkaç gün sonra komisyonu dahi toplamadan Türk Metal ile aynı imzayı atılmak zorunda kalındı. Hem de “işçi düşmanı” bir Çalışma Bakanına teşekkür edilerek. Elbetteki alınan ücret zammı önemli olmakla beraber, sözleşmeyi imzalamayıp “grev grev” diye bağırıp, bu şekilde sözleşme imzalamak ciddi bir çelişkidir Üstüne üstlük BMİS’te grev kararı alınan gün şube seçimlerini kaybeden bir kişinin, şube bölünerek yeni şube başkanı olması cidden önemli bir tartışma konusudur ve itibar kaybıdır.

Buradan DİSK Kongresine gelecek olursak, DİSK 1992 yılında faaliyetine yeniden başladıktan sonra sıkça kuruluş ilke ve amaçlarından uzaklaşmakla eleştirilmişti. Ancak son genel kurul ile birlikte DİSK ilke ve amaçlarından tamamen koptuğunu söyleyebiliriz. Son genel kurula liberalizm damgasını vurmuştur. CHP, HDP hatta İYİP ile birlikte başka bir düzen cephesinin arka bahçesi olmuştur, sermaye partilerinin temsilcilerini şovlarına dönüşmüş, işçilerin Marks’ a vaz geçmeye sınıf mücadelesinde vaz geçmeye çağrılmıştır. Son genel kurul ile birlikte DİSK sermaye düzeninin içerisine çekilmiştir, oysa kuruluş belgelerinde çok açık bir şekilde kapitalizm karşıtlığı yazılmaktadır, DİSK artık sadece dört harf olan bir biçimden ibarettir, içi boşaltılmıştır.

“SENDİKALAR ARASI FARKLAR ORTADAN KALKIYOR”

Irmak Ildır: Sendikal harekette ortaya çıkan “dönüşüm” önemlidir. Zira bize göre ortadaki gelişmeler gerçek bir “dönüşüme” denk düşmektedir. Bunun nedeni sendikal harekete dair “iyimser” bakış açımız ya da “umutlarımızdan” kaynaklı değil. Düzen siyasetindeki gelişmeler, sendikal bürokrasinin konumunu da değiştiriyor. İşte TÜRK-İŞ kongresi bunun somut göstergesidir.

2011 yılında Türk-İş içinde ortaya çıkan Sendikal Güçbirliği Platformu bize göre siyasal olarak yetersizdi. Ancak bu platformun varlığı dahi görüntüyü bozuyordu. Ardından gelen AKP müdahalesi, bu platformu dağıttığı gibi Petrol-İş, Hava-İş gibi sendikaları da “yandaş” hale getirdi. Türk-İş içinde AKP çizgisi hâkim kılındı. Sendikal bürokrasi bir tür siyasi iktidarın uzantısı haline geldi.

Krizle beraber bu durumun değiştiğini görüyoruz. Ergun Atalay’ın başkanlığını yaptığı Türk-İş kendi içindeki dengelere yaslanmak zorunda. Özellikle yılların sarı sendikası Türk Metal, 2015 metal direnişinde kendi kalesinde ciddi bir gol gördüğü ve bunu telafi edebilmek için aldığı pozisyon önemli. Mücadeleci bir görüntü çizmek istiyorlar. Burada doğrudan Hak-İş benzeri bir aygıt olarak iş göremezler.

Ancak burada doğrudan sermaye çevrelerinin ve emperyalizmin müdahalesine dikkat çekmek gerekiyor. Çeşitli kanallar üzerinden düzen muhalefetiyle kurulan bağlar, bir yandan da ilerici ve mücadeleci çizgiye sahip sendikaları da esir etmektedir. Türk-İş 2000’lerin başından bu yana ilk kez bu kadar “belirleyici” bir rol üstlenmektedir.

DİSK Kongresi de benzer bir sonuca işaret ediyor. Aynı Türk-İş içindeki “muhalif” gibi gözüken çizgiyle uzlaşma yapılması gibi, DİSK içinde de “genel bir uzlaşı” ortaya çıktı. Karşılığında düzen muhalefetinin her boyuna açılan bir DİSK vardır. Bu DİSK için bir tür “Türk-İş’leşme” olarak görülmelidir. Sendikalar arası ayrımlar bugün tamamen ortadan kalkmaktadır.

Ancak tüm bunlara rağmen, dönemin ruhu gereği ilerici, mücadeleci unsurlar kabına sığmamaktadır. Biz burayı veri alarak, her türlü sendikal dengeyi, genel kurul oyunlarını reddedilmesi gerektiğini savunuyoruz. Bize göre, zaman tam da sınıf sendikacılığı platformunun güçlenmesi dönemidir.

“SENDİKAL HAREKETİN DAHA FAZLA MERKEZE ÇEKİLDİĞİ BİR DÖNEME GİRİYORUZ”

Manifesto: Önümüzdeki dönem siyasetteki gelişmelerde düşünüldüğünde, sendikal çevreler ve bürokrasi yeni adımlar atacak mıdır?

Kemal Parlak: 18 Yıllık AKP iktidarı sermaye sınıfına önemli kazanımlar edindirmekle beraber, toplumsal anlamda ciddi aşınmalar yaratmış, dış siyasette tam bir bataklığa saptanmıştır, doğal olarak sermaye sınıfı ve bağlı olduğu emperyalizm AKP’nin dışında yeni siyasi arayış ve oluşumların içinde olduğu görülmektedir. Sendikal hareketin tamamıda gittikçe merkeze çekilerek bu arayış ve oluşumlara paralellik gösteriyor.

Irmak Ildır: Bize göre bu değişimler dikkatle kavranmalı. Düzen içinde bir dizi alternatifin ortaya çıktığını görüyoruz. Sermaye sınıfı da bunlardan ciddi anlamda etkileniyor. Sendikal bürokrasinin edindiği pozisyon, buradaki değişimin izdüşümü olduğunu ifade etmemiz gerekli.

Bu nedenden ötürü sendikal çevreler ve bürokrasi yeni adımlar atacaktır. Örneğin daha keskin çıkışlar yapmaya çabalayacaklar. Ancak etki alanları örneğin 2001 krizindeki ile kıyaslandığında daha zayıftır. O yıllarda öyle ya da böyle kurulan Emek Platformu işçi sınıfını sokağa çıkarabiliyordu. Bugün sendikal bürokrasi sadece yukarıdan iş çevirmeye ve poz kesmeye alışmıştır. Sendikal bürokrasinin varabileceği en üst nokta düzen partilerinden milletvekilliği kapmak olacaktır.

“İŞÇİ SINIFI 1 MAYIS’TA EL YÜKSELTECEK”

Manifesto: Bu noktada Sınıf Tavrı ne yapmayı planlıyor? 1 Mayıs yaklaşırken neler yapmayı düşünüyorsunuz?

Kemal Parlak: Sınıf Tavrı’nın ilkelerinde biri de sınıfın kuşatılmışlığının bir parçası olan işbirlikçi sendikal bürokrasiye karşı sınıf sendikacılığının hayata geçmesinin mücadelesini vermektir. Bunun için tüm sektörlerde işyerlerinde komiteler aracılığı ile örgütlenmektir. Zaten işçi sınıfı ayağa kalkmadıkça, kendi kaderini kendi ellerine almadığı sürece sendikal bürokrasi güncel ve tarihsel olarak ihanetlerine devam edecektir.
Sınıf Tavrı olarak 1 Mayısta işçi sınıfının güncel sorunlarını ve taleplerini merkeze alacağımız bir çalışmayla, sınıf mücadelesinin yükselmesi ve ivme kazanacağı bir dönemin açılması hedefi ile hazırlanacağız.

Irmak Ildır: Mevcut durumda sadece siyasal nedenlerle değil, sosyal nedenlerle de sendikaların etkisi azalmış durumda. İşçi sınıfı sayısal olarak genişlese de siyasal ve örgütsel etkisi azalmış durumda. Bu durumda yapılması gereken en önemli şey, sınıf hareketinin tüm parçalarıyla beraber bütünlüklü bir çizgiye örgütlenmesidir. Bu bir odak olmaksızın yapılamaz. Bu noktada, sınıf sendikacılığında ısrara, sendikal çerçevenin dışındaki örgütlenmeleri de bir araya getirmeye devam etmemiz gerekiyor.

Sınıf Tavrı zaten bunun için kurulmuş durumda. Bugüne değin, Alo İşçi Dayanışma Hattı, işyeri komiteleri ve sendikal örgütlenmeleriyle önemli bir deneyim biriktirdik. Birlikte mücadele verdiğimiz İYİ-SEN’in, sınıf sendikacılığında örnek işler yapması bunun kanıtıdır.

1 Mayıs’a doğru giderken, adımlarımızı büyütmek istiyoruz. Yakın zamanda, Mart ayı başında, Sınıf Tavrı İşçi Okulları ile belirli bölgelerde örgütlenme çalışmalarının düzeyini geliştireceğiz. 1 Mayıs’a doğru emekçilerin kriz karşısında yaşadığı işsizlik, hak gasplarına ve sömürüye karşı büyük bir mücadele başlatacağız. Alo İşçi Dayanışma Hattımız Türkiye’nin her bölgesinde işçilerle buluşacak.

Bize göre bu yıl yapılacak 1 Mayıs işçi sınıfı için el yükseltme olacak. Sınıf Tavrı olarak bu 1 Mayıs’ın güçlü bir biçimde geçmesi, sınıfın tepkisinin doğrudan açığa çıkmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Bunun için tüm gücümüzü seferber edeceğiz.