Şirketlerin Cumhuriyet aşkı
Muktedirin onayıyla vergi borçları silinen bir yerli holding, Cumhuriyet Bayramı için hazırladığı duygu yüklü kurumsal reklam filmiyle tüketicilerin genelini oluşturan muhalif kesimler nezdinde itibarını onarmaya çalışıyor.
Şirketler, milli ve dini bayramlar gibi kamuoyunun önem verdiği özel günleri, kurumsal reklamlarını yapma fırsatı olarak değerlendiriyor. Başta Cumhuriyet Bayramı olmak üzere hemen arkasından gelen 10 Kasım’da yerel ve küresel markaların profesyonel iletişimcileri, Atatürkçü popülizm ekseninde birbirleriyle yarışıyor. Yurttaşların duygularını kutsal değerleri üzerinden gıdıklayan kurumsal reklam filmleri, dijital ortamda hızla yayılıyor. Kurgunun duygusal kıvamı arttıkça büyülenen kitle, ticari amaç uğruna kutsal değerlerin araç kılınmasını görmezden geliyor. Yerli ve milli olarak bilinen birçok yabancı ortaklı firmanın da bu akıma kapıldığı anlaşılıyor. Yerel düşün, yerel davran stratejisiyle hareket eden bazı yabancı şirketlerin ülkemizdeki ‘yerli’ markaların sahipleri olduğu genellikle bilinmiyor. Örneğin Yıldız Holding bünyesindeki Ak Gıda’yı 2015 yılında satın alan Fransız Groupe Lactalis şirketi, süt ve süt ürünleri sektöründe bilinen bir markayı, yerli yönetici ve işçileri istihdam ederek aynı isimle üretmeyi sürdürüyor. Hisselerinin yüzde 60’ını Fransız Nestle Waters’a devreden yerli bir içme suyu markası da yine kamuoyunun bildiği ismiyle satılıyor.
Sahipleri, yerli marka isimlerinin arkasında saklı kalanlar dışında akaryakıt, sigortacılık, otomotiv, kozmetik, gıda, küçük ev aletleri, bankacılık ve benzeri alanlarda orijinal marka ismiyle faaliyet gösteren ülkemizde çok sayıda Fransız şirketi bulunuyor.[1] Erdoğan tarafından boykot çağrısı yapılan Fransız mallarını üreten bu şirketlerde çalışanların, çoğunlukla ‘yerli ve milli’ T.C. yurttaşları olduğu biliniyor. Dolayısıyla, Türk insanının ürettiği artı değere el koyarak sermaye birikimi sağlayan küresel şirketler, Fransa ve benzeri emperyal ülkelerin bayrağını ülkemizde dalgalandırıyor. Dahası, Fransız mallarına yönelik boykot çağrısının yapıldığı gün Hazine ve Maliye Bakanı, “Bu dönemde küresel şirketlerin, Türkiye gibi yabancı şirketlere karşı tarafsız, şoklara dirençli, güvenilir, dinamik ortaklara ihtiyacı var.” diye açıklama yapabiliyor! [2]
İktidar sahiplerinin ortaklığıyla yabancılara satılan gayrimenkuller, firmalar, fabrikalar, maden arama alanları, kapitalist küreselleşme sürecinde işgalin sadece askeri değil, ekonomik yolla da olabileceğinin göstergeleridir. Yerli ve milli olmayı salt ülkenin haritada görülen sınırlarını korumaktan ibaret sayanlar, tıpkı dolar yakarak dolarizasyonu önleyemedikleri gibi ürün yakarak da Fransa’yı cezalandıramazlar.
28 Şubat sürecinde yeşil sermaye olarak adlandırılan şirketlerin pazarladığı markalar için ‘laik kesimler’ tarafından boykot çağrıları yapılırdı. Günümüzde bunlardan bazılarının, şirket hisselerini yabancılara devrederek güvenli limanlara çekildikleri görülüyor. Yani sermaye sahiplerini yerli ve milli olma ideali değil, daha kârlı yatırımlar yapmak ilgilendiriyor. Küresel kapitalizmde yerlilik ve millilik ise şirketleriyle, markalarıyla tüm dünyayı kuşatan emperyal ülkelerin tekelindedir. Bu sistemde ülkeler, ancak küresel markalarının gücü oranında söz sahibi olabilmektedir. Merkez konumdaki emperyal ülkelerin kalabalık nüfuslu çevre ülkelere biçtiği ekonomik rol, görece niteliksiz işgücüne dayalı ucuz üretimle ve sürümden kazanmaya dayalı tüketimle sınırlıdır.
Yandaş sermayenin asalaklığı
Emperyalizme karşı yürütülen bağımsızlık mücadelesinin ardından kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti, ilk yıllardan itibaren başlattığı kalkınma hamlesiyle ekonomik alanda önemli yatırımlar yapmıştı. Çok partili sisteme geçtikten sonra dışa açılma adı altında emperyalist ülkelerle işbirliği yapan sağ popülist iktidarlar ise Cumhuriyet’in devrimci tözünü yerle bir ettiler. Kamu İktisadi Teşebbüsleri eliyle biçimlenen ekonomik model kötürüm hale getirilerek 1980’li yıllarla birlikte özelleştirmeye ve yabancılaştırmaya dayalı neoliberal program devreye sokuldu. Bu bağlamda, yabancı sermayeye güvence sağlayan hukuksal düzenlemeler yapıldı. Menderes döneminde temelleri atılan süreç, Demirel ve Özal hükümetleriyle devam edip AKP ile doruk noktasına ulaştı. Tarım dahil hemen her üretken sektörde yerli sermaye, küresel sermayeye yem edildi.
Hazine ve Maliye Bakanı’nın küresel şirketlere yaptığı son ortaklık çağrısı, eğer karşılık bulursa ülkeye girecek sıcak para sadece iktidara bir süreliğine ömrünü uzatma şansı verecek. Kaldı ki dünya ile kavgalı bir ‘dünya lideri’nin ülkesine, doğa talancısı altın arayıcılarından ya da emlak tacirlerinden başka rağbet eden yok. Ekonominin bekasını, yabancı şirketlerin yeni yatırımlarıyla güvence altına almayı düşleyen bir siyaset anlayışının yerli ve milli olduğuna inanmak safdillik olur. Bu iflah olmaz yabancı yatırımcı fetişi, Cumhuriyet dönemi sağ siyaset anlayışının sığlığını yansıtıyor. Sıcak para girişiyle zevahiri kurtaran hükümetler ülkeyi makûs talihe mahkûm ediyor. Küresel şirketlerle başa çıkamayan yerli firmalar ise kamu ihaleleri yoluyla garantili kazançlar elde etmek için iktidarla sembiyotik ilişkiler kurmayı ‘business’ sayıyor. Halkın gerekli olup olmadığını bile iktidara soramadığı çok sayıda ihaleyi alan yandaş sermaye, kamu kaynaklarıyla asalak gibi yaşıyor.
Zehirli elma şekeri
Muktedirin onayıyla vergi borçları silinen bir yerli holding, Cumhuriyet Bayramı için hazırladığı duygu yüklü kurumsal reklam filmiyle tüketicilerin genelini oluşturan muhalif kesimler nezdinde itibarını onarmaya çalışıyor. Bu tür filmleri büyülenerek seyredenler, genelde sınıfsal bakış açısından hazzetmedikleri için şirketlerin bayramdan bayrama nükseden Cumhuriyet aşkını sorgulama ihtiyacı hissetmiyor. Uzun yıllar, sağcı iktidarların yönetiminde modern dünyanın nimetlerinden yararlanarak depolitik hayat sürdürenler, ancak yaşam tarzlarına ve bireysel özgürlüklerine yönelik baskılar artınca muhalif bir bilinç geliştirebildiler. Oysa emperyalizme bağımlı ülkelere modern dünyanın nimetleri diye sunulan elma şekerleri zehirliydi. A.B.D.’nin Sovyet komünizmine panzehir olarak geliştirdiği ılımlı İslam projeleri (yeşil kuşak, BOP ya da GOP), ancak buna uygun eş başkanlarla yürütülebilirdi. Ne ki, son ılımlı eş başkanın iktidarını mutlaklaştırdıkça radikal aslına rücu edeceğini sadece “yetmez ama evet” diyen yerli neoliberaller değil, Batılı emperyal ülkeler bile öngöremedi.
Emperyalist işgale karşı savaşan Mustafa Kemal Atatürk, “özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyerek çağdaş dünyadan kopmadan bağımsız kalmanın önemini vurgulamıştı. Atatürk’ün devrimci ve anti-emperyalist yanını doğru anlayanlar, daha iyi bir gelecek uğruna her dem muhalif olanlardır.
[1] https://www.webtekno.com/fransa-boykotu-fransiz-sirketleri-h101279.html
[2] https://www.demokrathaber.org/siyaset/berat-albayrak-yeni-bir-sermaye-yatirim-dalgasi-ufukta-belirdi-h135705.html