“Sizinle kültüre karşı yöneltilen saldırı üzerine konuşmak istiyorum”

Çok sözü edilmese de, aydınların, sanatçıların, bilim insanlarının ve sinemacıların işkencelere uğradığı, çeşitli cezalar aldıkları bir dönemde Amerika’da soruşturmalara karşı çıkan sinema oyuncusu Katherine Hepburn, emperyalizmi ve savaşçı politikayı protesto etmişti. Öyle ki Hepburn Aziz Nesin’in yazılarına da konu olmuştu.

“Sizinle kültüre karşı yöneltilen saldırı üzerine konuşmak istiyorum”

YAVUZ ALBAYRAK

1939 yılında Naziler, Sovyetler Birliği’ne karşı savaş başlattığında emperyalist devletlerin beklentisi, reel sosyalizm deneyiminin yıkılmasıydı. Sosyalizmin insanlık için büyük bir örnek oluşturması, bu örneğin güçlenmesi, emperyalist devletlerin istemeyeceği bir şeydi. 1945 yılına gelindiğinde ise Sovyetler Birliği zor ve çetin bir savaş vererek Nazi Almanyası’nı yenmişti. Nazilerin bu yenilgisinden sonra sosyalizm fikri dünyanın birçok yerinde daha da güçlenmeye, dünya halklarına umut olmaya başladı.

Dünya halklarının Sovyetler Birliği’ne artan ilgisi, gelecekte sosyalist olmayan ülkelerin sosyalizme yönelmesini sağlayabilirdi. Nitekim 2. Dünya Savaşı sonrasında yeni sosyalist devletler kuruldu. Emperyalist devletler sosyalizmin karşısında yeni bir politika başlatarak, emperyalist cepheyi büyütmeyi amaçladı. Truman Doktrini ve Marshall yardımları vasıtasıyla emperyalist blokla iş birliği kurulması sağlandı. Yardımları alan ülkeler sosyalizm karşıtı faaliyetlerini arttırarak, ülkelerinde sosyalistleri, ilericiliği ve aydınlanmayı savunanları, yazarları, siyasetçileri ve sanatçıları çeşitli cezalar ile (sürgün, idam, devlet içinde gizlice kurulan anti-komünist birlikler sayesinde faili meçhul cinayetler) insanların hayatını katlettiler.

Dünya’da sosyalizm, komünizm tehlikesine karşı savaş başlatan Amerika kendi ülkesinde de aynı süreci işletmiştir. Bu amaçla Amerikan Karşıtı Faaliyetleri Araştırma Komitesi’ni kurdu.

Amerikan Karşıtı Faaliyetleri Araştırma Komitesi (HUAC) 1938 yılında kuruldu. Nazi Partisiyle bağları olan Amerikan yurttaşlarını tespit etmek amacıyla kurulduğu söylenmekteydi. Bir iki yıl içinde sıradan kişilerin, aydınların, sanatçıların ABD’ye bağlılığını denetleyen, kişilerin siyasi tutumlarını ve kişisel görüşlerini araştıran bilgi ve veri toplama merkezine dönüştü. Bu süreç sonrasında “cadı avı” dedikleri operasyonlar başlatıldı. Bu operasyonların bütününe kabaca “McCarthy dönemi” de denilmektedir. McCarthy 1950’lerin başında bir toplantıda elindeki kâğıdı sallayarak “Elimde Dışişleri Bakanlığına sızmış komünist parti üyesi olan 205 kişinin isim listesi var. Bu kişiler hala görevde ve dış politikamıza yön veriyor.” diyerek toplumda ciddi bir komünizm paranoyası yaratmak için önemli bir güç topladı.

Amerika’da 1947 yılında başlayan cadı avı, ‘komünistler Hollywood’a sızdı’ denilerek başlamıştı. Sinemacıların ifadelerinin alınmasıyla devam eden süreç komünist olduğu düşünülen ilerici kişilerin bir daha filmlerde görev almaması gibi cezalar ile sonuçlanmıştır. Soruşturmalar esnasında çeşitli işkencelerin yapıldığı da bilinmektedir. Bu dönemde kimi oyuncular arkadaşlarını ispiyonluyor kimileriyse yaşanan sürece ses çıkartmayarak hayatlarına devam ediyordu. Bu dönem adeta gericiliğin ilericilik üzerinden silindir geçmesi gibidir.

Çok sözü edilmese de, aydınların, sanatçıların, bilim insanlarının ve sinemacıların işkencelere uğradığı, çeşitli cezalar aldıkları bir dönemde Amerika’da soruşturmalara karşı çıkan sinema oyuncusu Katherine Hepburn, emperyalizmi ve savaşçı politikayı protesto etmişti. Öyle ki Hepburn Aziz Nesin’in yazılarına da konu olmuştu. Nesin’in 1969 yılında yazdığı “Sevdiğim Hepburn” yazısından hatırlatmak gerekirse;

19 Mayıs 1947 günü Los Angeles’ta, 29 bin kişilik bir halk önünde Katherine Hepburn, Amerikan emperyalizmini, emperyalist ve savaşçı politikayı protesto etmek için bir nutuk vermişti… 29 bin Amerikalıya şöyle diyordu; (Katherine Hepburn)

“Sizinle kültüre karşı yöneltilen saldırı üzerine konuşmak istiyorum. Sizinle, bir kültür insanı niteliğiyle değil bir Amerikan yurttaşı niteliğiyle, özgürlükleri tehdit eylemlerine her zaman karşı koyması gereken bir Amerikan yurttaşı olarak konuşuyorum.”

Bütün bu yaşananlarda Katherine Hepburn özellikle bir yanıyla örnek teşkil eder. O yanıysa başarılı bir tiyatrocu ve sinemacı olmasıdır. Bu başarıları sayesinde cadı avı gibi bir dönemde de olsa dokunulmazlığı kazanmasıdır.
Bugün dünyada sosyalizm reel bir faktör olarak eskisi kadar güçlü değildir. Fakat aydınlara, yazarlara, sanatçılara ve bilim insanlarına saldırılar kapitalizm tarafından devam etmektedir. Bu yüzden bugün üzerimize daha büyük yük oluşuyor. Bizim ülkemizde de hala aynı saldırılar yani yıldırma politikaları devam etmektedir. Gazetecilerin içeri alınması, muhalif sanatçılara resmi konserlerde yer verilmemesi vb. durumlar devam etmektedir.

Türkiye’de ilericiler, sanatçı adayları kapitalizmle derdindi olan yazar adayları alanlarında başarılı olmalılar. Biliyorum ki bu kolay bir şey değil. Fakat kolay değil diyerek yola çıkmamak büyük bir felaket. Ayrıca sömürücü sınıfların yarattığı yıkım karşımızda dururken bunu gören ilericilerin, aydınların, sanatçıların daha fazla üretmesi gerekmektedir. Dünyanın içinden geçtiği modern ortaçağ döneminde yaşayan bizlere gelecekte ne yaptınız sorusunu soracaklar. Kimse üretmeyen kişilerin bahanelerini dinlemek istemez. Sanatçı yapamadıkları ve buna bağlı bahaneleri ile değil yaptığı işlerle anılır.

Peki, biz buna ne kadar cevap verebiliyoruz?