Aklın vebası
Binlerce yıllık edebiyat ve felsefe döneminden sonra geldiğimiz yer şiddetin, vahşetin, gülmenin ve diğer pek çok kavramın ne olduğunun tamamen silikleştiği, her şeyin her şey olabildiği ve her şeyin her şeyle savunulabildiği bir veba çağı.
Sertaç Canbolat
Çok uzun zaman önce, bir film festivalindeki bir filmde beyazperdede Japon bir ozan, gitarının telleri kopacak gibi öfkeli ve dalga gibi çırpışan sesiyle bir ağıt okuyordu. Japonca. Yüzünün kıvrımlarının her bir hareketi, vücudunun her bir kasılması Japoncaydı, evet kendi kültürünün dilindeydi, tıpkı tamam anlamında bir başparmak hareketi gibi veya boşver dediğimizde elimizi sallamamız gibi. Ve altyazıda atom bombasının çocukların kemiklerini demire nasıl kaynattığı yazıyordu. Bir ozanın ağıtını anlamayan o çok entelektüel kitle altyazıdan da etkilenmemiş olacak ki vahşice gülüyordu, sanırım ozanın söyleyiş tarzı “çok komiklerine” gitmişti. Ben de o kitleye bağırarak sormuştum neyi komik bulduklarını ama bir cevap alamamıştım. İnsanlık onurunu ayaklar altına alan vahşet örneklerinden daha aşağılık bir şey varsa o da sanırım budur. Kişinin, kendisine neyin iletildiğine bakmadan sadece dürtüleriyle, hiçbir düşünce sürecinden ve süzgecinden geçirmeden, sadece fizyolojik ihtiyaçlarının tepkisi gibi bir gülme tepkisi vermesi… Tükenişi ve çürümeyi burada görüyorum açıkçası. Böyle bir “seyircinin” olabilmesinde, vahşeti yapanlarla vahşeti seyretmekte hiçbir sorun görmeyecek olanlarda… Buna şaşırmak gereksiz, evet ama mücadele etmek gerekli. Binlerce yıllık edebiyat ve felsefe döneminden sonra geldiğimiz yer şiddetin, vahşetin, gülmenin ve diğer pek çok kavramın ne olduğunun tamamen silikleştiği, her şeyin her şey olabildiği ve her şeyin her şeyle savunulabildiği bir veba çağı. Bu çağ, liberal kavramların bir salgın gibi yayıldığı, aklın vebasının çağı. O halde bu çağın vebasıyla da tıpkı o dönemde olduğu gibi mücadele edilecek. Aklı tutsak almak isteyenler her türlü güçlerini ve propagandalarını kullanacak ve bizim elimizde aklın kırılmaz yöntemselliğinden başka bir şey olmayacak.
Antik Yunan’dan klasisizme kadar olan büyük insanlık edebiyatında insanın başına gelen felâketler ve bu felâketlerin acı sonuçları tragedyanın, geri kalan her şey ise komedyanın alanı olmuştur. Geri kalan derken “eğlenceli, neşeli, gülünç” olanı kastetmiyorum. Tragedya felâketlerin ve acının ahlâk dersidir, komedya da ahlâkın eleştirilmesiyle ahlâk dersidir. O yüzden zaten iğneleyici, keskin ve saldırgandır. Özellikle de saldırganlık komedyaya içkindir ve ahlakın eleştirisiyle ahlak dersi vermek için güldürmenin bir araç olarak ortaya çıktığı da olur. “Ahlakın eleştirisi” için örneğin Molière’de olduğu gibi, görünürdeki bir ahlaka, onun arka odasında geçenler sergilenerek saldırılır. Ve ortaya çıkan şey de bir ahlak dersidir. İnanmayan Tartuffe’ün önsözüne baksın; “Komedi insanın kusurlarını düzeltmenin bir aracı ise bundan kimi şeylerin istisna tutulması için bir neden göremiyorum.” Ve elbette Molière’in oyunlarında “sahnedeki aristokrat temsillerine gülen aristokratlar vasıtasıyla aristokrasinin gülünçleştirildiğini” görebilen aristokrat da vardır. Ahlakın ahlakının dersi bu işte. İnsanlığın binlerce yıllık edebiyatı konulardan ziyade işlenme biçimleriyle sınırlıdır (çerçevelidir diyebiliriz). Bir tür, genellikle bir diğerinin “alanının” dışında kendisine alan edinir veya aynı alanı işgal edecekse diğeriyle kıyasıya çatışır.
Ancak meselemiz, gerçek hayatın sanata nasıl konu olduğu ve hangi çerçevelerle konu olduğu değil. Meselemiz gerçek hayatın insanlara nasıl konu olduğu ve hangi çerçevelerle konu olduğu. “Sanatçı kişilik” bir uydurmadır. Kişinin kendi ideolojik ve siyasi bütünlüğünün antitezi anlamında bir de “sanatçı kişiliği” olmaz. Kişinin tamamen zıttı ve aslında onu temsil etmeyen, onun olmadığı şey olarak bir “sanatçı kişiliği” olamaz. Yani en azından çoklu kişilik bölünmesinden mustarip değilsek… Malum stand-up’çının sözlerini bire bir buraya kopyalayarak o sözlere burada alan açmayı istemiyorum. Olaya verilen “ekseni kaymış” tepkileri aşağıdaki gibi sınıflandırdım.
Sanatın özgürlüğü. Konuyu bu çerçeveye oturtanlar oldu. Sahnedekinin “sanatın özgürlüğü” olduğunu savunuyorsak o halde örneğin, bir stand-up’çı çıksa ve bu stand-up’çı genç kadına edilen ve tam da onun söylediğine benzer bir vahşetle ifade edilen tehditleri ve küfürleri savunup kadını aynı vahşi ve cinsiyetçi dili kullanarak “gülünçleştirmeye” çalışsa ne olur? O da “özgürlük” kotasından faydalanır mı? Bir konuyu ilkelerle, yani kavramsal çerçevede konuşmak iyidir, çünkü esas çerçeveyi ilkeler çizer, olaylar ve olgular ilkelerin bölmelerine yerleştirir. Örnek vermeye başladığınızda karşınızdaki kadar alçaklaşmamak kimi zaman zor olur, kimi zaman da olanaksızdır, ben tam da bu duruma düşmemek için “örneklerle” konuşmamayı yeğliyorum. Olayın ana ekseninin ortadan kaldırılarak (Sivas’ta yakanların yanına yerleşmek) bambaşka bir tartışma zemininin kurulmasına bakarak insanlığın düşünce tarihinin liberal veba tarafından istila edildiğini görmek mümkün. Buna liberal aklın “her şeyi sınırsızca, sorumsuzca ve yöntem karşıtlığıyla birbirine keyfi olarak ve oportünist bir biçimde eklemesi” de diyebiliriz. Öyle ya, bir sahne var, stand-up bir gösteri sanatı, o halde konu sanatın özgürlüğü… Oysa konu, bir katliamı, katliamcının yanında durup katliama uğrayanı ikinci kez öldürerek ele almak. Konu “sanatsal çerçevesi”, sanatsal biçimi vs. değil. Konu yakanlarla birlikte orayı ateşe vermek. Örnek Sivas’la sınırlı kalmak zorunda değil, Maraş’ta hamile kadının karnını kesenlerin tarafında durmak. Bu “sanatın özgürlüğü” kesiminin alt grubu da sanırım “teşekkürcüler”. Bunlara göre stand-up’çı Sivas katliamcılarının yanında durmuyor, tam tersine onları teşhir ediyor, yani herkes bir teşekkür borçlu. Bunu böyle söylüyorsak benzer şekilde, bu genç kadına küfür edenlerin de küfrün kötü bir şey olduğunu teşhir etiğini söyleyebilmemizin önündeki engel ne? Liberal vebanın virüs kavramlarının, insanı, tanık olunan bir basit gerçeği bile değerlendiremeyecek hale getirmesinin sıradan bir örneği.
Sosyalizmin ifade özgürlüğüne düşman olması. Bu da bir öncekinin daha gelişkin hali, yani her durumu sosyalizme karşı küfür cephanesine çevirme fırsatçılığı. Genç kadına verilen tepkilerden sosyalizmin sanata bakışını inşa etmek. Bu aynı zamanda salgından dolayı aklın ölümünün de bir temsili. Aslında liberal aklın “özgürlüğü” ile kapitalizmin “özgürlüğü” tam olarak aynı şey; örneğin kapitalizmin “tatil özgürlüğü” ile liberal aklın “ifade özgürlüğü” aynı nesnenin iki farklı adı gibi… Elbette istediğiniz yere tatile gidebilirsiniz, kim sizi Güney’in beş yıldızlı tatil zevkinden mahrum ediyor ki kendi maddi durumunuzdan veya maddi durumunuzu yükseltecek olanakları yakalayamayacak olan “niteliksizliğinizden” başka? Elbette istediğinizi ifade edebilirsiniz, falanca internet yayınının, filanca kurumun şu veya bu maddi kaynaklarla yüzlerce, binlerce ürettiği liberal akıl ürünlerinin yanında yer almaktan sizi kim mahrum ediyor ki, bu yan yana gelişi sağlayacak liberal düşüncenin engizitörü postmodern filozofları övmeme “cehaletinizden” başka?
Kurban. Stand-up’çı genç kadın Alevi olduğunu beyan ettiği için Sivas Katliamı’nı Alevileri ilgilendiren kişisel bir mesele gibi görmek diyebileceğimiz bir tavırla bu stand-up’çının “sosyal medya linçine kurban gittiği” değerlendirmesi. Evlilik adı altında çocuk istismarı dediğimiz “çocuk gelin” vakalarında damatları “toplumun bir kurbanı” olarak değerlendirdiğinizde bu değerlendirmenizden önceki her şey boşa düşer, çünkü ikisi de kurban ise çocukları istismar eden kim? Sivas’ta yakanlar bir şeylerin kurbanı ise “yakılanlar” ne? Her ikisi kurban ise fail kim, katliamcı kim? Bu “sosyal medya linçi” denen olguyu da anlamakta zorlanıyorum. Küfür veya tehdit gibi şeyleri bir kenara bırakmalıyız sanırım, çünkü küfür ve tehdit kategorik olarak bir düşünce ifadesi değil, dolayısıyla “linç” için düşünce ifadesi içeren ifadeleri hesaba katmamız gerekecek. Durum buysa bir kişinin linç edilebilmesi için o kişinin buna olanak vermesi, örneğin söylemiş olduğu şeyi savunamamış olması gerekmez mi? Bir sözün çürüklüğünü gösterdiğinizde o sözü bir kişinin savunması ile binlerce kişinin savunması arasında sayı dışında nasıl bir fark var? Bunu yapabiliyorsam, linç eden, yani ezen ben olmuyor muyum? Stand-up’çı genç kadın, söylediklerini “Ben de Aleviyim” diyerek savunamamıştı, çünkü savunamamanın ifadesidir bu. Evet Nazizmin üniformasını giyen Yahudiler de vardı… Oysa “gerçekten kışkırtılan masum insanların bir anlık öfkesi ve kaza sonucu gerçekleşmiş elim bir olay” katliamcıların yanında duruşun savunmasına daha uygundur ve zaten tam da böyle denmektedir.
Sonuç, aklın vebasıyla mücadele gerekliliğidir. Yakanların yanında yer alanlara söz söylemeyi bile neredeyse olanaksızlaştırdığı için… Bu durumu, korkmadan ciddiye alacağız, zira aklın yöntemselliğinden birkaç damla bile büyük bir alanı temizlemeye yetecektir.