Bir Sporcu, Bir Sanatçı, Bir Örgütçü: TKP’li Orhan Kemal

Sanatında ve hayatında TKP’li kimliğiyle hatırlamamız gereken Orhan Kemal’i ideolojisinin aynası olarak gösterebileceğimiz yegane aracı, kitapları ve yaşamında biriktirdiği kavgalarıdır. Tam da bu yüzden daha okumak, daha çok okutmak ve daha çok toplumcu sanatı anlatmak gerekir. Çukurova’sıyla bu toprakları bize öğreten yoldaşa, Orhan Kemal’e, Mehmet Raşit Öğütçü’ye selam olsun…

Bir Sporcu, Bir Sanatçı, Bir Örgütçü: TKP’li Orhan Kemal

Arjin Avcı

Her dönemde ortaya çıkan toplumsal gelişmeler; gerek romanlarımıza, gerek şiirlerimize, gerek öykülerimize konu olmuştur. Tabii yalnızca konu olmakla kalmamış, doğrudan sanatçılarımızın düşünsel yaşantısını da değiştirmiş, geliştirmiş, yönlerini belirli bir doğrultuya sokmuştur. Bunun öncelikli nedeni şudur: doğadaki, hayatımızdaki olaylar arasında güçlü bir bağlılık vardır. Her şeyi tarihte ve insan etkinliğinde çözümleyen biz sosyalistler için gördüğümüz gerçeklik de bu iki evrede çözümlenir. Buradaki gerçekliği yalnızca insanın bilincinde bilgi odaklı bir yansıma olarak değil, aynı zamanda sanatsal veya estetik yansıması olarak görmemiz gerekir. Bu bakış açısının da bir yapısı, özelliği, toplumsallığı vardır ve tarihte edilgen olduğu kadar etkendir de.

Bize 27 romanını, 19 öyküsünü, anısını, incelemelerini, oyunlarını, röportajlarını bırakan Golcü Raşit’in, Bacaksız Orhan’ın, Orhan Kemal’in (Adını İkdam gazetesinde “Asma Çubuğu” öyküsünde ilk kez Orhan Kemal olarak kullanır.) ya da gerçek ismiyle Mehmet Raşit Öğütçü’nün şiirlerinden romanlarına doğru olan yolculuğu, bu yolculuğunun sanat anlayışına olan etkisi ve sanat anlayışının temel taşını oluşturan örgütsel bilinciyle olan koparılamaz ilişkisi, bahsettiğimiz gerçekliğin sanatsal yansımasıdır.

Çocukluğu ve ailesi…

1914 yılında, eylülün on beşinde, Ceyhan’da, Adana’nın bereketli topraklarında gözlerini açtı  Orhan Kemal. Çocukluğunun ilk zamanlarını Adana’da geçiren Orhan Kemal; sonrasında Niğde’ye, Konya’ya, Beyrut’a, birçok yere göç etse de her zaman son durağı Çukurova olarak kalmıştır.  Oraların insanını gözlemlerine, kalemine, kavgasına kazımıştır.

Babası Abdülkadir Kemali Bey’i incelediğimiz birçok metin, Orhan Kemal’in politik hayatında pek önemli olmadığını gösterse de bir muhalif olan babasının kilit noktası olduğunu söylemek gerekir. Bir topçu teğmeni olan Kemali Bey, Kuvayımilliye’de yer almış, Ahali Cumhuriyet Fırkasının kuruluşundan sonuna kadar bulunmuş, Kastamonu milletvekilliği yapmış ve zamanında Ceyhan’da Toksöz gazetesini çıkarmış önemli bir kişiliktir. Orhan Kemal o vakitler politik olmasa da içinde bulunduğu durum (babasının diplomatik nedenleri, savaş dönemlerinin getirdiği sorunlar, şehir değişiklikleri, çalıştığı işler –bulaşıkçılık, matbaa işçiliği, kâtiplik-) onu fazlasıyla etkilemiş olacaktır. Bazı kitaplarında ailedeki durumunu bir konu olarak göstermesi buna örnektir. (Baba Evi, Avare Yıllar). Yani Orhan Kemal, Orhan Kemal olmadan önce bir işçidir, bir sporcudur, sonrasında bir sanatçı, bir örgütçü olmuştur. Yaşar Kemal özellikle onla tanışıklığını şu şekilde ifade eder:

“Benim en kolay anlatabileceğim insanlardan biri de Orhan Kemal’dir. Onu tam yirmi üç yıldır tanıyorum. Tanımadan önce ününü duymuştum. Bu ünün yazarlık olduğunu sanmayın. Orhan Kemal, benim gençlik  yıllarımın Adanasının en ünlü futbolcusuydu. Adana karmasında santrafor oynamıştı. Beş yıldır Adanadan ayrı, hapiste olmasına karşın ünü daha dillerdeydi. Adanalılar bu cin gibi, ayağına aldığı çok topu gol eden usta futbolcularını unutmamışlardı. Bir de Orhan Kemal, Adananın en ünlü kişisi, Ahali Fırkası lideri Abdülkadir Kemalinin oğluydu. Orhan Adananın en ünlü futbolcusu, babası en ünlü adamıydı derken, sözümü bilerek söylüyorum. Gerçekten öyleydiler.” [1].

TİP üyesi Yaşar Kemal’in ve TKP üyesi Orhan Kemal’in aynı yolun yolcusu olduğunu hem aralarındaki samimi arkadaşlıktan hem de aralarındaki yoldaşlık ilişkisinden anlıyoruz. Dönemin Demokrat Parti hükümetine, onlara karşıt olarak görünse de düzenin hamallığını yapan muhalif partilerine, açıkça düzenin kendisine düşman birçok sanatçının üretimindeki ana motor, aralarındaki bu yoldaşlık ilişkisinden ileri gelmektedir; çünkü bu sanatçılarımız, eserlerindeki toplumcu gerçekçiliği, bize yeni bir dünya gayesine sahip oldukları için göstermişlerdir. Nihai olarak da bugünün ve dünün örgütsüz aydınlarının yanında bir örnek teşkil etmişlerdir ve partili bir aydın kimliğinin önemini göstermeye devam etmektedirler. Örneğin; birbirlerine karşılıklı hikâyeler okuyan Yaşar Kemal’i ve Orhan Kemal’i düşünelim. Türkiye’nin bu iki en değerli romancıları, hikâyecileri yeri geldiğinde birbirlerine karşılıklı hikâyelerini okurken, yeri geldiğinde yazdıkları hikâyeler, yürüttükleri mücadele nedeniyle düzenin bekçilerine, baskıcı devlete, mevcut iktidarlara, bir ayağı her daim sallanan sisteme karşı omuz omuza savaş vermiştir. Bu bile günümüzün el bebek gül bebek gelişen aydınlarına çok basit ama çok keskin bir cevaptır, örnektir.

Tutsaklığının armağanı olan Nâzım Hikmet ve TKP…

Aydınların komünist hareketlerle olan sıcak ilişkisi özellikle 1930’lardan 1960’lara kadar süren zaman dilimi boyunca örgütlerde, toplumsal dinamiklerde bir ilerleme sağlasa da buna paralel olarak tutuklanmaların, engellenmelerin gırla yükseldiği bir somut durumu da açar. Askerliğini yaparken Ceza Yasası’nın 94. Maddesine karşı gelmekten yargılanan ve Maksim Gorki ve Nâzım Hikmet okuduğu için beş yıl hüküm giyen Orhan Kemal de bu somut durumun bir çıktısı olarak göz önündedir.

Buradan şunu tekrardan anlıyoruz ki: Türkiye’nin yıllarca var olan sorunlarını anlamadan; yani Orhan Kemal’in Çukurova’sını, Çukurova’nın emekçi insanlarının diyaloglarını anlamadan, dönemin sosyalist hareketler bazında yükselişlerini, düşüşlerini anlamadan, içinde yer aldığı köklü Türkiye Komünist Partisi’ni anlamadan Orhan Kemal’i de anlayamayız, diğer toplumcu ve örgütlü sanatçılarımızı da anlayamayız. Toplumcu sanatın derinlemesine çözümlenmesini ancak örgütlü aydın-devrimci üretim ikiliğine bağlayarak anlayabiliriz. Ömer Türkeş’in deyimiyle:

“Sosyalist sözcüğünü kullanmanın sakıncalı olduğu yıllarda kendilerine toplumcu gerçekçiliği yakıştıran kuşağın en etkili isimlerindendi Orhan Kemal.”

1940 yılında Adana Cezaevi’nden Bursa Cezaevi’ne geçtikten sonra oda arkadaşlığı yaptığı Nâzım Hikmet’in, Orhan Kemal’in yukarıda anlattığımız özelliklerinin temelini atma da müthiş katkılar sunduğunu söylememiz gerekir. Mehmet Raşit, Nâzım Hikmet’le beraber romancı Orhan Kemal oldu, onla beraber politikleşti, şiirler öyküler yazdı, üç buçuk yıl boyunca ondan felsefe, edebiyat, siyaset, dil dersleri aldı ve en nihayetinde Nâzım Hikmet aracılığıyla devrimin aracı olan partiyle, yani Türkiye Komünist Partisi’yle tanıştı. Bu vesileyle doğmuş çocuğuna “Nâzım” ismini verdi, anılarını “Nâzım Hikmet’le Üç Buçuk Yıl” kitabında bize anlatarak TKP’li Nâzım’ın önemini tekrardan anlamamıza olanak sağladı. Orhan Kemal, Nâzım Hikmet’in Bursa Cezaevi’ne geleceği haberini aldığında bile tanışmadığı ustasını ne kadar sevdiği belliydi:

“Bana hapishane bahçesinde dikilmiş zambakların yeşil yaprakları üzerindeki karlar erimiş gibi, umumi afla serbest bırakılmışım cezamın bitmesine kadar olan yıllar birden tükenmiş gibi geldi. Herkes gibi ben de ona gıyaben hayrandım. Herkes gibi kendimi bilmeden onu seviyordum. Muazzam koca şair…” [2].

Hapisten çıkınca…

İleride ölümünden dört yıl önce tekrar tutuklanacak olsa da (“Hücre çalışması ve komünizm propagandası” gerekçesiyle iki arkadaşıyla tutuklanır.) 1943’te beraat edildikten sonra, hapisten çıkar çıkmaz TKP Adana il sekreterliğinde görev alır. Tutsak biri olarak girdiği mahpustan partili bir aydın olarak çıkarak sorumluluklarını, birçok işte çalıştıktan sonra işsiz kalmasına rağmen yerine getirir. “Ekmek Kavgası”yla başlayan serüveni yaşamının son demlerine kadar aynı çizgiyle sürer gider.

Yasaklanan, sansürlenen senaryolarına rağmen “lhan F. Demir” ve “Yıldız Okur” adlarıyla yazmaya devam edip, üstüne senaryo teknikleri üzerine incelemelerine başlayıp pes etmeyen biridir Orhan Kemal. Anadolu gerçeğini “Kanlı Topraklar”da anlatıp sonlandırmayan, Çukurova’yı diyalog ustalığının getirdiği samimiyetle beraber tarihini, güncelliğini, sosyolojik, ekonomik, sınıfsal durumunu bir sanatçının inceliğiyle eleyerek gösteren biridir Orhan Kemal. İdeolojisinin özü olan sınıfsal çatışmayı diyaloglarıyla yüzünüze vuran bu yazar, örgütlülüğünün verdiği büyük umutla nesiller boyu hafızamıza kazınmıştır. Yine Oktay Rifat Horozcu’nun deyimiyle:

“Orhan Kemal’in hikâyeleri bir orman yangını kadar haşmetli ve tesirlidir. Sanatı sadece bir deyiş, bir üslup işi olarak ele alanlara ne güzel ders. İncir çekirdeği doldurmayan bir takım cılız meseleleri, şöyle mi söylesem, böyle mi söylesem diye doksan dokuz günde ısıtıp önümüze süren şairlere, romancılara ne müthiş cevap!” [3].

Günümüze bıraktıkları

Haziran ayının 2’sinde, 1970’te beyin kanamasıyla vefat eden Orhan Kemal; aydınlara, topluma, genç kuşak komünistlere, örgütlü, toplumcu sanatçılara, kendisinden sonraki tüm nesillere bir bilinç aşılamıştır. Anadolu’yu da yazsa, şehirli bir işçiyi de yazsa temel derdi, belli bir gerçekliği tüm gülünç ve acı yanlarıyla birlikte en doğal biçimde aktarmaktır; çünkü toplumdaki gerçeklik de nihai olarak gülünç ve acı yönleriyle bir diyalektiği kurmaktadır ve devam ettirmektedir.

Sanatında ve hayatında TKP’li kimliğiyle hatırlamamız gereken Orhan Kemal’i ideolojisinin aynası olarak gösterebileceğimiz yegane aracı, kitapları ve yaşamında biriktirdiği kavgalarıdır. Tam da bu yüzden daha okumak, daha çok okutmak ve daha çok toplumcu sanatı anlatmak gerekir. Çukurova’sıyla bu toprakları bize öğreten yoldaşa, Orhan Kemal’e, Mehmet Raşit Öğütçü’ye selam olsun…

[1]: https://www.cafrande.org/orhan-kemal-ustune-anilar-cocuksu-bir-adamdir-sevgiyle-doludur-yasar-kemal/

[2]: https://www.tustav.org/gorsel-isitsel/orhan-kemal-nazim-hikmet-ile-tanismasini-anlatiyor/

[3]: http://www.orhankemal.org/links/139.htm