Hiç sönmeyecek 33 ışık
Halkı bir nebze anlamayanların, halk için üretim yapan sanatçıları anlayacağını hiç mi hiç düşünmüyoruz. Anlamadıklarını, korktuklarını 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta Madımak’ta gördük ve unutmamaya yemin ettik.
Arjin Avcı
“Benim bu dünyada bir yerim olmadı,
Kuytu gövdemi saymazsak eğer.
Gövdem ki varla yok arası,
Hem varlığa, hem yokluğa değer.
Ama yüreğim hiç solmadı.
Bir gül koklayayım izin verin de.”
Metin Altıok’un bu dizeleri, yaşamın ve ölümün; eksiklerin ve tamlıkların dizeleridir. Aydınlığın ve umudun simgesi olan 33 aydınımızın soluğu 2 Temmuz 1993’te kesildi, fakat bize bıraktıkları aydınlık ve umudun hiç sönmediği bir dünya gayesinin kesilmesi pek mümkün değil. Onlar, türkülerinde, şiirlerinde hep bunları dile getirmişlerdir çünkü. Yaşamanın “bu yangın yerinde” bir görev olduğunu, yaşamanın insan kalmak olduğunu göstermişlerdir bizlere. Sazıyla, sözüyle, bir insanın ömrünü neye vermesi gerektiğini “harcanıp giden şu ömürde” onlar bize anlatmışlardır.
Ağıtların, şiirlerin, şarkıların, yazıların yetmeyeceği bir katliamın adıdır Madımak. Türkiye’de toplumcu aydınlarımızın, şairlerimizin, sanatçılarımızın ne tür muamelelerle karşılaştıkları belli. İşkencehanelerde işkence edilen, öldürülen; fail-i meçhul cinayetlere kurban giden; kitapları, oyunları, şarkıları, türküleri yasaklanan; dört duvara mahkûm bırakılanlar, Madımak’ta katledilen aydınlarımızın dünü ve bugünüdür. Sanata, sanatçıya, düşünceye düşman bir toplum yaratma eğilimi, ancak böylesine bir düzenin kendisinden beklenirdi. Aynı zamanda böylesine utanılacak bir tarihe sahip olmak da yine sanata, emeğe ve o emeği yaratanlara düşman, kan emici iktidarlardan beklenir. Böylesi bir düzende de her şeye rağmen kitaplar yazılmaya, türküler söylenmeye, mücadele yükseltilmeye devam ettikçe düzenin bekçileri de kendini göstermeye devam eder.
İşte bunun en unutulmaz örneklerinden biridir 2 Temmuz 1993. 22 yaşında, yeteneğiyle ve toplumcu kimliğiyle hafızalarımıza kazınmış Hasret Gültekin’i; deyişleriyle, türküleriyle ruhumuzda sızı bırakan ozanımız Nesimi Çimen’i; yazının başında değerini ve insanlığını şiirinde gösterdiğimiz Metin Altıok’u; halk müziği sanatçımız Edibe Sulari’yi; karikatüristimiz Asaf Koçak’ı ve nicelerini sayabileceğimiz sanatçılarımızı ve aydınımızı katledenler uzağımızda değildir. Topluma, halka, işçilere ithafen üretimlerini gerçekleştirenler daima gözümüzün önünde olacak ve yaşayacaklardır.
Bu düzenden payını büyük lokmayla alanların her yerde olduğu bilinmelidir. Düzendeki payını ne kadar küçülten veya yok eden sanatçımız varsa tüm silahlarıyla önlerine çıkanların, yeri geldiğinde bu isimleri ağzına alarak, yaptıklarının üstünü örterek öne sürdükleri açıklamaların direkt olarak bir pişkinlik olduğu da tekrardan hatırlanmalıdır.
Sanata, kültüre, bilime düşman kesilenlerden her şey olur, ancak ne gösterdikleri gibi bir sanatsever olurlar ne de topluma ve toplumcu fikirlere saygı duyan bir anlayış ortaya koyarlar. Bugün bu pişkinlik siyasetini kültür-sanat alanlarına bulaştıranlar, zamanında Aziz Nesin’in belirttiği gibi aslında halkı küçük düşürmek için yaptıkları altı boş “halk dalkavukluğu” yapanlardır.
Halkı bir nebze anlamayanların, halk için üretim yapan sanatçıları anlayacağını hiç mi hiç düşünmüyoruz. Anlamadıklarını, korktuklarını 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta Madımak’ta gördük ve unutmamaya yemin ettik. Sanatçılarımızı, aydınlarımızı yakanlara karşı toplumcu sanatı, sosyalist bir kültürü yeşerteceğimizi de tam bu pişkinlik siyasetinin, kültürünün içinde göstermeye devam edeceğiz. 33 ışığımızın asla sönmeyeceği eşit ve özgür bir gelecek yaratmak için tek yol; bu kültürün ayaklarını sağlam bir zemin üzerine, yeni bir dünya üzerine kurmak ve onu tekrardan yeşertmek olacaktır.