Okuma notları: Edebiyat niye bizi daha iyi bir insan yapsın?
Cumhuriyet Kitap Eki’nin ne edebiyatçı ne sanatçı ne de yazar-çizerlikle hiçbir biçimde ilgisi ve bilgisi olmayan Daron Acemoğlu’yu kapağına taşıması gazeteye bir habis ur gibi çöken liberal çevrenin küçük zaferlerinden biri sayılmalıdır.
Güner Şar
Edebiyatın bizi “daha iyi bir insan yaptığına” dair liberal hümanist iddia paldır küldür dolaşıma girdi. Örneğin T24 sitesinden Hasan Öztürk “(…) edebiyat, içimizdeki dünyayı zenginleştirerek bizi olduğumuzdan daha iyi bir insan yaparken içinde bulunduğumuz dünyanın gidişatını anlamamızı da kolaylaştıracaktır” tespitini yapıyor.[1] Asıl merak konusu ise bu mübalağalı söylem acaba yazarın özgün önermesi miydi? Elbette öyle olmadığı kısa bir araştırma yapıldığında anlaşılıyordu. Edebiyatın sizi daha iyi bir insan yapması meselesine Terry Eagleton “Edebiyat Kuramı: Giriş” kitabında şöyle bir değinip geçiyordu. Kitabın ilk yayınlanma tarihi 1983’tü ve dilimize çevrilme tarihi ise 1990’dı. İlgili bölümde Eagleton’un belirlemesine katılmamak mümkün değil: “Yüksek kültür konusunda derya olan birçok insan vardı: ama bu kültürün bu insanların bazılarını Orta Avrupa’da Yahudilerin katledilmesine nezaret etmek gibi eylemlerden alı koymadığını anlaşılması için Scrutiny’nin doğumundan sonra bir on yıl kadar geçmesi gerekecekti. Leavisçi eleştirinin gücü Sir Walter Raleigh’in cevaplayamadığı “Niçin edebiyat okumalı?” sorusuna bir cevap verebilmesindeydi. Cevap da özetle, edebiyatın sizi daha iyi bir insan yapmasıydı. Pek az neden bundan daha ikna edici olabilirdi. Scrutiny’nin kurulmasından birkaç yıl sonra Müttefik kuvvetleri boş vakitlerini Goethe okuyarak geçiren komutanları tutuklamak üzere toplama kamplarına girdiklerinde, birilerinin bir açıklama yapması gerektiği anlaşıldı.”[2]
Demek ki toplama kamplarındaki katliamları komuta eden, bizatihi infazları geçekleştiren Nazilerin edebiyat –Goethe- okumaları onları daha iyi bir insan yapmaya yetmemişti.
“Edebiyatın sizi/bizi daha iyi bir insan yapması” meselesi felsefe profesörü Gregory Currie’nin “Does Great Literature Make Us Better?” (2013) New York Times’a[3] yazdığı makalesinden sonra yaygınlık kazandı; hülasa T24 yazarı da ihtimal ilhamını o rüzgârdan almıştır acaba?
***
Doğru bir eleştiri
Tahir Abacı’nın Cumhuriyet Kitap ekindeki bu haftaki “İyi edebiyat koleji” başlıklı köşe yazısı bir hayli cesurcaydı. Abacı, Seyhan Erözçelik’in (1962-2011) Nilgün Marmara’nın (1958-1987) “Daktiloya Çekilmiş Şiirler” kitabının girişine yazdığı yazıya değinip eleştiriyor. Yazısının “Seçilmişler” Dünyası alt başlığında nesnel olduğu kadar doğru bir saptamada bulunuyor: “Erözçelik’in “iyi şairler”ini kestirmek de zor değil. Edebiyatın, yabancı dille öğrenim yapılan donanımlı okullarda “iyi” eğitim görmüş şehirli orta halli aile çocuklarının eline geçtiği, bunların parasal sıkıntısı olmayan dergiler çıkarabildikleri, büyük şehir ilişkileri içinde artık sanata el atmaya başlamış finans kapital destekli yayın organlarında el üstünde tutuldukları bir dönem. İkinci Yeni üzerinden modernizmi keşfetme, ama aşma değil, kutsama ve kuyruğuna takılma yılları.”
***
Nazlı Eray CIA’nin fonladığı “Uluslararası Yazma Programı”na hiç gitmemeliydi
Cumhuriyet Kitap Eki “Fantastik Edebiyat Özel Sayısı” yapmış (27 Şubat 2020). Nazlı Eray da “Büyülü Gerçekçilik; parçalan kristal!” başlıklı yazısıyla katkıda bulunmuş. Romanlarını, edebiyat anlayışını anlatmak yerine kendini övmekten geri duramamış. Gözü dünyaya hep bir prizmadan bakıyormuş. O prizmanın kırıkları ve pırıltıları da Büyülü Gerçekçilik’miş… Kitaplarını hep tarzda yazmış. “O zamanlar” diyor-Nazlı Eray’ın ilk kitabı “Ah Bayım Ah’ı 1975’te yayımlandığına göre 70’li yıllar oluyor- bunun anlaşılması imkânsızdı. Nereden çıkarıyor bunu Nazlı Eray? Türk okuru daha 60’ların ortasından itibaren Büyülü Gerçekçi yazarları zaten tanıyordu.
Bu akımın önde gelen yazarlarından Jorge Amado’nun “Kızgın Toprak” [1960?], “Tarçın Kokulu Kız” 1973, “Sonsuz Topraklar” 1972; Miguel Angel Asturias’ın “Yeşil Papa” 1967, “Gözleri Açık Gidenler” 1968, “Guatemala Efsaneleri” 1968, “Sayın Başkan” 1974, Gabriel García Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” romanı 1974 yılında çıkmıştı.
Nazlı Eray nerdeyse Büyülü Gerçekçilerinin önde gelen yazarları Miguel Angel Asturias, Gabriel García Marquez, Jorge Amado, Jorge Luis Borges, Julio Cortazar ve İsabel Allende’ye siz şöyle arkama dizilin diyor sanki.
CIA’nin fonladığı “Uluslararası Yazma Programı”na hiç gitmemeliydi Nazlı Eray!
***
Cumhuriyet Gazetesi’ndeki Liberal habis ur
Daron Acemoğlu’yu nasıl bilirsiniz? Elbette basbayağı bir liberal olarak tanınıyor. “Ulusların Düşüşü: Güç, Zenginlik ve Yoksulluğun Kökenleri”[4] Massachusetts Institute of Technology’den Türk-Amerikan ekonomist Daron Acemoğlu ile Harvard University’den siyaset bilimci James A. Robinson tarafından yazılan kitabına en azından göz atmak Acemoğlu’nun –ve elbette James A. Robinson’un- dünya görüşü üzerine bir fikir verir. “Sol liberal çevrelerde kutsal kitap muamelesi gören”[5] “Ulusların Düşüşü” Acemoğlu/Robinson yüz yıldan beri anlatıla gelen artık mavraya dönüşmüş olan aynı masalı anlatıyorlar kitaplarında. Masalın en ilginç paragrafı da şöyle: “1917 Bolşevik Devrimi kanlı bir hadiseydi ve hiçbir insani yönü yoktu. Lenin ve etrafındakilerin yaptığı ilk şey Bolşevik Parti’nin başına yeni bir eliti, yani kendilerini getirmek olduğundan denklemde eşitliğe de yer yoktu. Bunları yaparken yalnızca komünist olmayan unsurları değil, iktidarları için tehdit oluşturabilecek diğer komünist unsurları da tasfiye edip öldürdüler. Fakat asıl trajediler daha sonra yaşanacaktı; önce İç Savaş’la, ardından Stalin’in kamusallaştırma politikaları ve belki de 40 milyon kadar insanın hayatına mal olan aşırı sıklıktaki tasfiyeleriyle. Rus komünizmi acımasız, baskıcı ve kanlıydı fakat eşsiz değildi.” Bu kadarında bile çok enteresan bir şey yok.
Ali Babacan parti kurma hazırlıkları sürerken, Babacan liberal Daron Acemoğlu’na da teklif götürmüş, fakat Acemoğlu, yeni partinin yönetimine girmeyi kabul etmemişti. Babacan’a yakın çevreler, Daron Acemoğluile görüştüklerini, parti programının yazımında fikir alışverişi yaptıklarını ifade ediyorlar. Daha iki yıl önce Tayyip Erdoğan’ın kuracağı yeni kabinede (2018) Daron Acemoğlu’nu görevlendireceği öne sürülüyordu. Hatta meşhur gazeteci Nagehan Alçı, Acemoğlu’yu dünyanın en iyi iktisatçılarından biri olarak görüyor, Türk ekonomisinin yapısal sorunlarını kökünden çözecek, vizyonuyla tarihi bir görev yapabileceğine inanıyor, “Her zaman ezberleri bozan ve herkesi şaşırtan bir lider olmuş Erdoğan, Acemoğlu’ya Türk ekonomisinin başına tam yetkiyle geçme teklifini yapabilir” diye yazıyordu. Aslında Acemoğlu ikinci Kemal Deviş rolünü üslenecek birisiydi ve tek çareyi de yabancı sermayeden beklemekten başka bir önerisi bulunmadığını şu sözleri ile anlatıyordu: ”Bugünlerde yabancı sermaye Türkiye’ye gelmek bile istemiyor. Türkiye’nin yabancı sermayeye güven vermesi lazım. Üstelik büyümeyi yeniden yapılandırmak için de yabancı sermayeye ihtiyaç var. Yabancı sermayenin yüksek teknolojiyle ve düşük faizlerle gelebilmesi lazım.
Cumhuriyet Kitap Eki’nin ne edebiyatçı ne sanatçı ne de yazar-çizerlikle hiçbir biçimde ilgisi ve bilgisi olmayan Daron Acemoğlu’yu kapağına taşıması (5 Mart 2020) gazeteye bir habis ur gibi çöken liberal çevrenin küçük zaferlerinden biri sayılmalıdır.
[1] https://t24.com.tr/k24/yazi/insanin-daha-iyi-bir-dunya-arayisi-ve-edebiyat,2549
[2] Eagleton, Terry (2014). Edebiyat Kuramı Giriş, Çeviren: Tuncay Birkan, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[3] https://opinionator.blogs.nytimes.com/2013/06/01/does-great-literature-make-us-better/
[4] Acemoğlu, D. & Robinson, J. A. (2012). Ulusların Düşüşü: Güç, Zenginlik ve Yoksulluğun Kökenleri. İstanbul: Doğan Egmont Yayıncılık.
[5] http://www.abstraktdergi.net/daron-acemoglu-ali-babacan-demokrasi-ve-kapitalizm/