Tarihsel İGD’li Burhan Yıldırımol: Sınıfı kucaklayan bir parti gelir TKP ismini alır
Şu anda TKP’yi yaşattığını söyleyen hiç kimsede 100.yıl ile alakalı bir çalışma görmüyorum Türkiye Komünist Hareketi’nin dışında.
İlerici Gençler Derneği (İGD) üyesi Burhan Yıldırımol ile 70’lerde gençlik hareketi ile tanışmasını, Parti’ye katılmasını ve Parti’nin 100. yılına dair konuştuk.
Parti’yle nasıl tanıştınız? Örgütlenme sürecinizden bahseder misiniz?
En başlarda lise hareketi içerisinde çalıştım, Parti’ye TBKP sürecine kadar girmedim. Sol ile nasıl tanıştım derseniz, özellikle 1970’ten sonra sola saldırılar sırasında, Nazilli’de ortaokuldayım, sokağımız biraz kültür seviyesi yoğun bir sokaktı. Birinci TİP’ten öğretmenler vardı. ODTÜ’den Mehmet ağabeyimiz var, yola bakan bir odası var, biz ona her baktığımızda masa başında kitap okurken görüyorduk. O sırada Deniz Gezmiş’ler aranıyor vesaire. Biz etkilendik tabi o süreçlerden. Evler basıldı o dönem, Veli Yel ve Fatma Yel hocalar, diğerleri alındı götürüldü. Ailesiyle de o süreçlerde mahalleliler ilgilendiler. Bizi birbirimize bağladı bu gündemler. Denizlerin asılması süreçleri bizi etkiledi o zamanlar. Sonrasında Veli hoca bana, Harun Karadeniz’in Olaylı Yıllar ve Gençlik kitabını vermişti. Onların sohbetlerine katılarak adım attık.
1976 yılında babam işe girince, eylül ayında İzmir’e geldim. Direkt, Mithat Paşa Lisesi’ne kaydımızı aldırdık. O zaman bölüm seçme sınavı vardı, elektrik bölümüne girdim. Okullar açıldıktan kısa bir süre sonra, bizim okul sorumlusu Mustafa Koçak ile tanıştım, İGD sorumlusu. Onunla sohbet etmeye başladım, onun anlattıklarıyla, Veli hocaların anlattıkları uyuşuyordu ve oturuyordu bende, o şekilde 1976’ın aralık ayı gibi İGD’ye gelip gitmeye başladım ve bu örgütlenme sürecim böyle başladı. O sürecin sonunda 1977, okulların kapanmasına az bir zaman kalmıştı. O zaman okulda “gerici ders kitaplarına hayır” konusunda bir boykot gerçekleşti. O sırada bizim okul zaten eski bir çocuk ıslahevi olarak yapılmış, okulun kapıları kapandığı an iletişim kopuyor, büyük duvarlar vesaire. Boykot başarısız geçti. O başarısızlık bizim birçok arkadaşımızın okuldan atılmasına sebep oldu. Ben o zamanlar lise 1’deyim daha. Sonra yaz tatili geldi zaten, Mustafa Koçak ile zaman zaman görüşüyorum o sürelerde. Okullar açılırken örgütlenme hamlesi yaptık okulda bir komite kurduk. Lisede hakimiyet faşistlerin elindeydi. Ve yavaş yavaş Mithat Paşa lisesinde çalışmalara başladık.
Partili olarak hangi çalışmalarda bulundunuz?
Bu arada da tabi, geçmişte yapılan teknik bir hatadan dolayı, üniversitelerde zayıf kalan İGD, hedefini ortaöğretim örgütlenmesine yöneldi. Liseden ciddi bir örgütlenmeyle kadro çıkarmaya çalışıyordu. İLD sonrasında kuruldu zaten. İLD kurulduktan sonra 2 sene okul sorumlusuydum. 1979 yılında mezun oldum. 1979 yılına geldiğimizde de kadrolaşmıştık, yetişmiştik, koşturan biri haline gelmiştik. İçimizde de bir dizi tartışma başlamıştı tabi. Ve o süreç içerisinde, bugün dahi sadece selam verdiğim, hiçbir şekilde görüşmediğim bir kişi, kendi alanında, düz lise mezunu olmasına rağmen, meslek liselerinin sorumluluğu verildiği için ve ondan daha iyi isimler olduğu için tartıştım. Bülent Hacımaz, Ege bölge sorumlusuydu, bu arkadaşa sorumluluk verince, biz 3 kişilik bir kadro ekibi olarak çalışma yürütürken bu ismin olması bir kriz başlığı oldu. Bir dizi tartışma oldu. Bu aynı isim gelip, partililik gündemi açtı, ben de “seninle bir yola çıkmam” deyince bir dizi tartışma ortaya çıktı.
Bu süreçler üstüne, İGD’ye çektiler beni kararla. Bir süre teknik görevlere getirildim. 1980’lerin başında İzmir sıkıyönetim gelene kadar böyle geçti. Sıkıyönetim sonrası birtakım eylemler üzerime yıkılınca kaçak gezdim. Ege bölgede 1980’in yaz ayları özellikle bu biçimde geçti. Aynı dönem, İzmir’de yönetim değişmişti, Ersin Tosun, Ege bölge sekreteri olmuştu, beni de İzmir’e çağırdılar bu dönüşümle. Örgütlenme alanında yetişmem gerektiğini söylediler, çevre ilçelere dönük çalışma yürütmem gerektiği söylendi. Çevre kuruluna girdim bu biçimde. Ve 12 Eylül’e kadar Torbalı, Kemalpaşa, Turgutlu bana bağlı olarak çalıştı. Ama bu arada aranıyorum, çok baskı var. 12 Eylül ile birlikte bu bölgeden, Aliağa’ya gençlik sekreteri olarak, orayı toparlamak üzere gittim. Orayı toparladık, İzmir ile görüşüyoruz aynı zamanda. Sonra İzmir’e geldiğimde çok güvendiğimiz bir kişinin polisle iş birliği yapması sonucunda yakalandım. Kemeraltı girişinde karşılaştım, konuştuk, annemin beni merak ettiğini söyledi, kapı komşumdu aynı zamanda, güveniyordum. Sonra kış geliyordu, “işin var mı” dedim, “eve git bana kazaklarımı getir., Ailem de hep yardımcı olurdu. Babam hep evde bir para bulundururdu, anlık gelip gitmelerimin olduğunu bilirlerdi, desteklerlerdi. Merkezden veya başka bir yerden de para gelmiyordu. Bu şekilde yaşamaya çalışıyorduk. Fakat o kişiyle gelecek para ve eşyaları beklerken, polis tuzağına düştüm ve 60 gün gözaltında kaldım. Alnımız açık çıktım gözaltından, sonrasında ortaya çıktı ki, istihbaratın özel emriyle tutuklandım. Savcılıkta hiçbir delil veya bir kanıt bulunmuyordu. Bir 3-4 ay öyle geçti, birtakım arkadaşların ifadeleriyle süreç derinleşti. Cezaevlerinden alınıp sorgulanabilme kararı çıktığı zaman ilk beni alıp götürdüler İzmir’de, 15-20 günlük bir sorgu geçirdim. Eskisi gibi ağır bir sorgu değildi, kanun yeni çıkmış kimse ne yapacağını bilemiyor, o yüzden çok fazla yüklenemediler. O sırada içerideki bir arkadaş ifadesini benim lehime verince çıktım. Çıktım bu süreçle beraber, 1982 Haziran’ının sonuna geldiğimizde savcı benimle alakalı tüm kararları geri çekti. İGD’nin eylemlerini, nefsi müdafaa değerlendirip, 5 yıl örgüt üyeliğinden ceza aldım sadece. Sonrasında yöneticiliğe çevirdiler, İGD içinde TKP çalışması yapmakla suçladılar. 141’den verdiler cezayı. Diğer eylemlerden veremediler cezayı.
Dışarı çıktım zaten. Karabağlar’da yan yana geliyorduk. Sonra geçmişten gelen bir dava yüzünden bir gece tekrar alındım. Tekrar 3 ayı yatmaya gittim. Sonra bir başka ceza daha geldi 25 günlük bir ceza. 1983 başında cezaevinde tek tip elbise sürecine karşı durduk, 19 günlük bir açlık grevinde kaldım, onun ardından benim gibi olanları ve gücü dağıtmak için ilçe cezaevlerine naklettiler. Tahliye olmama 20 gün kala, Urla’ya gönderdiler, Urla’dan tahliye edildiğim zaman üniversiteden ihraç edildiğim için askere alındım. O bitip döndükten sonra yurtdışına çıkmayı düşündüğüm bir dönemdi. Ama evlendim, kaldım burada. E her tarafım sarıldı, köyler basılıyor, bütün akrabalarım basılıyor, yanımda eşimle kaçamıyorum. Gittim eve yattım, bekledim, geldiler aldılar. 1985 şubatı gibi, 15-20 gün Buca’da kaldıktan sonra Çanakkale’ye gönderdiler. 1986’nın Mayıs’ında infaz yasası çıktı, iyileştirme çıktı, ondan faydalanarak 1986 Ağustos’unda çıktım. Döndük, arkadaşlarla görüşüyoruz ama örgütsel anlamda gelen giden yok.
Bu arada Adımlar dergisi çıkıyor. 1 yıl sonra, bir vatandaş geldi, kapıyı çaldı, “Yarın akşam üzeri Saik Aksu seninle görüşmek istiyor” dedi. Sait arkadaş da bir dönem şube başkanlığı yapmış, Ege bölgede çalışmış bir abimizdi. “Tamam” dedim ben de inşaatlarda elektrikçilik yapıyordum, çalışmak zorundayız tabi. Gittim, Sait ile buluştum, geniş bir görüşme yaptık, TBKP süreciydi. Tartıştık, konuştuk, bölgenin aldığı kararı ilettiler, Buca İlçe yönetimine girdim TKP adına. Ve bu şekilde TBKP sürecim başladı. Saik Aksu ilçe sekreterimizdi. 6 kişilik bir yönetim kurmuştuk. Çalışmalar başladık, bu arada Nabi’ler (Yağcı), Nihat’lar (Sargın) İzmir’e geldiler. 141-142’e karşı mücadele süreçleri başladı. Sonra herkes kendini açığa çıkardı. Açıktan mücadele dönemi açıldı. O zaman Vedat abiler, TİP’in merkezi yöneticilerindendi, TKP’ye geçti, TBKP’de bölge sorumlusuydu. Herkesin kendini açığa çıkardığı süreçteki davalarda benim adımı geçirmediler onlar. Sonrasında tartışmalar ortaya çıktı. Sonrası malum, SBKP’nin dağılma süreci ortaya çıkınca, mahallede kalabalık yerlerden bile geçmiyordum, çekiniyordum, o televizyon görüntüleri vesaire. Karabağlar’da gel halka anlat, yıllardır anlattığın dünyanın geldiği yeri…
TBKP’nin içindeki tartışmalara ben de katıldım. Ankara’daki kongre süreci başladığında Buca İlçe olarak 10 kişilik bir delege gönderdik, ben gitmek istemedim. Ben kendi ellerimle gidip hareketi kapatamam, belliydi öyle olacağı, farklı bir parti tartışılıyordu. TBKP’nin kuruluş amacından başka noktalara geldiğini gördüm. İlk başta kabul etmemin sebebi, partideki olumsuzluklara rağmen 12 Eylül’de bir sürü işkencelerden geçmiş yıllarca içeride kalmış biri olarak, bir komünist parti ibaresinin geçtiği bir tabelanın asılabiliyor olması bir zafer gibi geliyordu. Tabi sonraki süreçlerde tartışmalarda böyle olmadığını görebildik. BSP-SBP-ÖDP süreçlerine katılmadım hiç, sağlıklı görmedim. Yanlarında durdum, eylemlerine katıldım ama direkt olarak çalışma içinde bulunmadım. Ta ki, Onbeşler Birlik Dayanışma Bilim ve Kültür Derneği’nde çalışmaya başlayana kadar. 2010’lu yıllardı bu bahsettiğim tarih. Cemal Kıral’lar derneği kurmaya karar almıştı, karar aşamasında yoktum ama aradılar, böyle bir dernek kurduk dediler, yer tuttuk hatta dediler Alsancak’ta. Bir gün cumartesi günü, atladım gittim. Oturduk arkadaşlarla görüştük. Gelip gitmeye başladım. Birçok arkadaş girmeme sevindi. İzleyici kimlikten, aktif kimliğe dönmüş olduk. Süreç içinde, ilk kongrede yönetiminde yer aldım. İGD geceleri, etkinlikler, eylemler yaptık. O süreç içerisinde Tezel yoldaşla daha samimi olduk. Çeşitli toplantılar yapılıyordu başka illerde. Bir araya gelmemiz, toparlanmamız gerektiğini konuşurken, TKP üyeleri kolektifi adı altında Yol ve Amaç yayını üzerinden bir ekip çıktı. O sürece dahil oldum. Bugüne kadar da dernek içerisinde çalıştım, dernekte 5 yıl başkanlık, 8 yıl civarında yöneticilik yaptım. 2 yıl önce sağlık nedenleriyle, dernekteki görevlerimi bıraktım. Sağlık da bahanesiydi, kolektif içindeki çalışmalardaki eksiklere, yanlışlara dair nedenlerim vardı. Şu anda izleyici durumdayım. Sağlığıma dikkat etmeye çalışıyorum, koah hastasıyım. Bu arada tabi, görevi bırakmamın alternatiflerinde kendime vakit ayırdım, emekli olacak günüm yoktu zaten yıllarca sigortasız çalıştım inşaatlarda. Bu hastalıkla birlikte bir yolunu bulup emekli oldum. Şu anda örgütsel olarak bir durum içerisinde değilim. Kısacası 40 yıllık geçmişin özeti budur. Çok da isim geçirmek istemedim. Bu isimler ya tamamen koptu ya başka yerlerde.
Parti’nin 100. yaşına dair neler söylemek istersiniz?
Parti için şunu söyleyebilirim. Tam 100 yıl önce, büyük bir umut doğurdu Türkiye halkları için. İşçisi, köylüsü, genci, kadını, aydını bu umudun peşinden gitti. Evet, bu umudu kuranlar, bu umut uğrunda ölüme gittiler. O günden bugüne çeşitli şekillerde devam etti. İnsanlar büyük bedeller ödediler. İşinden, okulundan, ailesinden oldular. Bu 100 yılda çeşitli saldırılar yaşadılar. Ülkelerinden oldular, mülteci oldular. Neydi bu umut neydi en başta işçi sınıfının hareketiydi. Biz de gençlik olarak yolumuz işçi sınıfının yolundan olanlar bu bedelleri ödedik. Bugüne geldiğimizde de dünyada sosyalizmler kuruldu, daha geçen gün Küba’yı arkadaşlarla konuştuk, gene insanlık adına en iyi yönetimin sosyalizmde olduğu görülüyor.
O zaman bugün de işçi sınıfının derlenmesi, toparlanması, bu bayrağın yükseltilmesi gerekiyor. Ülkemizde de elbette sınıfın öncüsü komünist partilerdir. Bu ismi de hak eden Türkiye Komünist Partisi’nin canlandırılması en büyük hayallerimden birisidir. Ama bu “ben kurdum, gelirsen gel” hesabıyla olmaz, bir şekilde hep beraber yükselteceğimiz bir hareket olmalı. Ama her şeyden önce ismi ne olursa olsun, sınıf içerisinde başarılı olması gerekiyor. Sınıfı kucaklayan bir parti gelir o ismi de alır zaten.
Kendi adıma da söyleyebileceğim en son söz, klasik sözdür, devrimcilikten emekli olunmaz, elimizden geldiğince mücadele edeceğiz, elimizi taşın altına sokacağız, başka yapacak bir şey yok. Gerisi anıya giriyor, 40 yılın özü bu. Damgamızı vurduk. Hani Cem Karaca’nın “alkışı da gördüm, ihaneti de” dediği gibi, yani bu mücadele içerisinde güzel şeyler yaptık. Büyük imkanlar yakaladık, büyük şeyler başardık ama karşımızdakini de unutmamak gerekir, silahıyla, bankasıyla, basınıyla her şeyiyle güçlü bir kapitalizm var. Buna karşı da güçlü bir Komünist Partisi çıkması gerekir.
İlkel Komünal toplumdan yana baktığımızdan beri binlerce yıl yaşanmış, mücadeleler ortaya çıkmış. Kapitalizmden sosyalizme geçmenin bir anda kolay olmadığını düşünüyorum. Bize düşen bunu hazırlamak, mücadeleyi yükseltmek. Bir sürü imkansızlıklar içerisinde yapıyoruz. Verdiğimiz mücadele inanç meselesidir. Bir şey de o dönem kadro dediklerimizin çoğunun popülizmden dolayı orada olduklarını 12 Eylül sonrasında gördük. O yüzden sınıfla yürüyen bir hareket yükselecek buna inanıyorum ama bunu başarmak hangi kuşağa nasip olacak bilmiyorum ama mutlaka olacak.
Ben bunu arada söylerim; Süleyman Üstün hoca bir konuşma yapıyor. “Devrimi görmezsin yaşlısın” diyorlar. “Anam avradım olsun devrimi göreceğim” diyor. Şimdi siz yürüyorsunuz bu yolda, görür müyüz bir şey diyemem, doğru mu? Bizim döneme göre daha zayıf bu dönem solun mücadelesi yığınsallık olarak. Keşke ölmeden görsek. Kordonda bir türkü söylesek, oturup devrimin neşesini izlesek.
Şu anda TKP’yi yaşattığını söyleyen hiç kimsede 100.yıl ile alakalı bir çalışma görmüyorum Türkiye Komünist Hareketi’nin dışında. Diğer küçük ekiplerden ise zaten pek umudum yok.
Sonuç olarak, sadece Küba’nın bile şu yaşamı insanları etkiliyor. Bayrağı yükseltmek için çalışmak zorundayız. Sadece bizim ülkemizde değil tüm dünyaya o bayrak dikilecek. Hiç tereddüttüm yok…