Tarihsel TKP MK üyesi Haluk Yurtsever: Geçmişin şiirselliği olmadan geleceğin düşü kurulamıyor
Büyük toplumsal dönüşüm ve devrimler hiçbir zaman sıfırdan başlamıyor. Geçmişin şiirselliği olmadan geleceğin düşü kurulamıyor. Komünist gelenek ve deneyimlerin, sınıf mücadelelerinin eleştiri süzgecinden geçirilmiş birikimine dayanmadan ileriye sıçramak olanaklı değil. Ama öte yandan, gelenekten ileriye doğru yararlanmak sanıldığı kadar kolay değildir. Çünkü gelenek, ağır bir çeki taşı gibi bugünden yarına giden yolları da kapatabilir. Sorun, amiyane deyişle mezar taşıyla övünmek değil, geçmişin olumlu-olumsuz deneyimlerinden çıkarılacak derslerle geleceğe uzanmaktır.
Tarihsel Türkiye Komünist Partisi’nin 74’te ilan ettiği Atılım yılının en yakın şahitlerinden TKP Merkez Komitesi üyesi Haluk Yurtsever ile kendi mücadele serüvenini, Atılım dönemini, likidasyon sürecini ve Parti’nin 100. yılını konuştuk.
Yurtsever, “Büyük toplumsal dönüşüm ve devrimler hiçbir zaman sıfırdan başlamıyor. Geçmişin şiirselliği olmadan geleceğin düşü kurulamıyor.” dedi. “Geçmişin şiirselliği” ve çok önemli köşe taşları ise Haluk Yurtsever ile röportajımızda…
TKP’nin 100 yıllık değerli serüveniyle yollarınızın kesişme sürecinden bahseder misiniz? Nasıl buldunuz 70’lerde TKP’yi?
Muş Lise’sinde öğrenciyken sol düşüncelerle tanışmış, “komünist” olduğu söylenen sanat tarihi hocamızın etkisiyle Çetin Altan’ı, Nazım Hikmet’i, Sol Yayınları’nın kitaplarını okumaya, arkadaşlarımla ve babamla sol/sosyalizm/komünizm üzerine konuşmaya, tartışmaya başlamıştım.
1966’da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydolduktan sonra, 1968 üniversite işgaline ve o dönemde hızla yükselen öğrenci eylemlerine katıldım. İdeolojik olarak TİP’e, pratik mücadelede ise Dev-Genç’e yakınlık duyuyordum. Coşkulu, heyecanlı zamanlardı. Yoğun biçimde okuyor, saatlerce tartışıyor, eylemden eyleme koşuyorduk. İki örgüte de üye olmadım. O günkü bilincimle TİP’e, Türkiye’nin kapitalist gelişmişlik düzeyini doğru değerlendiren, sosyalizm düşüncesini Türkiye’ye yayan bir parti olarak sempati duyuyor, ama bu partinin parlamento ve seçimi abarttığını, “provokasyon olur, faşizm gelir” gerekçesiyle gençlik hareketi içinde pasif bir çizgi izlediğini düşünüyordum. Dev-Genç ve daha sonra TİP içinde muhalefet olarak doğup gelişen, Mihri Belli önderliğindeki Milli Demokratik Devrim (MDD) hareketinin görüşleri ise bana en başından yanlış ve uzak geliyordu.
Hukuktan mezun olduğum yıl olan 1970 ilkbaharında fakültenin “orta bahçe”sinde fıskiyeli havuz kenarında bir grup arkadaş konuşuyorduk. Şimdi Adana’da avukat Taberdar Özdoğan mealen şunları söyledi:
“Devrim davasını ne TİP ne de Dev-Genç gibi örgütler taşıyabilir. Gerekli olan, işçi sınıfının illegal, enternasyonalist partisidir. Böyle bir parti vardır ve TKP’dir.”
Tarihsel bir bilgi olarak TKP’yi biliyordum; 1951 tevkifatıyla ilgili kimi yazılar okumuştum. O tarihlerde Türkiye’nin her yerinde oldukça yaygın dinlenen “Bizim Radyo”dan da haberim vardı. Ama, yaşayan, faal bir parti olarak TKP’nin varlığına, hatta adına hiçbir yerde rastlamamıştım. O tarihten sonra, TKP’ye ilgim arttı. Tarihçi Mete Tunçay’ın, MİT ajanı Aclan Sayılgan’ın, anti-komünist Fethi Tevetoğlu’nun kitaplarından TKP tarihini öğrenmeye çalıştım. Bizim Radyo’yu daha düzenli dinlemeye başladım.
1971’de, 12 Mart darbesinden sonra, Bartın’da avukatlık stajı yaparken, Kemal Bisalman’ın çıkardığı Yeni Ortam gazetesinde bir yazım yayımlanmıştı. Zonguldak’tan benim gibi stajer avukat olan Yıldırım Eryılmaz’dan bu yazımı okuduğunu, görüşlerimi paylaştığını ve Zonguldak’a gittiğimde görüşmek istediğini bildiren bir mektup aldım. O tarihlerde Bartın ilçeydi ve avukatlık stajları Zonguldak Baro’sundan yürütülüyordu. Yıldırım’la Zonguldak’taki bürosunda görüştük. TİP yöneticilerinden, aynı zamanda Sömürücüye Yumruk dergisini çıkaranlardan ağabeyi Sabri Eryılmaz aranıyordu. Avukatlık bürosu gazete merkezi gibiydi. Kitaplar, dergiler, gazeteler, dava dosyaları düzenli biçimde arşivlenmişti.
Yıldırımla sohbetimiz hızla ilerledi ve söz TKP’ye geldi. Yıldırım, gizli bir bölmeden beyaz kapaklı, üzerinde Yeni Çağ yazan bir kitapçık çıkardı. Yeni Çağ, o tarihlerde dünya komünist partilerinin ortak yayını olarak yayımlanan Barış ve Sosyalizm Sorunları dergisinin TKP tarafından çıkarılan özet Türkçe nüshasıydı. Sonra, derginin arka kapağında yer alan Prag’taki bir posta kutusu adresini gösterdi. “TKP ile ilişki kurmanın bildiğim tek yolu bu” dedi. Biraz daha deşeleyince, “duyduğuma göre, İngiltere’de de TKP’li olduğu bilinen birileri varmış” dedi.
O gün TKP’yi bulmak ve İngilizce öğrenmek için İngiltere’ye gitmeye karar verdim. Bu kararı uygulamam zaman aldı. Askerliği ve avukatlık stajını tamamladıktan sonra 1973 yazında Londra’ya gittim. Orada, evinde kaldığım akrabam aracılığıyla, TKP’ye yakın olduğu bilinen İngiltere Türkiyeli İlericiler Birliği’ni bulmam zor olmadı. Birkaç pazar toplantısına katıldıktan sonra derneğe üye oldum. Kısa zaman sonra yönetim kurulu üyeliğine daha sonra da başkanlığına seçildim.
19 Nisan 1974’de, parti adı Veli Dursun, yazar adı R. Yürükoğlu olan Nihat Akseymen’in bir arabanın içinde yaptığı öneri üzerine TKP üyesi oldum. Parti adımı Hüseyin Şirvan olarak belirledik. Ertesi gün, tekrar buluştuk. Akseymen TKP’nin bir atılım dönemine girdiğini, yönetiminde değişiklik olduğunu, merkez organ Atılım’ın çıkmaya başladığını, yeni program ve tüzük taslaklarının hazırlanıp partililere dağıtıldığını, her üyenin bu taslaklarla ilgili görüşlerini yazılı olarak parti merkezine iletebileceğini, partinin uzun bir aradan sonra kongresini yapacağını söyledi. Parti program ve tüzük taslaklarını iletti; üyelik işlemini tamamlamak için başvuru dilekçesi ve özgeçmişimi verdim. Birkaç gün sonra da, program ve tüzük taslaklarına ilişkin görüşlerimi iki ayrı metin olarak yazıp kendisine ilettim.
Bu son noktanın, 1973 Atılımı’nın ruhunu anlamak açısından son derece önemli olduğunu düşünüyorum. TKP’ye üye olan birinden, üye olduğu gün parti programı ve tüzüğüyle ilgili görüşlerinin istenmesi, katılımcılığı, ortak sorumluluk bilincini geliştiren bir uygulamaydı. Program taslağında değiştirilmesini önerdiğim iki noktanın kongreye sunulacak son taslakta değiştirildiğini görmek, parti siyasetine katılım enerjimi ve partiye güvenimi artırdı. Bu değişikliklerin, önerim üzerine değiştirildiğini söylemek istemiyorum. Benzer öneriler birçok yoldaştan gelmiş olmalı. Önemli olan parti içi iklimdi. Merak edenler için ekleyeyim, birinci değişiklik, “proletarya diktatörlüğü” kavramının programa konulması, ikincisi partinin mücadelede “her tür yöntemleri, legal-illegal olanakları, örgüt biçimlerini, araç ve silahları” kullanacağının belirtilmesiydi.
Ne yazık ki, sonraki dönemde bu güzel başlangıcın devamı gelmedi. Atılım’ın gerçekten atılım olan ilk yıllarından sonra parti içi katılım ve tartışma kanalları gizliliğin koyu perdesi arkasında yok edildi.
1973-1977 döneminde Parti saflarında bir dizi sorumluluk da yüklendiniz. Parti’nin Atılım dönemini bir de sizin tanıklığınızla dinleyebilir miyiz?
Belirttiğim gibi, partiye 1974’de üye oldum ve 1979’da da “istifa” ya da “ihraç” türünden resmi bir işlem olmadan, o günkü anlatımımızla “resmi” TKP’den fiilen ayrılmış olduk. İşçinin Sesi olarak siyasete ve mücadeleye devam ettik.
Atılım dönemiyle ilgili değerlendirmelerimi, Yordam Kitap’tan çıkan Yükseliş ve Düşüş/Türkiye Solu 1960-1980 adlı, ikinci baskısı 2016’da yapılan kitabımda ayrıntılı bir biçimde yazdım. Burada sözü uzatmamak için ilgili okuyucuya bu kitabı öneriyorum.
Kısaca belirtmek gerekirse, 1973 Atılım’ı, o zamanlar 53 yaşında bir parti olan TKP’nin zincirleme likidasyonlardan sonra yeniden ayağa kalktığı, cesaretle ileriye sıçradığı, en önemlisi, komünizm kavramı ve düşüncesiyle işçi sınıfı, emekçiler arasındaki bağı kendi ve sol hareket tarihinin en ileri, en yaygın ölçeklerinde kurduğu toplumsal bir açılıştır.
Dönemin iç ve dış koşulları, 1971 sonrası sol ortam, sol/sosyalist birey ve kadrolara egemen psikoloji 1973 Atılım’ı için son derece uygundu.
Atılımın itici gücünü, ülke içinde yüzünü TKP’ye çevirmiş işçiler ve komünist kadrolar oluşturuyordu. Süreci başlatan ise, yurtdışındaki iki elin parmak sayısını geçmeyen kadrolardı.
Uzun yıllar sosyalist ülkelerde yaşayan bir topluluk, bir tür yurtdışı konsolosluğu gibi var olmuş TKP’nin 1973 Atılım’ında İsmail Bilen’in, parti adıyla Marat yoldaşın belirleyici bir rol oynadığını düşünenlerdenim. 40 yılı aşkın süre, Sovyetler Birliği ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde yaşayan, radyolarda çalışan, 1962’den sonra “Dış Büro” içinde yer alan, Dış Büro dağıtıldıktan sonra, Zeki Baştımar (Yakup Demir) ile birlikte TKP’yi uluslararası komünist hareket nezdinde temsil eden İsmail Bilen, Zeki Baştımar’ın hastalanması ve vefatıyla TKP önderliğini üstlenmişti. Yukarıdan aşağıya partiyi yeniden kurmaya giriştiğinde çevresinde sosyalist ülkelerdeki ve Batı Avrupa’daki bir avuç insandan başka bir kadro birikimi yoktu. Türkiye’de ciddiye alınabilir bir örgütlenme söz konusu değildi. Sovyetler Birliği ve dünya komünist hareketinin Türkiye’den istediği de, öyle kalkışma, devrim deneyecek bir parti de değildi. Bu koşullarda Bilen cüretli bir atılımın baş örgütleyicisi oldu. O günkü dünya komünist hareketi ve TKP ölçülerinde sol bir eğilimi temsil ediyordu. İsmail Bilen’in çizgisel eğilimine kendi sağ ve reformist bakışıyla doğru tanı koyanlardan biri TKP’nin likidasyonuna imza atan son genel sekreteri Nabi Yağcı’dır (Haydar Kutlu). Yağcı, fırsat bulduğu her durumda 1970’li yıllar TKP’sinin başta İsmail Bilen olmak üzere “sol sekter” olduğunu yazıp söylemeye devam ediyor.
Marat yoldaş, işçi sınıfı, aydınlar ve sosyalist kadrolar içinde esmekte olan yeni rüzgârları, TKP’nin başlatacağı bir atılımın toplumsal karşılığı olduğunu sezmişti.
Merkez organ Atılım’ın düzenli olarak basılıp Türkiye’ye ulaştırılması, abartılmış bir gizlilikle de olsa merkez komitesinin[1], politik büronun oluşturulması, program ve tüzük taslaklarının üretilmesi, Türkiye’de üye alımının, örgütlenmenin başlatılması, yüzünü partiye çevirmiş işçi, aydın, genç, kadın kesimlerine ulaşılması vb. atılımın Türkiye toprağında karşılık bulmasını sağlayan siyasal ve örgütsel adımlardı.
Bütün bunların birleştiği noktada, TKP’nin yurt içi örgütlenmesinin yolları açıldı. Sizin portalda, 100. Yıl nedeniyle söyleşi yaptığınız yoldaşlar profilinin de yansıttığı gibi, başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin tüm önemli sanayi merkezlerinde yer alan proleter komünist damara dönük örgütlenme ısrarı karşılıksız kalmadı. 1973 Atılım’ının en önemli başarısı kanımca bu proleter damarı komünizm düşüncesine ve partiye kazandırmasıdır. Partinin bu proleter karakteriyle ilgili başka bir bilgi olarak 1979 yazında Ege Bölgesi’ndeki 460 civarındaki parti üyesinin yüzde 60’ının işçi olduğunu söyleyebilirim.
Atılım döneminin başlangıcında İngiltere’deydim; 1975-1976 ders yılında Moskova’da eğitimdeydim; 1976 sonbaharında İstanbul Topkapı Semt Komitesi üyesiydim; 1976 kışında İzmir İl Komitesi sekreteriydim; 1978 başlarında MK üyesiydim. Dolayısıyla Atılım dönemi parti tablosunun tümünü yakından görüp, yaşama fırsatı buldum.
1976 Ağustos’unda, Moskova’dan Türkiye’ye döndükten sonra politik büro üyeleri Aydın Meriç (H. Erdal) ve Aydan Bulutgil’le (Sapancı) görüşmede Erdal yoldaş bana “Sence partimizin en önemli sorunu nedir?” diye sormuştu. O soruya, “ideolojik/programatik gelişkinlik/netlik” yanıtını vermiştim. Gerçekten de öyle düşünüyordum. TKP Atılım’ı siyasal girişimcilik ve örgütçülükle başarılı bir başlangıçtı; ama programın eklektikliği bir yana, Atılım’ın başını çeken, Politik Büro ve MK dahil kadrolar, birçok temel sorunda başka tellerden çalıp söylüyorlardı. Parti örgütü büyüyüp, etki alanı genişledikçe parti üyelerinden, genç militanlardan, parti sempatizanlarından gelen sorular ya yanıtsız kalıyor, ya “kem küm”le geçiştiriliyor ya da bu sorulara birbirini tutmaz yanıtlar veriliyordu. Kanımca, 1973 Atılım’ının sonraki likidasyona da tohumluk eden temel zaafı bu noktadaydı.
Ardından gelen TKP’nin sönümlenmesi sürecine dair neler aktarırsınız?
Kanımca doğru terim “sönümlenme” değil “likidasyon” olmalıdır. TKP, kendiliğinden, doğal ömrünü tamamladığı için, devlet tarafından kapatıldığı için, TKP’yi var eden binlerce üye ve sempatizan komünizmden ve somut olarak TKP’den yüz çevirdiği için buharlaşan, sönümlenen bir örgütlenme değildir. TKP son yöneticileri eliyle varlığına son verilen bir partidir. Bu sürecin öncesini sonrasını, iç ve dış dinamiklerini irdelemek, tartışmak için zaman ve mekân uygun değil. Kısaca iki noktaya değinelim.
Birincisi, şimdi daha iyi anlıyoruz, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, dünya komünist, işçi ve sol hareketi büyük bir likidasyon anaforunun içine düşmüştür. Likidasyon, yalnızca Türkiye ile, yalnızca TKP ile sınırlı arızi (geçici, rastlantısal) bir olay değildir. Bu nesnel ve bu çerçevede “dış” dinamiğin altını çizmeden yapılacak eleştiri ve yorumlar eksik ve insafsız olur. İkincisi, TBKP’nin, 23.07.1991’de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasından sonra ölüme terk edilmesi yalnızca bu nesnel iç ve dış koşullarla açıklanamaz. Nabi Yağcı’nın, Nihat Sargın’la birlikte Türkiye’ye dönüşleri ve Türk Ceza Kanununun 141-142 . maddelerinin kaldırılmasıyla Türkiye’de komünist partisi kurmanın yasallaşmasını TKP tarihinin en büyük kazanımı olarak gösterip, sonra da “komünist” adını taşıyan bir parti kurma girişiminde bulunmaması, TKP’nin Yağcı ve ekibi tarafından likide edildiğinin itirafıdır.
TKP’nin 100. yaşına dair duygularınızı alabilir miyiz? Tarihimizden çıkardığımız derslerle birlikte geleceğe uzanmak adına; sizce 100 yaşında nasıl bir Komünist Parti?
Karmaşık duygular. Bir yanda, Atılım döneminde TKP’li olmanın, bu yükselişe karınca kararınca omuz vermiş olmanın kıvancı ve sevinci, bir yandan partinin denize ulaşamamış bir ırmak gibi kurumasının burukluğu var.
1oo. yılda, “nasıl bir parti?” sorusunu, kanımca “nasıl bir komünist program?” sorusuyla, bugün içinde yaşadığımız uygarlık bunalımını devrimci yoldan aşmak için nasıl bir uygarlık tasarımı gerektiği sorularıyla birlikte ele alıp yanıtlamak gerekir.
Büyük toplumsal dönüşüm ve devrimler hiçbir zaman sıfırdan başlamıyor. Geçmişin şiirselliği olmadan geleceğin düşü kurulamıyor. Komünist gelenek ve deneyimlerin, sınıf mücadelelerinin eleştiri süzgecinden geçirilmiş birikimine dayanmadan ileriye sıçramak olanaklı değil. Ama öte yandan, gelenekten ileriye doğru yararlanmak sanıldığı kadar kolay değildir. Çünkü gelenek, ağır bir çeki taşı gibi bugünden yarına giden yolları da kapatabilir. Sorun, amiyane deyişle mezar taşıyla övünmek değil, geçmişin olumlu-olumsuz deneyimlerinden çıkarılacak derslerle geleceğe uzanmaktır.
[1] 1973-1978 arasında yurtdışında MK’ne koopte edilenler (var olan bir kurulun kendi kararıyla yeni üyeler alarak kendini genişletmesi): Ali Söylemezoğlu, Attila Aşut, Aydan Bulutgil, Feridun Aksın, Alp Otman, Necmiye Alpay, Nihat Akseymen, Ulvi Oğuz, Veysi Sarısözen… Bunlardan Ali Söylemezoğlu, Attila Aşut ve Necmiye Alpay’ın MK üyelikleri 1978’den önce sona eriyor. Çok ilginçtir; bu üyelerin bir bölümü 1977 Konferansı’na kadar MK üyesi olduklarını bilmiyor, birbirlerini partili olarak tanımıyorlar. Bkz. Haluk Yurtsever, Yükseliş ve Düşüş, Yordam Kitap, İstanbul, 2016, s.221